Hz.
Peygamberin (sas) Hayatı.
Rabbimizle "ruhlar
âleminde yaptığımız sözleşme koşullarına sadık kalmak" ve "Cenneti
kazanabilmek için" yaşantımızı Kur'an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz Hz.
Muhammed'in öğretileri doğrultusunda düzenlememiz gerekir.
Tâ ki, ahirette "hüsrana
uğramamak" ve "kaybedenlerden olmamak" için.
Bu amacı gerçekleştirmenin en
önemli adımlarından birisi ise, yaşayan Kur’an olan Resûlullah Efendimizin (sas)
hayatını doğru kaynaklardan doğru şekilde öğrenmekten geçer.
İşte size yaklaşık iki saat
kadar süren, zevkle okuyacağınız, özellikle güncel hayatı da kapsayacak şekilde
hazırlanmış, âlemlere rahmet olarak gönderilen, başımızın tacı, gönüllerimizin
ilacı, her iki cihanın önderi, Resûlullah Efendimizin hayatı.
O’nun birçok vasfı vardır ama
geliniz bunlardan en çok kullandığımız ve dilimizden düşürmediğimiz dokuz
tanesini sayarak başlayalım İnşaallah.
1-Seni ancak âlemlere rahmet
olarak gönderdik. (Enbiya Suresi 107)
2-O’na uyunuz, O’nu örnek
alınız ki O sizde her gün yeniden doğsun.
3-Eşref-i Mahlûkat.
4-Habibullah (Allah’ın En
Sevgili Kulu)
5-Resûlullah
6-Hâtem-ül- Enbiyâ (Son Resûl)
7-Başımızın tacı.
8-Gönüllerimizin ilacı.
9-Rahmeten lil'âlemîn.
Geliniz bu mümtaz (ayrı bir
yeri olan, üstün tutulan) şahsiyetin hayatını daha yakından öğrenmek için başlayalım
inşaallah.
Hz.
Peygamberin Hayatı (1. DERS)
Hz. Peygamber (sas) Âdemoğlunun efendisi, bütün mahlûkatın
en hayırlısıdır. Allah (cc) O’nu asil ve şerif bir aileden seçmiştir.
Hz. Peygamber bir gün hutbede,
Allah (cc) mahlûkatı yarattı ve beni onların en hayırlısı (melek-cin değil)
insan sınıfından kıldı. Sonra onları iki fırkaya ayırdı. Arap ve Acem. Beni onların en hayırlısından kıldı. Sonra
kabile ve ailelere ayırdı. Beni onların en hayırlısından kıldı. (Tirmizi)
“Şüphesiz Allah (cc) İsmail’in
evlatları içinden Kinane’yi, Kinane’nin evlatları içinden Kureyş’i, Kureyşin
evlatları içinden Haşim oğullarını ve beni de Haşim oğulları içinden seçti”
(Müslim. Kitabu’l-Fedail 43)
Hz. Peygamber, anne karnında
iken babadan yetim, henüz yedi yaşında iken anadan öksüz kalmıştır. Böylece,
Allah (cc). Hz. Peygamberin terbiyesi ve yönlendirilmesine, hiçbir beşeri el
müdahil olmasın diye irade buyurmuştur.
Sa’d b. Bekr oğulları
diyarında sütannesi Halime’ye verildiğinde, kabilenin en fakiri olan Halime’nin
bir damla süt vermeyen devesi ve zayıf koyunları birden bire kabilenin en çok
süt vereni kesilmişti. Sütanneye verilen Hz. Peygamber, çölde fasih bir dil
öğrenmiş böylece Kur’an-ı bütün insanlığa taşıması için, O’nun mahlûkatın en
fasih konuşanı olması murad olunmuştur.
Ayrıca Hz. Cebrail onun
göğsünü yarıp kalbini dışarı çıkarmış, kalbinden pıhtı halinde bulunan bir kan
parçasını dışarı çıkarıp, şeytanın O’ndaki payını almıştır.
Mekke’ye döndüğünde iki yıl
anne şefkatini tatması murad olunmuş ve sonrasında yetim büyüyerek Allah’u Teâlâ
O’nu minnet altına almıştır. Bu durum Duha Suresi 6-8 ayetlerde şu şekilde
ifade buyrulmaktadır.
“O seni yetim bulup
barındırmadı mı? Ve seni yol bilmez iken doğru yola koymadı mı? Ve seni yoksul
iken zengin kılmadı mı?
Not: Bugün için yetimlik
meselesinden bir ders çıkaracak olursak, dünyada cereyan eden savaşlarda, yetim
kalanların halinden yetim olmayanlar anlayabiliyor mu? Bırakın anlamayı, hatta
sınır dışı etmeye çalışıyorlar.
Hz.
Peygamberin Hayatı (2. DERS)
Allah’ın gönderdiği her
Peygamber mutlaka koyun gütmüştür. (Buhari-Kitabu’l İcare) Peygamber Efendimiz (sas)’de
başlangıçta Mekkelilerin koyunlarını çok düşük bir ücretle gütmüş daha sonra
bir derece yukarı olan deve işine geçmiştir. Böylece helal kazancıyla geçinmek
ve kimseye muhtaç olmamak hususunda örnek olmuştur.
Diğer yandan çobanlığı
sırasında, her davetçide olması gereken özelliklerden sabır, rahmet ve himayeyi
öğrenmesi murat olunmuştur.
Bir Müslüman’ın kendi işine
sahip olması, Allah (cc) yolunda davet sırasında hakkı, hiçbir korku
taşımaksızın haykırabilmesi bakımından önemlidir. Nice adamlar vardır ki,
işimiz elden gidecek korkusu ile ya susar ya da yağcılık yapar.
Resûlullah (sas) 25 yaşında
iken, Mekke’de kendisine güvenilir (El Emin) isminden başka bir isimle hitap
edilmediği ve amcası Ebu Talibin maddeten zor günler geçirdiği bir dönemde
Şam’a gidecek ticaret kervanıyla birlikte Hz. Hatice’nin adına ticaret yapmak
üzere yola çıktı ve Rahip Bahira ’nın olduğu yerde konakladı.
Rahip Bahira, Resûlullah’ın
elinden tutup, bu âlemlerin efendisidir, çünkü siz tepeyi aşıp bu tarafa
yöneldiğinizde secdeye kapanmayan ne bir taş, ne bir ağaç kaldı. Onlar ancak
bir Peygambere secde ederler. Ayrıca ben O’nu omuz kıkırdağının altında bulunan
Nübüvvet mühründen tanırım. Sakın onu Rum diyarına götürmeyin. O’na zarar
verirler diyerek daha ileriye göndermedi ve oradan geri gönderdi. Hz. Peygamber
döndüğünde ise elde ettiği kar, Hz Hatice’nin daha önceki ticaretlerde elde
ettiği kârların iki katıydı.
Bu olaylar, Ehli Kitap’ın ve
kâhinlerin onun bu ümmetin Peygamberi olacağını bildikleri gerçeğine ait
haberlerin tevatür derecesine ulaşmış olduğunu gösterir.
Çocukluğunda ve ayrıca
Kâbe’nin tamiri sırasında izarını taş taşımak için omzuna almak istediğinde
bayılması ve setr-i avretle emrolunması, yine Cahiliye adetlerinden olan
çalgılı eğlenceleri uzaktan dinlemek istediğinde üzerine uyku salınması ve
putlardan uzak durup onlardan nefret etmesi yeryüzündeki Müslümanlar için
önemli dersler taşımaktadır. Bir Müslüman, toplumu içindeki kötü ve çirkin
adetlere katılmamalı, toplumun bozuk akidelerini kabul etmemeli, her zaman hak
ile birlikte olmalıdır. Müslüman istikamet üzere olmalı ve hak yolunda kimsenin
kınamasından korkmamalıdır.
Not: Birisi size öncesinden,
şu yoldan gidersen trafik tıkalı ya da tuzak var dese, siz de diğer yoldan
selamet içinde varacağınız yere ulaşsanız haberi verene müteşekkir olursunuz
değil mi?
İşte Resûlullah Efendimiz (sas)
bizlere önceden hangi yolun doğru olduğunu Allah’ın rahmeti sayesinde
bildiriyor. Söz dinlemek lazım gelir.
Hz.
Peygamberin Hayatı (3. DERS)
FİCAR HARBİ:
Hz. Peygamber (sas)gençliğinde
Kinane ile Kays kabileleri arasında çıkan Ficar Harbine iştirak etmişti. O
geldiğinde Kays, gelmediğinde Kinane mağlup olunca, “Dert görmeyesice,
yanımızdan ayrılma demişler, O’da öyle yapmıştır.”
HILFU’L FUDUL (ERDEMLİLER
ANLAŞMASI): Zubeyd Kabilesinden bir adam Mekke’ye mal getirmiş ve malını As b.
Vail satın almış ama hakkını vermemişti. Adam kendisine yardım etmeleri için
“Müttefikler” olarak bilinen “Ahlaf’a” başvurmuş, netice alamamıştı. Bunun
üzerine Ebu Kubeys dağının tepesinden Kâbe’de oturan Kureyşlilere seslenmiş,
Zubeyr b. Abdulmuttalip bu çağrıya cevap vererek, aralarında toplanıp, bu
anlaşmayı yapmışlar ve adamın malını geri iade etmişlerdir. Bu anlaşma hakkında
Hz. Peygamber şöyle der. İslam devrinde de böyle bir anlaşmaya davet olunsam,
ona mutlaka icabet ederdim.
KÂBE’NİN ONARILMASI: Resûlullah
(sas) 35 yaşlarında iken, sel sularının Kâbe’yi koruyan seddi tahrip etmesi
üzerine, Kâbe’nin yeniden tamiratına karar verilmiştir. Herkesin temiz
kazancından (faiz, fuhuş, haksızlıkla kazanılan paralar bu işe sokulmayacak)
olmak üzere her kabileye iş bölümü taksim edilmiştir. Ancak Hacer-i Esved’in
(Cennetten gelen taş) yerine konulmasını her kabile kendi istemiş ve aralarında
savaş için yeminler edilmiştir. Daha sonra yapılan istişarede Kâbe’ye ilk
gelecek kişinin hakemliğinde bu işi çözmeye razı gelmişler, Kâbe’ye ilk gelen Resûlullah
(sas) olunca hepsi bu gelen El Emin diye razı gelmişlerdir. Resûlullah (sas) bir örtü getirtmiş, bütün kabileler bir
tarafından tutarak yaygıyı kaldırtmış, yerine getirtmiş ve bizzat kendi
elleriyle Hacer-i Esved’i yerine yerleştirmiştir.
Bu olaylardan bugün için
çıkarılacak derslere gelince; Müslüman yaşadığı toplumun hayırlı işlerine
iştirak edecek, zulüm ve haksızlık karşısında sesini yükseltecek, insanların
yaşadığı sıkıntılara bigâne kalmayacak, onların hüzünlerine ortak olup,
sevinçlerini paylaşacak tabi ki bu durum şer’i (İslami) sınırlar içinde
olacaktır.
Hz. Peygamberin Hz. Hatice İle Evlenmesi:
Kureyş kadınlarının en üstünü, şeref bakımından en yücesi, mal mülk bakımından
en zengini Hz. Hatice, Şam’a giden ticaret kervanının dönüşünü müteakip,
hizmetkârı Meysere’nin, Hz. Peygamberin halinden ve Rahip Bahira’nın
söylediklerinden bahsetmesi üzerine, velisini ikna edip Resûlullah (sas) ile nikâh
kıymışlardır. Hz. Hatice evlenmek için kavminin hiçbir erini kabul etmemiş, ama
yetim, malı mülkü olmayan Resûlullah (sas) ile niçin evlenmişti. Bugünün
gençleri bir düşünsün.
Hz.
Peygamberin Hayatı (4. DERS)
İLK VAHİY:
İlk vahiy, sadık rüyalarla
başlamıştır. Resûlullah’ın (sas) gördüğü her rüya, mutlaka sabah aydınlığı gibi
çıkardı. Sonra kendisine halvet hali sevdirildi ve Hira mağarasında belli
dönemler inzivaya çekilmeye başladı. Allah’ın ona Peygamberliği ikram buyurduğu
yıl gelince, Hz. Cebrail vasıtasıyla ilk vahiy geldi. (Alak Suresi 1-3. Yaratan
Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir alak’tan yarattı. Oku! Rabbin sonsuz Kerem
sahibidir.)
Resûlullah (sas) Efendimiz,
titreyerek eve geldi ve olanları eşine anlattı. Hz. Hatice ra. annemiz;
“Vallahi Allah (cc) seni zor duruma düşürüp hüsrana uğratmaz, zira sen sıla-i
rahmi gözetir, gariplerin dertleriyle dertlenir, yoksullara kol kanat gerer,
misafirlere ikramda bulunur, Hak’tan gelen musibetler karşısında dara düşene
yardım edersin” dedi. Not: Bugünün
yöneticileri için ne güzel tavsiyeler.
Sonra Hz. Hatice ra. O’nu
amcası Varaka Bin Nevfel’e götürdü. Varaka, önceden Nasranî olmuştu, Tevrat’tan
ve İbranice diliyle İncil’den Allah ne takdir ettiyse bilirdi. Olanları dinledi
ve şöyle dedi. O gördüğün Allahu Teâlâ’nın Musa’ya göndermiş olduğu Namus-u
Ekber’dir. Keşke kavminin seni yurtlarından çıkaracakları zamana bir genç
olarak erişebilip, sana yardım edebilseydim” dedi.
Çıkarılacak Dersler:
Putperestliğe boğulmuş Mekke toplumunun kokuşmuş havasından bir müddet
uzaklaşmak için Hira mağarasında inzivaya çekilen Resûlullah (sas) bizlere ne
güzel örnektir. (Bugün için İtikâf
sünneti.)
Günümüzde bizi Allah’tan
alıkoyan mal, mülk ve makam sevgisi, şehvet tuzakları gibi modern putlara
karşı, Hira’nın havasına benzer bir havanın aydınlığında, bazı anlayışlarımızı
tekrar gözden geçirmeye ve halimizi düzeltmeye ne kadar muhtacız.
Hz. Hatice ra. örneğinde
olduğu gibi, bir Müslüman hayatını, malını, mevkiini Allah’ın yoluna
adamalıdır.
İnsanın kendi zekâsı yoluyla
ulaştığı, doğru ve yanlışa açık, batının beşeri ilimlerine tapınmak yerine, gidişatımızı
Kur’an ve Sünnetin aydınlığına göre düzeltmeye ne kadar muhtacız.
Sen onların dinine tabi
oluncaya kadar Hristiyan ve Yahudiler, asla senden hoşnut olmazlar. (Bakara
Suresi Ayet-i Kerime 120)
Hz.
Peygamberin Hayatı (5. DERS)
İSLAM’A DAVETİN MERHALELERİ:
Peygamberimiz (sas) ilk önce
en yakın akrabalarını, sonra kavmini, daha sonra Arapları ve en sonunda bütün
insanları ve cinleri İslam’a davet etmiştir.
İslam’a davet ilk aşamada
gizli ve yaklaşık 3 yıl kadar sürmüştür. Böylece yaklaşık 60 kadar çekirdek
kadro Daru’l Erkam’ın evinde yetişmiştir. Çoğunluğu 20 yaşın altında, üçte
biride kadındır.
İslam’ın açıkça ilan edilmesi,
çekirdek kadronun yok edilemeyecek bir güce ulaşmasından sonra başlamış,
Müşrikler ise Müslümanları dininden döndürmek için işkence ve zulüm yapmışlar,
ancak bu sıkıntıların hiç biri Mümin’leri hak yoldan döndürmemiştir.
Peygamberimize (sas) en yakın
akrabalarını uyarması ile ilgili emir gelince, onlara mükellef bir sofra
hazırlatıp ikramlarda bulunmuş, sonra tebliğini yapmıştır.
Günümüz itibariyle, İslam
adına yola koyulan davetçiler; davetin aşamaları ve tedricilik boyutunu göz
ardı ettiği takdirde, elde edilen başarısızlıklarda, niyetin doğruluğu ve
samimiyet geçerli bir mazeret olmayacaktır.
Muhaliflerin İslam Davetini
Engelleme Yolları: 1-Yalan-Dolan 2-Tehdit 3-İşkence 4-Cazip Teklifler 5-Mucize
İsteği 6-Suikast 7-Boykot
Bugünü düşündüğümüzde, tarihin
tekerrürden ibaret olduğunu, kâfirlerin Müslümanlar üzerinde benzer engelleme
yollarına başvurduklarını tüm dünyada açıkça görmekteyiz.
Hz.
Peygamberin Hayatı (6. DERS)
Muhaliflerin İslam Davetini
Engelleme Yolları (1. Bölüm)
YALAN-DOLAN: Müşrikler kendi
aralarında toplanıp, Hz. Peygamberi (sas) İslam davasından döndürmek için O’na
sihirbaz demişlerdir.
TEHDİT: Ebu Cehil, Kâbe’de Hz.
Peygamberi namaz kılmaktan alıkoymak için tehdit etmiş, ancak O’na
yaklaştığında gördüğü şeyler karşısında kendisi korkup kaçmıştır.
Günümüzde, insanları giyim
kuşamı ile, işten atmakla, adını karalamakla, ticaretine zarar vermekle, zayıf
bir Müslüman ise hapis, işkence hatta ölüm tehditi ile, ekonomik kriz çıkarmaya çalışmakla, İslam yolundan döndürmeye
çalışanlar Ebu Cehil'in yolundan gidiyorlar.
İŞKENCE: İslam’ın ilk şehidi,
Ammar’ın annesi Sümeyye’dir. Müslümanlara o kadar ağır işkenceler yapılıyordu
ki, bir gün Habbab ra. Ya Resûlullah, “Müşriklerin işkencelerinden kurtulmamız
için bize dua et” sözüne cevaben “Sizden önceki ümmetler içinde öyle adamlar
vardı ki, vücudu demir taraklarla taranır, yine de onları dininden döndüremezlerdi”
buyurdu.
Bugün bizler, İslam için
bırakın canımızı, keyfimizden bile fedakârlık yapamıyoruz. Düşünelim.
SUİKAST: Ebu Cehil, Kâbe’de Hz.
Peygamberi secde ettiği sırada başına taş vurarak öldürmek istemiş, Hz. Ömer
ra. Resûlullah’ı öldürmeye giderken yolda Müslüman olmuş, Hicretten önce Kureyş
Kabileleri kendi aralarında toplanmış ve Resûlullah’ı öldürmek üzere her biri
kendi kabilesinden bir genç seçmiş hatta bu toplantıda ihtiyar kılığında
Necefli bir şeytan da hazır bulunmuş, ancak hiçbirinde başarılı olamamışlardır.
Kâfirler istemese de, Allah’ın
(cc) nuru kıyamete kadar baki kalacaktır. Allah (cc) bizleri kendi yolunda
olanlardan eylesin. Âmin.
Hz.
Peygamberin Hayatı (7. DERS)
Muhaliflerin İslam Davetini
Engelleme Yolları (2. Bölüm)
CAZİP TEKLİFLER: Kâfirler, Hz.
Peygamberi İslam davasından vazgeçirmek için, pazarlık yoluna girmişler, önce
seni kabilemizin en zengini yapalım diyerek mal-mülk teklifinde bulunmuşlar,
daha sonra seni başımıza lider yapalım diyerek mevki-makam teklifinde
bulunmuşlardır.
Diğer bir yöntem ise, cazibe
ve cilvesinden gücünü alan kadını, Ümmetin önüne koyup, Müslümanları tuzağa
düşürme planıdır ki, bugün bu plan televizyon veya eğlence meclisleri
vasıtasıyla tıkır tıkır işletilmektedir.
Başka bir örnek, bir davetçi
ucuz bir Makam koltuğuna oturup, koltuğun da kulu olursa, birazına engel olayım
dediği fesadın bin türlüsü emri altında yaşanırken, bunların karşısında
koltuğum elden gider kaygısıyla sesini çıkarmazsa nerde kaldı davet, nerde
kaldı ıslah.
Peygamberimizin koruyucusu
amcası Ebu Talip, Kureyşlilerin ısrarı üzerine, bir gün yeğenine, bu davadan
vazgeç, beni kaldıramayacağım türden işlerin altına sokma deyince: Hz.
Peygamber (sas) “Amcacığım, güneşi sağ elime, ayı sol elime koysalar, Allah (cc)
bu davayı galip kılıncaya ya da bu yolda ölünceye kadar, bu davadan vazgeçmem”
demiştir.
MUCİZE İSTEĞİ: Kureyşin
kâfirleri, Hz. Peygambere, iman etmek için “Rabbinden dile ki, etrafımızdaki
dağları yürütüp yurdumuz genişlesin, içinden ırmaklar aksın, aramızdan göçüp
gitmiş atalarımızı diriltsin, sana bir melek göndersin ve bağlar bahçeler
saraylar hazinelerin olsun, göğü parça parça üstümüze düşürsün, Safa tepesini
altına çevirsin” dediler. Hz. Peygamber dua etmiş, bunun üzerine Cebrail,
Rabbin sana selam ediyor “Eğer dilersen Safa onlar için altın olur ama, ondan
sonra her kim iman etmeyip küfre saparsa, azap onları kuşatır yahut dilersen
rahmet ve tövbe kapısını açayım” dediğinde, Rahmet Peygamberi, tevbe
kapılarının açılmasını istemiştir. O biliyordu ki, geçmiş ümmetlerde böyle
mucizeler istemiş, ancak yine de iman etmedikleri için azabı İlahi onları
kuşatmıştı.
BOYKOT: Kureyşliler, Haşim ve
Muttalib oğullarının Resûlullah’ı korumada tek bir yumruk olduklarını görünce,
öldürmeleri için Resûlullah’ı kendilerine teslim edinceye kadar, onlarla oturup
kalkmamak, alışverişte bulunmamak, ambargo uygulamak, kız alıp vermemek üzere
aralarında anlaştılar ve bir kâğıt yazıp bunu Kâbe’nin içinde bir sandıkta
sakladılar. Bu boykot tam üç yıl sürdü. Bir gün Resûlullah (sas) bu anlaşma
metninde Allah (cc) adına ne varsa bir mahlûkun onu yediğini, anlaşma metninde
sadece zulüm ve haksızlık ile ilgili şeylerin kaldığını mucize olarak haber
verdi. Gidip baktılar, Resûlullah’ın söyledikleri doğru çıktı, yine de O’na
iman etmeyip, sihirbaz dediler.
Günümüzde Müslümanlara
uygulanan boykota en bilinen örnek Gazze’dir. Kim bilir bilmediğimiz daha nice
yerler vardır. Hristiyanların Papası varda Müslümanların niçin bir halifesi yok.
Düşünelim.
Hz.
Peygamberin Hayatı (8. DERS)
SÜNNETULLAH VE İMTİHAN:
Müminlerin çeşitli
sıkıntılarla imtihan olunması, işin sadece iddia boyutunda kalmaması ve iman
ettiğini söyleyen herkesle ilgili bir durumdur. Asıl mesele, işkence ve acı çekme
değil, Müminlerin safının, kâfir ve müşriklerden ayrıştırılmasıdır.
El Enfal, 37: Ta ki Allah,
murdarı (kâfiri), temizden (Müminden) ayırt etsin.
Hâsıl olan faydalara gelince;
1-Ferdin tezkiye edilmesi:
Müslümanların, İslam’ın yoluna can u gönülden baş koyup koymadığı sınanmakta ve
aşiretinin Efendisi Hz. Ebubekir, gariban koyun çobanı Abdullah b. Mes’ud,
Mekke’nin en zengin ve yakışıklı genci Mus’ab b. Umeyr yani herkes bu sadakat
imtihanından geçmektedir.
Ankebut 1,2 : Elif Lam Mim.
İnsanlar (dünyada Allah’a ibadet ve itaat etmeden, çeşitli çile ve güçlüklerle,
bazen de verilen bol mal ve refah ile) imtihan edilmeden sadece inandık
demeleriyle, bırakılacaklarını mı sandılar?
2-Davetin Tanıtılması:
Müminler, başlarına gelen sıkıntılara göğüs germekle, bu dine sessiz bir
çağrıda bulunmuş, bu çağrı insanların Allah’ın dinine girmelerine vesile
olmuştur. Eğer gevşemiş ve zaaf göstermiş olsalardı, elbet kimse bu çağrıya
cevap vermezdi. Örneğin bunca olumsuz propagandaya rağmen, dünyanın her yerinde
İslam’ı seçenler her geçen gün artmaktadır.
3-Güçlü Bazı Unsurları Davaya
Kazandırmak: Müslümanların sebatı karşısında bazı güçlü şahsiyetler, Hz. Ömer, Hz.
Hamza örneğinde olduğu gibi, Müslüman olmuşlardır.
Bugünde, meşhur ve güçlü
birisi İslam’ı seçtiğinde Müslümanların içlerini nasıl bir sevinç kaplıyor
değil mi?
Hz.
Peygamberin Hayatı (9. DERS)
DAVET YOLUNDA ÇEKİLEN
SIKINTILAR:
Hicretten 3 yıl önce, önce Hz.
Hatice ra. Annemizin vefatı, arkasından Resûlullah (sas) Efendimizi himayesine
alan amcası Ebu Talibin vefatı senesi, “yani Hüzün Yılında” Resûlullah
Efendimiz, İslam’ı anlatmak için Mekke dışına Taif’e gitmiş, ancak orada
taşlanmıştır. Dikkat buyurun, taşlanan kim: Kâinatın Efendisi. (Bugün en küçük
zorluklarda dahi, taşlanma tehlikesi olmadığı halde, hemencecik pes edip dinden
taviz veren bizlerin acınacak halini düşünün.)
Resûlullah (sas) Mekke dışına
çıktığı için tekrar Mekke’ye dönebilmesi için önce Ahnes b. Şerik sonra Süheyl
b. Amr’dan himaye istemiş, ancak onlar Kureyş ile karşı karşıya gelmemek için
bunu kabul etmemişler, Resûlullah (sas) ancak Mut’im b. Adiyy’in himayesinde Kâbe’ye
girebilmişti.
Ancak, himaye eden, davetin
özgürlük alanına karıştığı zaman, Ashabı Kiram her türlü tehlikeyi göze alarak,
himayeyi geri iade etmiş ve Allah’ın himayesine girmişlerdir. Yani Himaye,
İslam’ı özgürce anlatmakta bir kalkan görevi görecekse, kabul edilmiştir.
Himaye, Araplar arasında
oldukça yaygın bir uygulamadır. Bugün bile, Hac ve Umre ibadetine giderken,
şirketlere Arabistan’daki başka şirketler kefil oluyor.
Ya da bir kişiye başka bir
devlet sığınma hakkı veriyor. Yani himayesine alıyor.
Şuna da işaret etmek gerekir
ki, Peygamber Efendimiz (sas) amcası Ebu Talip’in himayesine rağmen, bizzat
ashabının maruz kaldığı eziyetlere maruz kalmıştır. Çünkü Müşrikler, temel
itibariyle tehlikenin Peygamber Efendimizden kaynaklandığını düşünmüşlerdir.
Hz.
Peygamberin Hayatı (10. DERS)
HABEŞİSTAN’A HİCRET:
Resûlullah’ın (sas) Ashabı,
eziyetlere maruz kaldığı ve dinleri hakkında fitneye düşürülmek istendiği için,
vatanları Mekke onlara artık dar gelmeye başladı. Bunun üzerine Resûlullah (sas)
“Allah (cc) sizi içinde bulunduğunuz şu halden kurtarıncaya kadar, Habeşistan’a
hicret edilmesine” izin verdi.
Bu olayda aynı zamanda İslam
davetçilerini himaye edebilecek güçlü bir merkez kurulması da hedeflenmiştir. Öbekler
halinde ilk hicret edenler damadı Hz. Osman ve kızı Rukiyye ile birlikte toplam
95 kişidir. Davetçinin vatanı, davasının vatanıdır.
Mekke Müşrikleri, bu olaydan
rahatsız olmuşlar ve Muhacirleri geri getirmek için, Habeşistan kralı Necaşi’ye
ve bütün patriklere verilmek üzere hediyelerle gitmişler, ancak Peygamberimizin
amcaoğlu Cafer b. Ebi Talip’in, Necaşi’nin huzurunda şahane bir üslup ile
fesahat ve belagat dolu mükemmel konuşması karşısında, getirdikleri rüşvetler
kendilerine iade olunarak gerisin geriye dönmek zorunda kalmışlardı.
Cafer ra. konuşmasında, Mekke
Müşriklerine hitaben, “Bizler efendisine asi olmuş kölelermiyiz, yahut haksız
yere kan mı akıttık, yahut insanların mallarını haksız yere mi almışız” diyerek
müşrikleri susturmuş ve Meryem oğlu İsa’yı, Kur’an da bildirildiği şekilde
Necaşi’ye anlatmış, Necaşi ise cevaben “Vallahi şu sorumluluğumdaki hükümdarlık
olmasa mutlaka size tabi olurdum” demiştir.
Bu olaylardan çıkarılacak
derslere gelince;
Müslüman, hikmet ve basiretle
düşünebilmeli, zorluklar karşısında her zaman için bir “B planı” olmalıdır.
Diğer yandan zor vazifelere işin üstesinden gelebilecek seçkin insanlar
atanmalıdır.
Muhtemel tehlikeler
karşısında, herkesten önce kendi yakınlarımızı feda etmeyi göze alabilmeli,
İslam ile küfür arasındaki çatışmanın doğasında her zaman ölüm kalım savaşı
olduğu gerçeği akılda tutulmalı, eli kolu bağlı oturmamalı, bilinçli olunmalı,
istişareye önem verilmeli, Müslümanların geleceği için kendi hayat kaygımızdan
önce İslam’ın temel ilkelerine sadık kalınmalıdır.
Hz.
Peygamberin Hayatı (11. DERS)
İSRA VE MİRAÇ:
Hira mağarasında başlayan
davet, 10 yıl kadar sürdükten sonra, Müşriklerin bütün engellemelerine rağmen
Arap Kabileler arasında iyice duyulur olmuş, diğer yandan cinler âlemi içinde
de yayılmaya devam etmiştir. İslam davetini yok etmek isteyenlere karşı, Hz.
Peygamber (sas) sabra sarılarak kesintisiz bir şekilde yoluna devam etmiştir.
Davet yolunda gösterdiği sabır ve cihadı karşılığında, Allah (cc) bütün
mahlûkatı içinde yalnızca O’nu, hiçbir varlığın göremediği gayb âlemine yani
Miraç’a çıkarmıştır. Miraç, Peygamber Efendimizin bir gece, Burak adlı binitle
önce Kudüs’te Mescid-i Aksa’ya oradan da Beyti Makdis’e yükseltilip bütün
Peygamberelere imam olarak namaz kıldırması ve oradan da gidilebilecek en son
nokta olan yedinci semadaki Sidretu’l Münteha’ya yükseltilmesidir. O gece Hz.
Peygamber öyle olaylara şahit olmuştur ki, Ondan başka biri bunları görecek
olsa, dehşete kapılıp, aklını kaçırırdı. Ayrıca, faiz, yetim malı yiyenler,
zina edenlerin ve daha başka günahkârların uğrayacağı acıklı azaplarda o gece Resûlullah’a
gösterilmiştir.
Bu olayı duyan birtakım
Müslümanlar, dininden dönmüş, Hz. Ebubekir ise, “Bu olayda garibinize gidecek
ne var, O’nun göklerden haber getirmesi, şüphesiz bu olaydan çok daha ötedir”
diyerek Sıddık lakabını almıştır.
Peygamberimiz (sas) Kudüs’e
giderken yolda gördüğü deve kervanlarının durumundan ve daha önce hiç gitmediği
Mescidi Aksa’dan verdiği haberler aynen doğru çıkmış ve müşriklerin kara
propagandalarını boşa çıkarmıştır.
Bu olaydan çıkarılacak
derslere gelirsek;
Miraç’ta Hz. Peygamberin bütün
Peygamberlerle görüşmüş olması İslam’ın evrenselliği ve Allah (cc) katında tek
dinin İslam olduğunu, Müslümanların ilk kıblesi olan Kudüs’ün önemi, Cebrail’in
dahi gidemediği ve arada bir elçi olmaksızın bizzat Âlemlerin Rabbinden bize
hediye olunan 5 vakit namaz ibadetini muhafaza etmemiz, (namazı terk etmek
insanı küfre kadar götüren büyük günahlardandır) insanların bu dinden yüz
çevirdiklerini gördüğümüzde onların fıtratında mutlaka bir bozulma olduğu ve
gönüllerindeki pası gidermek için çalışmamız gerektiğini, meydana gelen bu olay
nedeniyle Hz. Peygamber (sas) kendisini yalanlayacaklarını bile bile,
insanların gönüllerini hoş tutmak amacıyla hakikati gizlemediği, (Davetçi en
uygun zaman ve zeminde doğru bir üslup ile tebliğ vazifesinden geri durmamalı)
ve Allah ve Resulünden bir haber geldiğinde takınmamız gereken tavrın Hz.
Ebubekir örneğindeki gibi olması gerektiğidir.
Hz.
Peygamberin Hayatı (12. DERS)
MEDİNEYE HİCRET (1. Bölüm):
Hicretin Sebepleri: Resûlullah
(sas) tam 10 yıl Mekke’de kalmış, davetini sürdürmüştü. Gün olmuş, Mina’daki
panayırlarda “Rabbimin dinini tebliğ edinceye kadar kim beni, Cennetin
karşılığında himaye eder” demiş, gün olmuş Taif’te taşlanmış ama O’na destek
olacak kimseyi bulamamıştı.
Bu panayırların birinde Medine
(Yesrip) diyarından gelenlerden ilk yıl 6 kişi Müslüman olmuş ve ikinci yıl 12
kişi gelerek Birinci Akabe biati gerçekleşmiş, bunun üzerine Peygamberimiz (sas)
İslam’ın yayılması için de buraya Mus’ab b. Umeyr’i görevlendirmişti. Bu sayede
Medine’nin önde gelen birçok şahsiyeti Müslüman olmuş ve Müslümanlar Medine’nin
en saygın kimseleri olmuştu.
Mekke’deki davetin önündeki
yolların tıkanması, Habeşistan’ın Arap topraklarına uzaklığından dolayı ana
merkez olamayacağı ve ancak tali bir merkez olabileceği görülmüştü. İşte tam da
bu anda Resûlullah’a, Allah’ın yardımı hiç ummadığı başka bir taraftan, himaye
ve destek istemeyi bile düşünmediği Medine’den gelmiştir.
Demek ki, davetçi davaya
katılacak tek bir ferdin bile ileride eşsiz bir hazine olabileceğini
bilmelidir.
Allah (cc) bir çıkış yolu
ihsan etmeyi dilediğinde zaferi mihnetin kalbinden nuru da zulmetin göbeğinden
çıkarırdı. Yeter ki, kul üzerine düşeni yapsındı.
Medinelilerin 12 kişi olarak
geldikleri birinci Akabe biatında, onları Resûlullah’a götüren sebep,
Yahudilerin “Bir Peygamber çıkacak ve onunla sizin kökünüzü kazıyacağız
tehdidine karşı” Medinelilerin onlardan önce davranmak istemeleri ve Evs ve
Hazreç kabileleri arasındaki bir türlü bitmek bilmeyen çekişmelerin belki O’nun
sayesinde biteceği ve böylece birlik olacakları umuduyla Resûlullah’a biat
etmeleridir.
Dikkat edilirse, Medinelilerin
kendi aralarında yaşadıkları çekişmezlik ve savaşlar, zahiren şer gibi görünse
de, aslında perde arkasında kıyamete kadar sürecek bir hayrı barındırmıştır.
Yani hayır görünen de şer, şer görünen de hayır olabilir.
Hicretten önceki son Akabe
buluşmasına Medine’den ikisi kadın toplam 73 kişi gelmişti. Henüz Müslüman
olmadığı halde Resûlullah’ın amcası Abbas’ta orada idi ve Evs ve Hazreç’ten
gelen heyete hitaben “Muhammed’in bizim aramızda ayrı bir yeri, kavmi içinde
saygınlığı vardır. Şöyle ya da böyle himayemiz altındadır. Eğer siz O’nu, Arabıyla
Acemiyle bütün insanlığa karşı koruyacağınıza kesinkes inanıyor ve söz
veriyorsanız işte size yüklendiğiniz sorumluluk. Yok, eğer mallarınıza bir
talan geldiğinde ya da önde gelenlerinizin canlarına kıyıldığında kendisini
yarı yolda bırakacak iseniz şimdiden bu işe girmeyin.” dedi. Onlarda karşılığı
Cennet olmak üzere, istekli-isteksiz, darlık-bolluk, kolaylık-zorluk gibi her
türlü şartlar altında, kendi kadınları ve öz evlatlarını korudukları gibi Resûlullah’ı
koruyacaklarına, marufu emir-münkerden nehiy hususunda hiçbir kınayıcının kınamasından
korkmamak üzere söz verip, Resûlullah’a biat ettiler.
Resûlullah (sas) hem dünya hem
ahiretin hayrıdır diyerek “Ya Resûlullah,
Bizimle Yahudiler arasında bir anlaşma var ve biz seni aldığımızda bu bağları
koparıp atacağız. Gün geldi ve Allah (cc) seni hâkim kıldı, o zaman bizi
bırakıp kavmine dönmen söz konusu olur mu?” dediler. Resûlullah (sas) şöyle
buyurdu. “Kanınız kanımdır, hürmetiniz hürmetimdir. Ben sizdenim, siz de
bendensiniz. Kiminle savaşırsanız onunla savaşır, kiminle barışık olursanız,
onunla barışık olurum.”
Bu olaylardan günümüzde
çıkarılacak o kadar çok ders var ki, bunu da herkes kendi nefsinde düşünsün.
Hz.
Peygamberin Hayatı (13. DERS)
MEDİNEYE HİCRET (2. Bölüm):
Kureyşliler Daru’n Nedve’de Hz.
Peygamberi öldürmek üzere karar almışlardı. Bu toplantıya Şeytan, Necd ehlinden
yaşlı bir adam kılığında katılmıştı.
Allahu Teâlâ (cc) bu haberi Resulüne
bildirmiş, bunun üzerine Resûlullah (sas) Hz. Ebubekir’e bir öğle sıcağında
yüzü örtülmüş olarak tam bir gizlilik içinde Hicret etmek üzere gelmişti.
Çıkışta evin arka kapısı kullanıldı. Hicret hazırlığı için yardım edenlerin
dışında hiç kimseye, bilgi verilmedi.
Hz. Ebubekir, Resûlullah’a
hicret için, Allah (cc) tarafından izin verileceği günü bekliyordu. Eli
altındaki iki deveyi tam dört aydır, bu iş için özel besleyerek hazırlamıştı.
Hicret günü, Hz. Ebubekir “Ya Resûlullah (sas) istediğin deveyi al” dedi. Resûlullah
(sas) “Ücreti karşılığı alırım dedi”. Ayrıca Hz. Ali’yi kendisine bırakılan
emanetleri sahiplerine vermesi için emanetçi olarak bırakıp, yine Müşrikleri
yanıltmak için yatağına Hz. Ali’nin yatmasını söyledi.
İlk önce Medine’nin tam tersi
yönünde Sevr Mağarasına gidip orada üç gece kaldılar, ta ki Kureyşlilerin
arayışları biraz dinsin, takipten vazgeçsinler diye. Bu üç gün boyunca Hz.
Ebubekir’in zeki ve kavrayışlı oğlu Abdullah orada geceliyor, seher vakti
erkenden Mekke’ye dönerek sanki geceyi Mekke’de geçirmiş gibi Kureyşlilerin
yanında sabahlıyor ve onların plan ve hilelerini karanlık çöktüğünde gidip Resûlullah’a
anlatıyordu. Ebubekir’in azatlı kölesi, onlara yakın bir yerde koyun güdüp,
taze süt ve et getiriyordu. Ayrıca, Sevr’den Medine’ye doğru çıktıklarında
koyunlarını otlatarak, onların ayak izlerini silme görevini almıştı. Yine üç
gece sonra sabahında buluşmak üzere, henüz Müslüman olmayan ama işinin ehli,
güvenilir usta bir yol kılavuzu kiralamışlardı. Ayrıca Medine’ye hicrette,
kervanların Şam’a giderken kullandığı mutat yolu değil sahil yolunu
kullanmışlardı.
Müşrikler Resûlullah’ı
getirene yüz deve ödül vereceklerini ilan etmişlerdi. Onu takip edenler bir
örümceğin ağlarını ördüğü Sevr Mağarasının önüne kadar gelmişler ama Allah’ın
yardımıyla onları gizlendikleri yerde görememişlerdi. Yani Allah (cc) onları
korumuştu. Ayrıca Medine yolunda Resûlullah’ın izlerini takip eden Süraka adlı
biri tam yetişmek üzere iken Resûlullah’ın bedduası ile sert zeminde atının
ayakları karın kısmına kadar kumlara saplanmış, takip edenleri geri çevirme
karşılığında kumlardan kurtulması için Resûlullah’tan dua istemişti. Bu
mucizeyi gören Süraka, sözünde durarak, Resûlullah’ı takip edenleri “bu tarafta
yok diyerek” geri çevirdi.
Hz. Ebubekir daha yaşlı ve
tanınan birisiydi. Güzergâhları boyunca bu adam kimdir diye Resûlullah’ı soranlara;
Hz. Ebubekir “Bu adam bana yol gösterir” demiştir. Bununla, soruyu soranlar Resûlullah’ı
yol kılavuzu zannetmişler, Hz. Ebubekir ise “hayır yolunu” kastetmiştir.
Medine’ye varmadan önce,
oradaki durumu tam anlamak üzere Medine girişindeki Kuba bölgesinde on küsür
gece konaklamışlardı. Medine’ye girdikleri zaman mescidin yerini hibe etmek
isteyenlerin hibesini kabul etmemiş, ücreti karşılığında satın almışlardı.
Yani özet olarak maddi-manevi
bütün sebeplere sarılmışlardı.
Hz.
Peygamberin Hayatı (14. DERS)
HİCRETİN ÖNEMİ VE MEDİNE
DÖNEMİ BAŞLANGICI:
Hicret, düşmandan veya
sıkıntılardan kaçıp kurtulmak değil, yeryüzündeki bütün Müslümanların tarihlerinin
başlangıcı olmuştur.
Allah (cc) için yola koyulan
her hareketin omurgası; yürüdüğü yol boyunca yılmayan, cihadı aşk bilen,
korkuya asla yenilmeyen, her türlü tehlikeleri göze alıp üstesinden gelecek
kabiliyette olmalıdır. Şu var ki, bu hareket körü körüne olmayan, inceden
inceye işlenmiş bilinçli bir hareket olmalıdır. Hiç kimse Müslümanların
birikimlerini ve gayretlerini yele ve sele verme hakkına sahip değildir.
Günümüzde içlerinde samimiyet
olsa bile, sıkıntılar üst üste geldiğinde ve hâkimiyet ele geçmediğinde bunun
sebeplerini kadere, düşmanın gücüne, safların temizlenmesine yoranlar;
kendileri hiç hata yapmamış gibi gidişatlarını gözden geçirmez, suçu
başkalarının üzerine atar, eften püften bahanelere sarılır. Müslüman tedbirli
ve planlı olmalı, aceleci olmamalıdır.
Peygamber Efendimiz; hicrette
bütün sebeplere sarılmış, kuvvet ve kudretini aşan zorlukta ise, Allaha olan
teslimiyette zerre kadar sarsılmamıştır.
Hz. Muhammed (sas) Medine’ye
girişinde Ensar beş yüz kişilik bir toplulukla onları karşılamış ve Avf
oğulları mahallesinde on dört gece misafir kalmıştı. Sonra Neccar oğulları
kılıçlarını kuşanmış bir şekilde gelmişler ve devesinin ilk çöktüğü yere
Mescidi, ikinci çöktüğü yerde ise, Eyüp El Ensari ra. evinde misafir kalmıştır.
Neccar oğulları, Akabe
biatının her üçüne de katılan, inşa edilen mescidin arazisinin sahibi, Hz.
Peygamberin (sas) dayıları olup, tercih son derece yerinde ve derin bir anlam
taşımaktadır.
Hz. Peygamberin Medine’ye
vardıktan sonraki ilk işi Mescidi Nebevi’yi inşa etmek olmuştur. Böylece ilk
İslam Devleti kurulmuştur. Tam on üç yıl boyunca Mekke’de korku ve endişe içinde
ibadet edenlere, Allah’ın (cc) yeryüzünü onlara eğemem kılacağı ve emniyete
kavuşturacağı vaadi böylece gerçekleşmiştir. (En Nur 55. Ayeti Kerime)
Günümüzde mimari açıdan
şaşaalı bir hayli camilerimiz var ama İslam için bir hareket merkezi olması
gereken mescidler, sadece namaz kılma yerine dönüşmüştür.
Hz.
Peygamberin Hayatı (15. DERS)
DAVETİN MEDİNE DÖNEMİ:
Ensar-Muhacir Kardeşliği: Resûlullah
(sas) ashabı olan Muhacirlerle Ensar’ı kardeş kılmış, Ensar her şeyini yarı
yarıya Allah (cc) için paylaşmak istemiş ancak bütün varlığını Mekke’de
bırakarak gelen Muhacirler onlardan pazarın yolunu göstermelerini istemiş ya da
ücreti karşılığı çalışma yolunu seçmişlerdir.
Ayrıca Hz. Peygamber (sas)
Muhacirlerin ziraat işine dalmamalarını, bilakis cihad ve gazaya her an hazır
olmalarını arzu etmiştir. Önceleri bunlar birbirlerine mirasçı iken, daha sonra
gelen Ayeti Kerime ile aralarında kan bağı olmayanların varisliği
kaldırılmıştır.
İnsanlık tarihi böyle bir
kardeşlik örneği görmemiştir. Bu da baskı ya da zorlama yoluyla değil Allah’ın (cc)
rızasını kazanabilmek için yapılan bir fedakârlıktır. Bugün kırkta bir zekâtını
vermekte zorlanan Müslümanlar varken, o gün malının yarısını gönül hoşluğuyla
paylaşmak isteyenler Müslümanlar vardı.
Günümüzde beşeri toplumların
önüne hakmış kurtuluşmuş gibi sunulan, insanlığı emperyalist patronlara yem
eden kominizm, kapitalizm, sosyalizm bünyelerinde çöküşten gayrı bir şey
taşımamaktadır. Kanunların biricik vazifesi ise, bunların zorbalık ve
cürümlerine yasallık katmaktır.
Müslüman toplumlarda ise,
sanki bütün meselenin iktidara gelmek olduğunu zanneden bir kısım beylerimiz, kendilerine
iktidar fırsatı verilir verilmez sanki ilk nesil Müslümanlarda görülen seviyede
olduklarını zannedip, yaptıklarına İslami kılıf uydurmayı da eksik etmeyerek
nefis terbiyesinden yoksun oldukları için mal-mülk-şöhret peşinde kendilerini
aldatmaktadırlar.
İlk İslam toplumuyla ilgili
nazari bilgilerimizin olması, onlar gibi bir nesil olduğumuz anlamına gelmediği
gibi, bu işler kuru temenni ve boş lakırdıyla değil, önce Müslümanların
kendilerini ıslah etmeleri sonra uzun çalışma ve tecrübeler ışığında
gerçekleşir.
Medine Vesikası: Medine İslam
devleti kurulduktan hemen sonra Hz. Peygamber’in (sas) gözetimi altında
yazılan, İslam Devletinde Müslüman, Gayrimüslim ve Bütün Vatandaşların Hak ve Sorumluluklarının
belirlendiği, bundan başka Devletin savunulması, Komuta Kademesi, Mali
Sorumluklar, Cezai Hükümler vb. devlet yönetimiyle ilgili hususların yazıldığı,
Ümmetin ilk anayasası diyebileceğiz bir metindir.
Hz.
Peygamberin Hayatı (16. DERS)
EN ÖNEMLİ SERİYYE VE GAZVELER:
Gazve, Resûlullah (sas)’in
bizzat ordunun başında bulunarak, Seriyye ise Ashabından birini komutan olarak
atayıp gönderdiği seferlerdir.
Resûlullah (sas) 19 gazve
yapmış ve 8’inde ise kıtalde bulunmuş (Bedir, Uhud, Hendek, El Mureysi, Kudayd,
Hayber, Mekke, Huneyn), bunlardan başka 24’de Seriyye göndermiştir.
Haksız bir şekilde
yurtlarından çıkarılan, mal-mülklerini terketmek zorunda kalan ve Kâbe’ye
gitmekten alıkonan Muhacirlerin Medine’ye niçin geldiklerini anlamaları ve
tevhid bayrağını yeryüzünde dalgalandırmaları için, kendilerine bir dayanak
olarak geldikleri Medine’de, şirkin kökünü kurutmak için savaş artık bir hak
olmuştur. Kureyş adım adım takip edilecek, Arap Yarımadasında İslami bir askeri
gücün varlığı ilan edilecektir. Civardaki kabileler ile Kureyş ile yaşanacak savaşta
tarafsız kalmalarını sağlayacak bazı anlaşmalarda yapılmıştır.
Hz. Peygamber’in (sas) Bedir savaşından
önceki ilk gönderdiği seriyyelerin başında Ubeyde b. El Haris (amcazadesi),
Hamza b. Abdulmuttalip (amcası), Sa’d b. Ebi Vakkas (dayısı), Abdullah b. Cahş
(halazadesi) gibi O’na en yakın kimseler olup, kendisi de çıktığı gazvelerde
bizzat birliklerin başındadır. Yani herkesten önce kendisi ve en yakınları
tehlikenin en önündedir.
Bu yeryüzünde İslam davası
adına yola çıktıklarını söyleyenler için büyük bir derstir. Vaaz ve irşad
makamında bulunanlar, insanlardan beklediği fedakârlığı önce kendileri
yapmalıdır.
Ayrıca Abdullah b. Cahş
Seriyyesinde “Başınıza öyle birini atayacağım ki, sizin en takvalınız değildir
ama açlık ve susuzluğa karşı en dayanıklınızdır” örneğinde olduğu gibi, hayatın
zorlukları karşısında sabır, ani gelişmeler karşısında kıvraklık, düşman
karşısında yılgınlık göstermeyip sebat etmek gibi komutan olacak kişinin
vazifeye ehil olması ilk sahip olunması gereken özelliklerdendir.
Abdullah b. Cahş Seriyyesinde,
ona bir pusula yazmış ve iki gün yol aldıktan sonra açmasını emretmiş
(gizliliğe riayet), ve Seriyye sonunda Müslümanların Kureyşlilere ait bir
kervanı ve 2 kişiyi esir almaları sonunda, Kureyşlilerin fidye karşılığı o iki
esiri almak istemeleri teklifine, henüz onların elinde olup olmadıkları bile
belli olmayan ve nöbetleşe bindikleri deveyi kaybettikleri için birlikten geri
kalan iki sahabenin sağ salim Medine’ye dönmedikçe, Kureyşlilere ait esirlerin
teslim edilmeyeceğini açıklaması Resûlullah’ın, Müslüman Cemaatin her bir ferdi
üzerine olan titizliğini açıkça ortaya koymaktadır. (Deveyi kaybedip birlikten
geri kalmakta ihmal vardır ama içe dönük muhasebe ise ayrı bir şeydir)
Diğer yandan Recep ayının son
günü olması nedeniyle aralarında istişarede bulunup, yaşadıkları tereddütten
sonra kıtalde bulunan sahabelere, Resûlullah (sas) Efendimizin “Ben size haram
ayda kıtali emretmedim, sadece Kureyşlilerin planlarını öğrenin” diye emrettim
tavsiyesine aykırı bir davranışta bulunarak oldukça üzülen ve Müslümanları zora
sokan sahabelerin durumu ile Müşriklerin, “Müslümanların haram ayda kıtal
yaptıkları propagandası karşısında” inen Ayeti Kerime şu şekildedir.
“Sana haram ayı ve o ayda
yapılan kıtali soruyorlar. De ki; o ayda kıtal etmek büyük cürümdür, insanları
Allah’ın yolundan menetmek, O’nu inkâr etmek, ziyaretçilerin Mescid-i Harama
girmelerine engel olmak, onun halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha
büyük bir cürümdür.” (El Bakara Suresi)
“Yeryüzünde fitne kalmayıncaya
ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın” (El Bakara 193)
Kıtalde bulunan sahabeler için
inen Ayeti Kerimede ise “İman edenler, hicret edenler, Allah (cc) yolunda cihad
edenler, şüphesiz bunlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah (cc) gafurdur,
rahimdir.” (El Bakara 218)
Hz.
Peygamberin Hayatı (17. DERS)
BEDİR GAZVESİ:
Bedir’e ilk çıkış hedefi
Kureyşlilere ait bir ticaret kervanının ele geçirilmesiydi. Ancak bunu haber
alan kervandakiler, bir haberci vasıtasıyla Kureyşliler ’den yardım
istemişlerdir.
Bugünde ticaret yollarını ve
yeraltı-yerüstü zenginlikleri ele geçirip, dünyaya hâkimiyet kurmak için mücadele
verilmiyor mu?
Ayeti Kerimede “Allah (cc)
size iki taifeden (Şam’dan gelen ticaret kervanı veya Kureyşin silahlı
birlikleri) birinin muhakkak sizin olduğunu vadettiği zaman, siz silahlı
olmayanın kendinizin olmasını istiyordunuz. Allah’ta hakkı açığa vurmak ve
kâfirlerin arkasını kesmek için savaşmanızı istiyordu.” (El Enfal 7)
Kureyşlilerin kervanlarını
korumak üzere yola çıktıklarını haber alan Allah (cc) Resulü, Müminlerden bir
kısmının savaş için isteksiz olmalarını göz önünde tutarak ashabıyla istişare
etmiş ve Medine dışında olmaları nedeniyle özellikle Ensar’dan tekrardan söz
almış, sonrasında Bedir’e yakın bir yere varıp, düşmanla ilgili bilgi
toplamıştır.
Bedir savaşı, (Yevmu’l Furkan)
Hicretten 18 ay sonra, Ramazan ayının 17 gecesi sonu Cuma sabahıdır.
Müslümanlar Talut’un ashabının sayısı kadar yani 319 kişi, müşrikler 1000 kişi
idiler. Müşriklerin safında zahiren zafer gerektiren, müminlerin safında ise
zahiren hezimet gerektiren bütün şartlar mevcuttu.
Resûlullah (sas) sesli olarak “Allah’ım
bana vaat ettiğini yerine getir. Eğer ehli İslam’ın bu bölüğünü helak edersen
artık yeryüzünde sana ibadet edilmeyecek” diyerek dua etti. Allah’ta (cc) bu
duaya karşılık başlarında Cebrail, Mikail ve İsrafil olan üç bin melekle Müslümanlara
yardım etti. Bir savaş düşünün. Bir tarafta Şeytan ve Ebu Cehil, diğer tarafta
Cebrail ve Hz. Muhammed.
İnsan suretinde savaşa katılan
Şeytan, Meleklerin Müşriklere yaptığını görünce, ölümün kendisine de
ulaşmasından korkup kaçarak kendisini denize atmış ve Allah’ım! Bana verdiğin
mühlete sığınırım demiştir.
Bedir’de din uğruna, Allah
yolunda savaş yapılıyordu. Baba oğulla, amca yeğenle, kardeş kardeşle karşı
karşıya idi.
Mus'ab bin Umeyr ra. İslâm'ın
sancaktarı, kardeşi Ebu Aziz bin Umeyr ise Kureyş ‘in birinci bayraktarıydı.
Hz. Ebu Bekir’in ra. bir oğlu
Abdullah kendi yanında, diğer oğlu Abdurrahman müşriklerin safındaydı.
Resûlullah Aleyhisselâm'ın bir
amcası Hamza ra. Müslümanlar tarafında, diğer amcası Abbas düşman tarafında
idi.
Yine Resûlullah
Aleyhisselâm'ın amcası Hâris'in oğullarından Ubeyde ra. Müslümanların arasında,
Ebu Süfyan ile Nevfel ise müşriklerin arasındaydı.
Hazret-i Hatice ra.
Vâlidemiz'in kardeşi Nevfel bin Huveylid İslâm'ın en büyük düşmanlarındandı.
En çok sevdiği amcası Ebu Tâlib'in
oğlu Hazret-i Ali ra. kendi yanında, diğer oğlu Âkil karşı taraftaydı.
Muhterem kızı Zeynep’in ra.
kocası Ebül-Âs yani damadı da hasımların içindeydi.
Hak ile bâtıl, tevhid ile şirk
karşı karşıya gelmişti.
O gün için Müslümanlar 70
kişiyi öldürüp, 70 kişiyi esir almışlardı. Esirler arasında Resûlullah’ın
amcası Abbas’da vardı.
Bedir İslam tarihinde; sabır
ve tahammül yerine, hareket ve hamleye ait furkan dönemi olmuştur. Zafere sırf
silah ve hazırlık gücüyle değil, hakiki ve sağlam bir inançla ulaşılabileceğini
göstermiştir.
Hz.
Peygamberin Hayatı (18. DERS)
UHUD GAZVESİ (1. Bölüm):
Hicretin 3. Yılı Şevval ayının
7’si (23 Mart 625 tarihinde) Cumartesi
günü vuku bulmuştur.
Kureyşliler açısından Uhud’un
ana amacı, Bedir’in öcünü almaktır. Ticaret kervanlarındaki bin deve yükünden
elde ettikleri gelir 50 bin dinar olmuş ve Resûlullah ile savaşmak için bu işe
yarısı olan 25 bin dinar ayırmışlardır. 700’i zırhlı toplam 3000 kişilik bir
ordu kurmuşlardır. Kureyş kendi başına Hz. Peygamber ve ashabıyla baş
edemeyeceğini anladığı için diğer Arap kabilelerinin de yardımına başvurmuştur.
Abbas ra. bu durumu bildirmek
üzere, Ğıfar oğullarından bir adam ile Resûlullah (sas) Efendimize bir mektup
yazmış, Resûlullah (sas) ashabıyla yaptığı istişarede Medine’de kalıp savaşmayı,
Ensar’dan bazı gençler ise “Ya Resûlullah, cahiliye devrinde bile bize
Medine’de kimse saldıramadı” diyerek Medine dışında açık alanda savaşmayı
istemişler, sonra da bu kararlarından pişmanlık duyup, Resûlullah ’tan özür
dileyerek “Ey Peygamber, senin dediğin gibi olsun” demişlerdir. Resûlullah (sas)
ise “Bir Peygambere, savaş elbisesini bir kez giydikten sonra artık onu savaşmadan
çıkarmak yakışmaz” diye cevap vermiştir.
Cuma namazı sonrası Resûlullah
Efendimiz 1000 kişiyle birlikte yola çıktı. Medine ile Uhud arası yarı yolda
münafıkların reisi Abdullah b. Ubeyy b. Selül, istişarede Resûlullah (sas)
Efendimizin görüşüne uyulmadığı gerekçesiyle “ne diye canlarımızı ölüme
sürükleyelim” diyerek 300 kişiyle birlikte ordudan ayrıldı. Kendisine, düşmanla
karşı karşıya geldikleri bu vakitte orduyu yalnız bırakmayın diyenlere ise “Biz
savaş olacağını sanmıyoruz, savaş olacağını bilsek sizi yarı yolda bırakıp
gitmezdik” demiştir. Böylece Müslümanlar 700 kişi kaldı.
Hz. Peygamber, bir okçu
birliğini, Müşriklerin Müslümanlara arkadan saldırma ihtimali olan tepeye
yerleştirdi ve şöyle dedi. “Düşmanlara galip geldiğimizi görseniz bile asla
yerinizden ayrılmayın. Düşmanların bize galip geldiklerini görseniz bile
yardımımıza gelmeyin”
Savaşın ilk anında Müşrikler
hezimete uğramış, düşman kadınları can havliyle dağa doğru kaçmışlar, bu durumu
gören tepedeki okçulardan bir kısmı ganimet toplamak için yerlerinden
ayrılmışlardı. Bu durumu gören ve sonradan Müslüman olan Halid b. Velid ise
Müslümanları arkadan kuşatarak, Müslümanları galipken mağlup duruma
düşürmüştür.
Resullullah Efendimiz kuşatma
altında kalmış, bu kuşatmada Ensar’dan 11 kişi onu korumak için şehid olmuş,
Muhacirlerden Talha b. Ubeydullah ra. aldığı sayısız darbeden dolayı yaralanmış
ve yere yığılmıştı. Resûlullah’ın (sas) sağ alt ön dişi kırılmış, alt dudağı
yaralanmış, alnı yarılmış, miğferinin iki halkası yanağına batmıştı. Yanında
hiç kimse kalmamıştı. Bu sırada iki melek Cebrail ve Mikail onu korumak üzere savaşmışlardı.
Çok geçmeden Ebubekir ve Ebu Ubeyde ve Müslümanlardan bir öbek yaklaşık 30 kişi
gelerek kuşatma yarılıncaya kadar Resûlullah (sas) Efendimizi savunmuşlardı.
Müslümanlar bu savaşta
Peygamberimizin amcası, şehitlerin efendisi Hz. Hamza ra. dahil 70 şehid
vermişler, müşriklerden 45 kadarı öldürülmüştü.
Hz.
Peygamberin Hayatı (19. DERS)
UHUD GAZVESİ (2. Bölüm):
Uhud, Müslümanlar açısından
sadece bir imtihan, sınama ve arındırmadır. Yoksa bir hezimet değildir.
Bedir Gazvesi kâfir ile
müminin (El Enfal 37), Uhud Gazvesi ise mümin ile münafığın (Ali İmran 166-168)
ayrıştırılması imtihanıdır.
Uhud’ta ilk anda zafer
Müslümanlarda iken, Hz. Peygamberin emrine karşı gelinmesi ve kiminin dünyalık
ganimet peşinde koşması sonucu Allah (cc) Müslümanlara yenilgiyi gösterdi.
Zafer, tıpkı rızık ve ecel
gibi Allah’tandır. Yeryüzündeki hiç bir kuvvet, Allah’ın (cc) karşısında
duramaz. (Ali İmran 160)
Allah’ın yardımına mazhar
olabilmek için, O’nun yolu üzerinde içtenlik, samimiyet ve istikamet üzere
olmak gerekir. (Muhammed 7)
Allah’ın yardımına mazhar
olabilmek için Allah ve Resulünün emrine itaat ile safların ve sözlerin birliği
lazımdır. (El Enfal 45-46)
Dünyalık sevgisi ve ona ulaşma
arzusu ümmeti Allah’ın yardım ve zaferinden mahrum kılar. (Ali İmran 152)
Hezimete sebep olan şey sayı
azlığı ya da teçhizat kıtlığı değildir. (Ali İmran 123)
Ancak, savaş için düşman
karşısında maddi-manevi bütün hazırlıklar yapılmalıdır. (El Enfal 60)
Ayrıca düşmanla
karşılaşıldığında sabır ve sebat göstermek ve Allah’ı çokça zikretmek zaferin diğer
şartlarındandır. (El Enfal 15 ve El Enfal 45)
Bedir’de yemin ederek “Sen ve
Rabbin gidin savaşın, biz burada oturacağız” diyenler gibi olmayacaklarını
söyleyenler var iken; Uhud’ta “Ne diye canlarımızı ölüme sürükleyeceğimizi
bilmiyoruz” diyerek ordunun üçte birini yarı yolda bırakanlar var. Buna rağmen
kalan 700 kişinin tamamı da iman bakımından aynı değildir. Münafıkların reisi
ve taifesiyle bir şekilde bağlantılı kimseler vardır ve savaşın gidişatını ve
şeklini değiştirenler onlar olmuştur. (Ali İmran 152 ve 154)
Buna rağmen Uhud’ta zor
zamanda yılmayan, şehidlerin efendisi Hz. Hamza var, 70 darbe almış ve kız kardeşi
tarafından ancak parmak uçlarından tanınmış Enes b. Nadr var, Ebu Dücane gibi sırtlarını,
Katade gibi gözlerini Resûlullah (sas) için kalkan edenler var, beni Resûlullah
sansınlar diyerek zırhını Resûlullah ile değiştiren ve yirmi küsür yara alarak
şehid olan Ka’b b. Malik’ler var.
Muhtemel bir hezimeti savuşturan
ve o çözülmüşlük halini çok geçmeden yalçın dağlar gibi sarsılmaz sebata
çeviren, Müşriklerin Medine’ye ilerlemelerine müsaade etmeyen ve ertesi gün
onları Mekke’ye doğru kovalayan Nebevi Komuta var.
Hz.
Peygamberin Hayatı (20. DERS)
HENDEK GAZVESİ:
Uhud gazvesinden iki yıl
sonra, hicretin beşinci yılı 627 senesinde, Araplar ve Beni Kureyza Yahudi
kabilesi tarafından eski adı Yesrip’in (günümüzde Medine’nin) 27 gün boyunca
kuşatılmasıdır.
Sebebi; Hz. Peygamber (sas), ihanetleri
yüzünden Yahudilerden en-Nadir oğullarını Medine dışına çıkarmış, onlarda
Hayber’e gitmişlerdi. Bunun üzerine Beni Kureyza Yahudilerini kışkırtmışlar, akabinde kitap ehli oldukları halde Kureyş
Müşriklerine gidip, “Sizin putlarınız ve dininiz Muhammedin dininden daha
hayırlıdır ve Allah’a daha yakındır” diyerek Kureyş’i kışkırtmışlardır. (En
Nisa 51-55 Ayetlere bakınız)
Kureyşliler ise, Uhud’ta kesin
bir zafer kazanamamışlardı. Ayrıca Mekke kervanlarının Mısır, Suriye ve Irak
yolu kapatılmıştı. Dolayısıyla Kureyşliler, bu teklife güle oynaya evet
dediler. Kureyşten sonra Gatafan’ı kışkırtmışlar, Kureyşlilerinde diğer Arap
Kabilelerini kışkırtmışlar, böylece Kureyş, Esed, Suleym ve Gatafan kabileleri
ile birlikte toplam 10.000 kişilik orduyla, müşrikler Medine’ye saldırıya
geçmişlerdir.
Huza’a kabilesi müşriklerin savaş
için hazırlık yaptığını Resûlullah (sas) Efendimize haber vermiş, yapılan
istişare sonunda, Hz. Selman’ın ra. hendek kazarak şehri savunma fikri kabul
görmüştür. Böylece Sel dağı arkalarına alınarak düşmanın geçemeyeceği büyük
hendekler (kazma-kürekle) kazılmıştır. Müslümanlar bu savaşta 3000 kişiydiler.
Hendek Gazvesinde yaşanan bazı
mucizeler şunlardır. Karşılarına çıkan ve bir türlü kırılmayan büyük bir kaya
kütlesini, Resûlullah (sas) “Bismillah” diyerek vurarak kum yığını haline
getirmiş, Müslümanlara zamanın iki büyük devletinin Rum ve Fars’ın fethini
müjdelemiştir.
Münafıklar, bu söz karşısında
“Hz. Muhammed ve ashabı açlıktan karınlarına taş bağlamışlar, Muhammed ise bize
hendekler içinde Pers ve Rum saraylarını vaat ediyor” demişlerdir.
Yine Resûlullah (sas) ve
ashabının açlıktan karnına taş bağladığı bir dönemde Resûlullah (sas)
Efendimizin Hz. Cabir’in kestiği bir keçinin kaynamakta olan çömleğine ve ekmek
hamuruna bereketlenmesi için yaptığı duası sonunda, o gün 1000 kişinin karnı
doymuş ve pişirilen yemekte artmıştır.
Biz diğer mucize ise Resûlullah’ın
“Bundan sonra Kureyş bize asla saldıramayacak bilakis biz onlara saldıracağız”
sözü gerçekleşmiştir.
Gazvede Müslümanlar çok
sıkıntılar çekmişlerdi. Bir defasında Resûlullah (sas) ve ashabı çatışmaların
gün boyu devam eden şiddetinden dolayı namazlarını ancak yatsı vaktinde
kılabildiler.
Bir ara Müslümanların gözünden
kaçan hendekteki dar bir noktadan geçen Amr b. Abd adlı müşriği Hz. Ali, kaşla
göz arasında öldürdü. Nevfel b. Abdullah hendeğe düştü ve orada öldürüldü.
Diğer bazıları da kaçtılar.
Savaş esnasında Resûlullah (sas)
Efendimizin “Harp hiledir” sözünün
gereğince, müşriklerin aralarındaki birliği bozacak stratejiler uygulamış, Kureyza
oğulları ile Kureyş-Gatafan arasındaki işbirliği bozulmuş, Allah’ta (cc) kâfirlerin
üzerine fırtına göndermiş, (El Ahzap 9) böylece müşrikler savaş olmaksızın
hezimete uğrayıp gerisin geri dönmüşlerdir. (El Ahzap 25)
Hz.
Peygamberin Hayatı (21. DERS)
HUDEYBİYE ANLAŞMASI:
Resûlullah (sas) umre yapmak
maksadıyla 1400 kişiyle yola çıktı. Bunu haber alan Kureyşlilerin, bazı Arap
kabilelerini de toplayarak “Müslümanlarla savaşmak ve onları Beytullah (Kâbe)’den
alıkoymak istediklerine” dair haberler yolda Resûlullah’a (sas) ulaştı.
(Allah’ın bir konuda bir emri yoksa) Her
zaman olduğu gibi Resûlullah’ın (sas) ashabıyla yaptığı istişare sonunda, “Mekke’ye
Umre niyetiyle gideceklerini, savaş istemediklerini, ancak Beytullah ’tan
alıkonurlar ise, savaşacaklarını beyan edip” yola koyuldular.
Müslümanların komuta
kademesine bağlılığı ne kadar da güzeldir. Hazırlıksız gelinen bir yerde, Resûlullah’ın
(sas) kendilerini apaçık bir savaşın içine soktuklarına dair kimseden bir
şikâyet sesi duyulmamıştır. Acaba bugün biz Müslümanların hali nasıl?
Mekke’de Kâbe’ye inecekleri
tepeye vardıklarında, içinde azıcık su birikintisi bulunan Hudeybiye denilen
mevkide, İlahi bir yönlendirme sonucu Resûlullah (sas) Efendimizin devesi Kasva
çöktü ve kimse deveyi tekrar olduğu yerden kaldıramadı. Ashap, deve inat etti
dediler. Resûlullah (sas) “Kasva inat etmedi. Onun öyle bir huyu yoktur. Ama
Ebrehe ordusunda filleri Mekke’ye girmekten alıkoyan Allah, onuda alıkoydu”
buyurdu. Bunun üzerine orada konakladılar. Çok geçmedi ve oradaki azıcık su da
bitti. Durumu Resûlullah’a bildirdiler. Resûlullah (sas) Efendimizde dua etti
ve duası ile su tekrar bereketlendi.
Bu arada müşriklerden haber
almak üzere, Mekke’ye elçi olarak giden Hz. Osman’ın öldürüldüğü haberi
üzerine, Müşriklerle savaşmak üzere Resûlullah (sas) ashabından (bir kişi
hariç) söz aldı. Tarihte bu olay, (Bedir ehlinden sonra kıyamete kadar tarihin
en hayırlı Müslümanları olarak bilenen) Rıdvan Biati olarak bilinmektedir. Ancak,
sonrasında Hz. Osman’ın öldürüldüğü haberinin doğru olmadığı ortaya çıktı, bu
arada müşriklerde, Müslümanlardan korkup çekindikleri için anlaşma yapmak üzere
bazı elçiler gönderdiler.
Kureyşliler adına Süheyl b.
Amr ile yapılan anlaşmada, Müslümanların bu sene yerine, gelecek sene Umre
yapması kararlaştırıldı. Anlaşmada, ilk bakışta Müslümanların aleyhine gibi
görünen bazı maddeler vardı. Bir müşrik Müslüman olursa tekrar kavmine iade
edilecek ama Müslümanlıktan dönen olursa iade edilmeyecekti. Yine anlaşmaya
müşriklerin itirazı üzerine Allah’ın Resulü Muhammed yerine sadece Muhammed b.
Abdullah yazılmış ve Bismillahirrahmanirrahim yerine sadece Allah’ın adıyla
yazılmıştı.
Sulh ya da mütareke, zaaftan
kaynaklanan bir şey değildi ve bunun kaynağında kuvvet yatmakta idi. Aslında
Mekkeli müşriklerin Müslümanlara korku salma planları suya düşmüştü.
Anlaşma metni yazıldıktan
sonra, Resûlullah (sas) Efendimiz ashabına “kalkın ve kurbanlarınızı kesin,
sonra da tıraş olun” buyurdu. Ashabı Kiram bu anlaşmadan memnun olmadıkları
için, hiç kimse denileni yapmadı. Peygamberimiz kalktı ve Ümmü Seleme’nin
çadırına gidip, gördüğü muameleyi anlattı. Ümmü Seleme validemiz, “Ey Allah’ın
Resulü, bunu gerçekten arzuluyorsan çıkıp kendi kurbanını kes ve berberini çağırıp
tıraş ol, kimseyle de konuşma” dedi. Resûlullah (sas) Efendimizde çıktı,
kurbanını kesti ve arkadan tüm ashapta aynısını yaptılar.
Hudeybiye Anlaşması, Resûlullah
(sas) Efendimizin Hendek Gazvesinde söylediği “Bundan sonra biz onlara
saldıracağız, onlar bize saldıramayacak” sözüne ait yeni bir dönemin başlangıcı
olmuştur.
Hz.
Peygamberin Hayatı (22. DERS)
HAYBER GAZVESİ:
Müslüman toplumların
düşmanlarına yem olmamak için, çevrelerinde olup bitenleri çok iyi takip etmeleri
gerekmektedir.
Yahudiler, Hendek Gazvesinde
Mekkeli müşriklerle işbirliği yapmış, diğer yandan Mekke-Medine-Şam ticaret
yolu üzerinde tehlike oluşturuyorlardı.
Müslümanlarla yaptıkları
ahitlerini her defasında bozmuşlardı. (EL Enfal 55-58)
Hudeybiye Anlaşması ile
Kureyş’ten gelecek tehlike bertaraf edilmişti. Hudeybiye dönüşü yolda Resûlullah’a
(sas) “Resulüm, Biz sana apaçık bir fetih ve zafer yolu açtık” Ayeti Kerimesi
ile başlayan Fetih Suresi nazil oldu.
1600 kişilik Müslüman ordusu,
Gatafanlılardan gelecek yardımı engelleyecek şekilde konuşlandı ve Allah (cc)
Hayber’in fethini Hudeybiye Anlaşmasından hemen sonra, bir aydan kısa bir
zamanda Müslümanlara nasip etti.
Hayber Ehlinin bir kısmı
canlarını kurtarma karşılığında başka yere göç etti, bir kısmına ise elde
edilen ürünlerin yarısını vergi olarak vermek ve istenildiği vakit çıkarılmak
üzere müsaade edildi.
Hayber’de fethedilen birçok
kale vardı. Kuşatma 10 gün kadar sürdü. Resûlullah (sas) Hayber günü “Yarın bu
sancağı öyle birine vereceğim ki, Allah (cc) onun eliyle fethi müyesser
kılacak, O Allah (cc) Resulünü sever, Allah (cc) ve Resulü de O’nu sever”
buyurduğu kişi o gün gözleri rahatsız olduğu için Resûlullah (sas) Efendimizin
duasıyla şifa bulan Hz. Ali ra’dir.
Hayber’de savaş esnasında
çarpıcı iki örnek vardır.
Savaş zamanı çok şiddetli bir
şekilde çarpışan ve Resûlullah Efendimizin “Bu Cehennem ehlindedir” dediği
kişi, aldığı yaralara ve acılarına dayanamayıp intihar eden kişidir.
Yine kara renkli çirkin bir
adamın, Allah’ın ahdine sadakat göstererek ölünceye kadar çarpışması sonunda,
Cennete gittiğine dair olaylara şahit oluyoruz.
Bu iki örnek, düşman
karşısında bahadırca savaşan herkesin aslında İslam’ın hakikatini temsil
etmediğini, Allah (cc) yolunda cihad için halis niyetin mutlaka şart olduğunu göstermektedir.
Habeşistan’a hicret eden Cafer
b. Ebu Talip’in dönüşü de Hayber’in fethedildiği zamana denk geldi ve Resûlullah
(sas) onlara yani gemi ehline iki hicret sevabı verildiğini müjdeledi.
Hz.
Peygamberin Hayatı (23. DERS)
MUTE SAVAŞI:
Arap yarımadasında
Hristiyanlığa karşı açılan ilk savaştır. Resûlullah (sas)’in Şam’a gönderdiği
elçisinin canına kastedildiği için bu kararı almıştır. Müslümanlar üç bin kişi,
Bizans Ordusu ikiyüzbin kişi olmasına rağmen, yani kıyas kabul edilmeyecek
kadar çok düşman ordusuna rağmen, zafer Müslümanların olmuştur.
Savaş Hicretin 8. yılında
gerçekleşmiştir. Resûlullah (sas) ordunun başına Zeyd b. Harise’yi, o şehid
edilirse Cafer b. Ebi Talip’i, o da şehid edilirse Abdullah b. Revaha’nın
geçmesini emir buyurdu. Her üçü de şehid oldu. Sonrasında Müslümanlar, kendi
aralarında yaptığı istişare sonrasında, Halid b. Velid’i ra. komutan olarak
seçmişlerdir. (Uhud savaşında okçular
tepesini arkadan dolaşıp Müslümanları zor durumda bırakan, Hudeybiye Anlaşması
sırasında müşriklerin süvari birliğinin başında olan ve henüz Müslüman oluşunun
üzerinden beş ay geçmemiş)
Çünkü o an savaşı bilen
tecrübeli bir komutana ihtiyaç vardır.
Halid b. Velid ra. Mu’te
meydanından Seyfullah lakabıyla ayrılmıştır. Kendisinin 17 yıl boyunca Resûlullah’ın
karşısında duruşu, İslam’a girmesinden henüz dört beş ay geçmeden Seyfullah
lakabının verilmesine mani bir husus olmamıştır. Çünkü kin ve taassup cahiliye
erlerinin işidir.
Hemen hemen bütün ordularda
görülen bir husus vardır. Komutanları öldüğü zaman, onlarda çökerler. Ama İslam
ordusu, sağlam kalıp, konumunu korumuştur.
Komutanlardan Tayyar lakaplı, (her
iki kolunu yitirdiği için) Cafer b. Ebi Talip ra. şehid olduğunda vücudunda 90
küsür kılıç ve ok yarası vardır.
Allah (cc) yolunda cihad edip,
şehadete ermek.
Bu ruh hali günümüz İslam topluluklarına
hâkim olmadıkça, yeryüzünde gerçek İslami varlığın geri dönüşü asla
sağlanamayacaktır. Dünyalık derdiyle zillet ve meskenete rıza göstermek,
ölümden korkmak, cihad ruhunu yitirmek demektir.
Hz.
Peygamberin Hayatı (24. DERS)
MEKKENİN FETHİ:
Savaşın sebebi, Kureyş’in
ahdini bozmasıdır. (Et Tevbe Suresi 12-15)
Şöyle ki; Hudeybiye
anlaşmasının şartlarından biriside, dileyen kabile Hz. Muhammed’in, dileyen de
Kureyş’in akdi ve ahdine sadık kalacaktı. Bu şarta binaen Huza’a kabilesi Hz.
Peygamber’in, Bekr oğulları ise Kureyş’in tarafında yer aldı. 17-18 ay kadar
mütareke şartlarına bağlı kalındı. Bir gece vakti, Mekke’ye yakın bir yerde Kureyş
ve Bekr oğulları bir olup, Huza’a kabilesine saldırdı. Bu olayı haber alan Resûlullah
(sas) sefer için insanlara hazırlık yapılmasını emretti. Kureyşlilerin
duymaması içinde ne zaman nereye sefere çıkacağını gizli tuttu.
Bu olay üzerine Ebu Süfyan yola
çıkıp Medine’ye, Resûlullah (sas) Efendimizle anlaşmayı yenilemeye geldi. “Gel
seninle şu anlaşmayı yenileyelim” dedi. Resûlullah (sas) “Bizler yaptığımız
anlaşma ahdi üzerineyiz. Yoksa siz bir olay mı çıkardınız” dedi. Ebu Süfyan
“hayır” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sas) seferin gizliliği açısından “Biz
aramızdaki anlaşma gereği ahdimiz üzerineyiz” deyip, sözü uzatmadı. Daha sonra Ebu Süfyan, Hz. Peygamberin hanımı
ve kendi kızı Ümmü Habibe, Resûlullah’ın kızı Fatıma, damadı Hz. Ali ve Hz.
Osman, torunları Hasan ve Hüseyin, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer ra. dâhil hepsinden
anlaşmanın yenilenmesi için himaye istedi, ancak umduğunu bulamadan geri döndü.
Dönüşte Mekkelilere “Öyle bir kavmin yanından geldim ki, kalpleri tek bir kalp
üzerinedir” dedi.
Sefer hazırlıkları sırasında
Bedir ehlinden Hatip b. Ebi Belta, küfrü ya da dininden döndüğü için değil, bir
hata yaparak, Mekke’deki ailesi ve mallarını korumak üzere, gizlice bir kadının
saç örgüsü içinde gönderdiği haberin vahiyle Resûlullah’a bildirilmesi üzerine,
kadın yakalanmış ve bu olay üzerine “Allah (cc) düşmanlarının dost
edinilemeyeceği ile ilgili” Mümtehine Suresi 1. Ayeti Kerime nazil olmuştur.
Hicri sekiz buçuk yıl Ramazan
ayında (Miladi Ocak 630 yılında) on bin kişilik ordu ile yola çıkıldı. Mekke’ye
girilmeden önce İslam’ın ihtişamını gören Ebu Süfyan Müslüman oldu. Herhangi
bir direnişle karşılaşılmadan Mekke fethedildi. Resûlullah (sas) Mekke’ye
girişte Fetih Suresini okudu, genel af ilan etti (dört er ve iki kadın hariç)
ve Kâbe’nin içindeki tüm putları (360 adet) yıktı.
Bugün için çıkarılacak
derslere gelirsek;
Azgınlık eden bir asi,
karşısında caydırıcı bir güç bulmadıkça, azgınlığından ve isyanından vazgeçmez.
Müslüman cemaat, kendi
evlatları, dostları ve müttefiklerin yalnız bırakmaz.
Düşmana karşı yürütülecek
faaliyetlerde gizlilik esastır.
Allah’ın düşmanlarına sevgi
gösterilmez ve onlar dost edinilmez.
Müslümanlar, düşmanlarına
karşı saflarda ve sözlerde birlik içinde olmalıdır.
Hz.
Peygamberin Hayatı (25. DERS)
HUNEYN GAZVESİ:
Mekke’nin fethinden hemen
sonra civardaki başta Hevazin olmak üzere putperest kabileler Mekke’yi geri
almak için 630 yılında Taif yakınlarında Huneyn’de kırk bin kişi toplandılar.
Müslüman ordusu ise on iki bin kişi idi ve sayıca çoklukları onları gurura sevketmişti.
“Bugün azlıktan dolayı asla mağlup olmayız” demişlerdi.
Ancak savaşın ilk anlarında
gerisin geri dönüp kaçmışlar, ancak Hz. Peygamber’in (sas) sebatı, (Hz.
Peygamberin yanında sabit kalem duranlar en fazla 80 kişi civarında) Allah’ın müminler üzerine sekineti ve
görünmeyen ordularını indirmesiyle, savaş Müslümanların zaferiyle
sonuçlanmıştır. (Et Tevbe 25-27)
Müslümanların savaş için her
türlü hazırlığı yapmaları istense de, (El Enfal 60) zafer; sayı ve teçhizat
çokluğundan değil, Allah (cc) katından gelir. (Ali İmran 130)
Savaştan sonra Müslüman olarak
gelerek gelen Hevazin heyetine, esirleri iade edilmiş, ganimetler ise
Müellefe-i Kulup (kalpleri İslam’a ısındırılacak olanlara) dağıtılmıştır.
Akabe biatından beri Resûlullah’a
destek olan Ensar’a, Huneyn’de ganimet namına bir şey verilmemişti. Bunun
üzerine Ensar’dan bir grup, “sıkıntı olunca biz çağrılıyoruz ama ganimet
gayrımıza veriliyor” deyince Resûlullah (sas) “İnsanlar dünyalıkla dönüp
giderken, siz Allah’ın Resulü ile dönmeye razı olmaz mısınız?” dedi. Onlar da
razı oluruz dediler.
Allah (cc) yolunun davet
erleri, ihsanın, diğerkâmlığın (kendinden önce din kardeşinin huzur ve
saadetini istemek) ve İslam yoluna adanmışlığın yüce ufuklarına bu şekilde
yükselebildikleri zaman, şu varlık âlemi onlara boyun eğecektir.
Hz.
Peygamberin Hayatı (26. DERS)
TEBÜK GAZVESİ:
Hicretin 9. Yılında Rum
Komutan Heraklius’un, Şam’da kalabalık bir ordu ile Müslümanlara karşı savaş
hazırlığı yapması dolayısıyla, Resûlullah (sas) Müslümanlara, Zilhicce ayından
Recep ayına kadar Rumlara/Romalılara karşı sefere hazırlanmalarını emir
buyurmuştur.
Resûlullah (sas) Efendimizin
bir gazveye çıkılacağı zaman nereye yöneleceğini açık açık söylediği pek
nadirdir. Ancak Tebük Gazvesi kavurucu sıcakların olduğu insanlar için zor bir
zamana denk geldiği için, yolun uzunluğu, şartların zorluğu, düşmanın çokluğu
nedeniyle, hazırlık yapılabilmesi için Resûlullah (sas) ashabına bunu açıkça
beyan etmiştir.
Münafıkların bu sıcakta sefere
çıkmayın demelerine karşılık (Et Tevbe 81-82) “Cehennemin daha sıcak olduğu”
ayetleri nazil olmuştur.
Müslümanlar, Resûlullah (sas)’in
hayatta olduğu süredeki en büyük ordusu ile (Bedir’in 100 katı olup 30.000
kişi) hücuma geçmesi sonucunda, Bizans Ordusu muharebe yapmadan geri çekilmiştir.
Sefer Müslümanların zaferiyle sonuçlanmış, Eyle Hükümdarı, Cerba ve Erzuh Ehli,
Dume Hükümdarı cizye vermeye razı olarak, anlaşma yapmışlardır.
Bu gazve kılıç ve kalkanın
ağırlıkta olduğu değil, nefislerin ağır bir şekilde imtihana tutulduğu bir
gazvedir.
Bütün Arap Yarımadasına
yayılan Müslümanların bir araya geldiği ilk tecrübe olmuştur.
Hz. Ebubekir ra. sefer
hazırlıkları için malının tamamını, (Geriye Allah (cc) ve Resulünü bıraktığını
söylemiştir) Hz. Ömer yarısını getirmiştir. Hz. Osman ra. ordunun üçte birini
donatmıştır.
Resûlullah Efendimiz (sas)
“Bugünden sonra yaptığı Osman’a zarar vermez” buyurmuştur.
Herkes bu sefer için gücünün
yettiğince hayırda bulunmuş, kadınlar takılarını getirip infak etmişlerdir.
Tevbe Suresinin yarısından
fazlasında “Cihattan ipe sapa gelmez mazeretler sunarak geri kalan ve
başkalarını da alıkoymaya çalışanlar, cihat ordusuna infakta bulunanların
dedikodusunu yapıp gıybet edenler, Resûlullah’a suikast girişiminde bulunup
O’nu devesiyle birlikte sarp yokuştan aşağıya düşürmek isteyenler,
Müslümanların birliği parçalansın diyerek Mescid-i Dırarlar inşa edenlerin”
durumların hakkında Ayeti Kerimeler nazil olmuştur.
Tebük Gazvesinden geri
kalanlar dört kısımdır. Birincisi Resûlullah’ın emriyle Müslümanların idaresi
için Medine’de kalanlar, ikincisi gerçek mazeret sahipleri, üçüncüsü asi ve
günahkârlar (bunlar üç kişi olup, yaptıkları tövbe tam 50 gün sonra kabul
olmuştur), dördüncüsü ise münafıklardır.
Günümüz İslam toplumunun, o
Nebevi toplumdan öğreneceği çok şey vardır.
Hz.
Peygamberin Hayatı (27. DERS)
DAVETİN ALEMŞUMULLUĞU ÜZERİNE:
Resûlullah (sas) Efendimiz,
Roma Hükümdarı Heraklius’a, Fars Hükümdarı Kisra’ya, Mısır Hükümdarı
Mukavvıs’a, Habeşistan Hükümdarı Neçaşiye, Yemame, Bahreyn ve Gassan
Hükümdarlarına mektuplar göndermiş ve onları İslam’a davet etmiştir.
Bu mektupların içeriği genelde
şu şekildedir. “Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun. Müslüman ol,
selamete er, Allah (cc) size ecrini iki kez versin. Eğer yüz çevirirsen
halkının günahı senin üzerinedir.”
Konuyla ilgili Ayeti Kerime
Ali İmran 64: “Ey Ehli Kitap! Bizimle sizin aranızda müsavi bir kelimeye gelin.
Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı
bırakıpta kimimiz kimimizi Rab edinmesin. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse
deyin ki: Şahit olun, Biz Müslümanlarız.”
Mektuplara cevaplar şu şekilde
olmuştur.
Heraklius, Rumların ileri
gelenlerini toplayıp, “Hz. Peygambere biat etmeye ne dersiniz” dedi. Onlar ise
yaban eşekleri gibi kapılara doğru kaçmaya başladı. Bunun üzerine “Az önce
söylediklerimi dininize bağlılık derecenizi ölçmek için söyledim. Göreceğimi
gördüm” demiştir. Onlarda kendisine secde etmiş ve ona razı gelmişlerdi.
Fars Hükümdarı Kisra, mektubu
okuduğu zaman “Kulum iken bana nasıl bu şekilde mektup yazar” diyerek mektubu
yırtıp, Yemen Valisi Bazan’a “O’nu bana alıp getirsinler” demiştir. Resûlullah’ın
yanına gelen Bazan “Kisranın tehditlerini” anlatmış, Resûlullah (sas) ise,
“Allah (cc) Kisra’ya oğlu Şireveyh’i musallat etti. O’nu falan ayın, falan
gecesi, falan vakitte öldürdü” diyerek vahiyle durumu Bazan’a bildirmiştir.
Bazan geri döndüğünde Resûlullah’ın dediklerinin doğru olduğunu görünce, Fars
Ahalisinden bir kısım ile birlikte Müslüman oldu.
Mısır Hükümdarı Mukavvıs,
mektubu alıp öpmüş, Hz. Peygamber’e hediyeler göndermişti. Bir tanesi Hz.
Peygamberin oğlu İbrahim’in annesi Mariye’dir.
Habeşistan Hükümdarı Necaşi,
mektubu gözleri üstüne sürüp, Müslüman olmuştur.
Yemame Hükümdarı, Resûlullah
’tan sonra hükümdarlık kendisine verilirse, Müslüman olacağını, aksi halde
kendisiyle savaşacağını söyledi. Hz. Peygamber “Allah’ım benim için ona yeter
ol” buyurdu. O’da az bir zaman sonra öldü.
Bahreyn Hükümdarı ve ahalisi
mektubu okuyup, Müslüman oldu.
Gassan Hükümdarı mektubu
okuyunca, “Ben O’nun üzerine yürüyüp savaşacağım” dedi. Mülkü harap oldu.
Hz.
Peygamberin Hayatı (28. DERS)
VEDA HUTBESİ VE EFENDİMİZİN
VEFATI ÖNCESİ YAŞANANLAR:
Resûlullah Efendimiz, Hicretin
10. Yılında yüz bini aşan sahabeye, Veda haccını yaptı ve Medine’ye geri döndü.
Veda Haccı sırasında yaptığı
Veda Hutbesi meşhurdur.
Temel Hak ve hürriyetler
açısından çok önemlidir.
Resûlullah (sas) Veda
Hutbesinde “Üstünlüğün Irk, renk ve sınıfta değil takvada olduğunu, zinanın
yasaklandığını, aile hayatında erkek ve kadının birbirlerine karşı vazifeleri
olduğunu, kadınlara iyilik ve şefkatle muamele edilmesi gerektiğini, faizin
haram kılındığını, kan davasını kaldırıldığını, herkesin can ve mal
haysiyetinin korunduğunu, cezaların şahsi olduğu gibi temel hak ve görevleri bu
hutbede bildirmiş, Ümmete bırakılan iki emanete (Kur’an ve Sünnete) sığınıldığı
müddetçe sapıklığa düşülmeyeceğini müjdeleyip, orada olanların olmayanlara bu
söylenenleri aktarmasını istemiştir.”
Efendimizin insanlar için en
fazla kaygılandığı husus “Akidelerin selameti ve Ümmetin saflarının birliği”
olmuştur.
Vefatından 5 gün öncesi
Çarşamba: İlk olarak zevcesi Meymune ra. evinde rahatsızlandı. Öyle ki,
hastalığı ağırlaştı ve bayıldı. Daha sonra hastalığını Hz. Aişe ra annemizin
evinde geçirmek için zevcelerinden izin istedi ve kabul edildi. Ayaklarını
ancak yerde sürüyerek yürüyebiliyordu. O gün ağızları kırbalarından açılmamış
yedi kırba üzerine su döküldü ve insanların yanına çıkıp şöyle dedi. “Allah’ın
laneti Yahudiler ve Nasranîler üzerine olsun ki, Peygamberlerinin kabirlerini
mescidler edindiler. Benim kabrimi tapınılır bir put edinmeyin. (Çok şükür
Allah (cc) bu ümmeti bu fitneye düşmekten korumuştur.) Her kimin benim üzerimde
hakkı varsa gelip alsın” buyurmuştur. Daha sonra “Ensar’a iyi muamelede
bulunun. İyiliklerini iyilik kabul edin, kusurlarını affedin. Onlar benim yakın
ashabım ve sırdaşlarımdır” buyurarak (Vefalı bir Peygamber)
“Bir kul ki Allah (cc) onu,
kendisine istediği kadar dünya güzelliği vermekle ya da O’nun katında olanı tercih
etmek arasında muhayyer kıldı, o da O’nun katında olanı seçti” deyince Hz.
Ebubekir durumu anlayıp ağladı.
Dört Gün Önce Perşembe: Akşam
namazına kadar namazları cemaatle kıldırdı ve akşam Murselat suresini okudu.
Ondan sonra vefat edinceye kadar cemaate namaz kıldıramamıştır. Yatsı vakti,
üzerine baygınlık çöktü ve mescide gidemedi, 3 defa aynısı oldu. Bunun üzerine
“Hz. Ebubekir’e emredin, insanlara namaz kıldırsın” buyurdu.
Hz.
Peygamberin Hayatı (29. DERS)
EFENDİMİZİN VEFATI:
Üç Gün Önce Cuma Günü:
Hastalığında bir hafifleme hissetti. İki kişi arasında yürüyerek öğle namazı
için çıktı. Bu sırada Hz. Ebubekir namaz kıldırıyordu. Ebubekir’in yanına
oturdu. Ebubekir ayakta, Hz. Peygamberin namazına uyarak namaz kıldırdı,
insanlarda Hz. Ebubekir’e uyarak namaz kılıyordu.
Bir Gün Öncesi: Kölelerini
azat etti, yanında bulunan 7 dinarı sadaka verdi. Silahlarını Müslümanlara hibe
etti.
Son Günü: Pazartesi sabahı Hz.
Fatıma, “Ah babacığımın ıstırabı” demesi üzerine “Bugünden sonra baban için
ıstırap yoktur” buyurdu. Üzerine baygınlık çöktü. Başı Hz. Aişe ra. annemizin
dizleri üzerindeydi. Kendine geldiği zaman elini su kabına daldırıp yüzünü
sıvazladı ve “La İlahe İllallah, şüphesiz ölümün sekeratları vardır” buyurdu.
Sonra elini kaldırdı. “Allah’ım Refik-i Ala’da bulunmayı tercih ederim” dedi. Hz.
Aişe ra ise; “Demek ki bizi tercih etmiyor” dedi.
Sonrasında yeryüzünün görüp
görebileceği en yüce insanın eli yana kaydı, Resûlullah (sas) İslam davetini
tebliğ, Peygamberlik vazifesini ifa, Ümmete nasihatini tamamladıktan sonra
böylece vefat etti.
Tarih: Hicretin 11. Senesi
Rebiülevvel ayı 12’si Pazartesi Sabahı. Miladi: 8 Haziran 632
Hz. Ömer ra vefatına
inanamadı. Bunun üzerine Hz. Ebubekir ra insanlara şöyle dedi. “Her kim
Muhammed’e tapıyor ise, bilsin ki Muhammed öldü. Her kim Allah’a tapıyor ise
Allah (cc) Hayy/diri ve asla ölmez”
Allahu Teâlâ Ali İmran 144.
Ayeti Kerimede buyuruyor ki: “Muhammed de ancak bir Peygamberdir. Ondan evvel
de Peygamberler gelip geçmiştir. Şayet o ölür veya öldürülürse, siz gerisin
geriye mi döneceksiniz. Her kim gerisin geriye dönerse elbette Allah’a hiçbir
zarar veremez. Allah (cc) şükredenlerin mükâfatlarını elbette verecektir”
Bu ayeti insanlar sanki ilk
kez Hz. Ebubekir’den duyuyor gibiydiler.
Allahu Teâlâ El Ahzap Suresi
45-46. Ayeti Kerimelerde Resûlullah için şöyle buyurdu. “Biz seni bir şahit,
bir müjdeleyici, bir uyarıcı, Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi
ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik”
Resûlullah (sas) Efendimizin cenaze
namazı için hiç kimse imamlık yapmamış, insanlar öbek öbek cenaze namazını
kılmış, Salı günü, vefat ettiği yerde kabrine konulmuştur.
Allah (cc) bizleri Resûlullah
Efendimizin (sas) şefaatine nail eylesin. Âmin.
Yararlanılan Kaynak: Prof. Dr. Münîr Muhammed Gadbân. Fıkhu's Sîre. Ravza Yayınları.
Yorumlar
Yorum Gönder