Ana içeriğe atla

Hz. Muhammed'in (s.a.v.) Hayatı

Hz. Peygamberin (sas) Hayatı.

Rabbimizle "ruhlar âleminde yaptığımız sözleşme koşullarına sadık kalmak" ve "Cenneti kazanabilmek için" yaşantımızı Kur'an-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'in öğretileri doğrultusunda düzenlememiz gerekir.
Tâ ki, ahirette "hüsrana uğramamak" ve "kaybedenlerden olmamak" için.
Bu amacı gerçekleştirmenin en önemli adımlarından birisi ise, yaşayan Kur’an olan Resûlullah Efendimizin (sas) hayatını doğru kaynaklardan doğru şekilde öğrenmekten geçer.
İşte size yaklaşık iki saat kadar süren, zevkle okuyacağınız, özellikle güncel hayatı da kapsayacak şekilde hazırlanmış, âlemlere rahmet olarak gönderilen, başımızın tacı, gönüllerimizin ilacı, her iki cihanın önderi, Resûlullah Efendimizin hayatı.
O’nun birçok vasfı vardır ama geliniz bunlardan en çok kullandığımız ve dilimizden düşürmediğimiz dokuz tanesini sayarak başlayalım İnşaallah.

1-Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik. (Enbiya Suresi 107)
2-O’na uyunuz, O’nu örnek alınız ki O sizde her gün yeniden doğsun.
3-Eşref-i Mahlûkat.
4-Habibullah (Allah’ın En Sevgili Kulu)
5-Resûlullah
6-Hâtem-ül- Enbiyâ (Son Resûl)
7-Başımızın tacı.
8-Gönüllerimizin ilacı.
9-Rahmeten lil'âlemîn.
Geliniz bu mümtaz (ayrı bir yeri olan, üstün tutulan) şahsiyetin hayatını daha yakından öğrenmek için başlayalım inşaallah.

Hz. Peygamberin Hayatı (1. DERS)

Hz. Peygamber (sas) Âdemoğlunun efendisi, bütün mahlûkatın en hayırlısıdır. Allah (cc) O’nu asil ve şerif bir aileden seçmiştir.
Hz. Peygamber bir gün hutbede, Allah (cc) mahlûkatı yarattı ve beni onların en hayırlısı (melek-cin değil) insan sınıfından kıldı. Sonra onları iki fırkaya ayırdı. Arap ve Acem.  Beni onların en hayırlısından kıldı. Sonra kabile ve ailelere ayırdı. Beni onların en hayırlısından kıldı. (Tirmizi)
“Şüphesiz Allah (cc) İsmail’in evlatları içinden Kinane’yi, Kinane’nin evlatları içinden Kureyş’i, Kureyşin evlatları içinden Haşim oğullarını ve beni de Haşim oğulları içinden seçti” (Müslim. Kitabu’l-Fedail 43)
Hz. Peygamber, anne karnında iken babadan yetim, henüz yedi yaşında iken anadan öksüz kalmıştır. Böylece, Allah (cc). Hz. Peygamberin terbiyesi ve yönlendirilmesine, hiçbir beşeri el müdahil olmasın diye irade buyurmuştur.
Sa’d b. Bekr oğulları diyarında sütannesi Halime’ye verildiğinde, kabilenin en fakiri olan Halime’nin bir damla süt vermeyen devesi ve zayıf koyunları birden bire kabilenin en çok süt vereni kesilmişti. Sütanneye verilen Hz. Peygamber, çölde fasih bir dil öğrenmiş böylece Kur’an-ı bütün insanlığa taşıması için, O’nun mahlûkatın en fasih konuşanı olması murad olunmuştur.
Ayrıca Hz. Cebrail onun göğsünü yarıp kalbini dışarı çıkarmış, kalbinden pıhtı halinde bulunan bir kan parçasını dışarı çıkarıp, şeytanın O’ndaki payını almıştır.
Mekke’ye döndüğünde iki yıl anne şefkatini tatması murad olunmuş ve sonrasında yetim büyüyerek Allah’u Teâlâ O’nu minnet altına almıştır. Bu durum Duha Suresi 6-8 ayetlerde şu şekilde ifade buyrulmaktadır.
“O seni yetim bulup barındırmadı mı? Ve seni yol bilmez iken doğru yola koymadı mı? Ve seni yoksul iken zengin kılmadı mı?  
Not: Bugün için yetimlik meselesinden bir ders çıkaracak olursak, dünyada cereyan eden savaşlarda, yetim kalanların halinden yetim olmayanlar anlayabiliyor mu? Bırakın anlamayı, hatta sınır dışı etmeye çalışıyorlar.

Hz. Peygamberin Hayatı (2. DERS)

Allah’ın gönderdiği her Peygamber mutlaka koyun gütmüştür. (Buhari-Kitabu’l İcare) Peygamber Efendimiz (sas)’de başlangıçta Mekkelilerin koyunlarını çok düşük bir ücretle gütmüş daha sonra bir derece yukarı olan deve işine geçmiştir. Böylece helal kazancıyla geçinmek ve kimseye muhtaç olmamak hususunda örnek olmuştur.
Diğer yandan çobanlığı sırasında, her davetçide olması gereken özelliklerden sabır, rahmet ve himayeyi öğrenmesi murat olunmuştur.
Bir Müslüman’ın kendi işine sahip olması, Allah (cc) yolunda davet sırasında hakkı, hiçbir korku taşımaksızın haykırabilmesi bakımından önemlidir. Nice adamlar vardır ki, işimiz elden gidecek korkusu ile ya susar ya da yağcılık yapar.
Resûlullah (sas) 25 yaşında iken, Mekke’de kendisine güvenilir (El Emin) isminden başka bir isimle hitap edilmediği ve amcası Ebu Talibin maddeten zor günler geçirdiği bir dönemde Şam’a gidecek ticaret kervanıyla birlikte Hz. Hatice’nin adına ticaret yapmak üzere yola çıktı ve Rahip Bahira ’nın olduğu yerde konakladı.
Rahip Bahira, Resûlullah’ın elinden tutup, bu âlemlerin efendisidir, çünkü siz tepeyi aşıp bu tarafa yöneldiğinizde secdeye kapanmayan ne bir taş, ne bir ağaç kaldı. Onlar ancak bir Peygambere secde ederler. Ayrıca ben O’nu omuz kıkırdağının altında bulunan Nübüvvet mühründen tanırım. Sakın onu Rum diyarına götürmeyin. O’na zarar verirler diyerek daha ileriye göndermedi ve oradan geri gönderdi. Hz. Peygamber döndüğünde ise elde ettiği kar, Hz Hatice’nin daha önceki ticaretlerde elde ettiği kârların iki katıydı.
Bu olaylar, Ehli Kitap’ın ve kâhinlerin onun bu ümmetin Peygamberi olacağını bildikleri gerçeğine ait haberlerin tevatür derecesine ulaşmış olduğunu gösterir.
Çocukluğunda ve ayrıca Kâbe’nin tamiri sırasında izarını taş taşımak için omzuna almak istediğinde bayılması ve setr-i avretle emrolunması, yine Cahiliye adetlerinden olan çalgılı eğlenceleri uzaktan dinlemek istediğinde üzerine uyku salınması ve putlardan uzak durup onlardan nefret etmesi yeryüzündeki Müslümanlar için önemli dersler taşımaktadır. Bir Müslüman, toplumu içindeki kötü ve çirkin adetlere katılmamalı, toplumun bozuk akidelerini kabul etmemeli, her zaman hak ile birlikte olmalıdır. Müslüman istikamet üzere olmalı ve hak yolunda kimsenin kınamasından korkmamalıdır.
Not: Birisi size öncesinden, şu yoldan gidersen trafik tıkalı ya da tuzak var dese, siz de diğer yoldan selamet içinde varacağınız yere ulaşsanız haberi verene müteşekkir olursunuz değil mi?
İşte Resûlullah Efendimiz (sas) bizlere önceden hangi yolun doğru olduğunu Allah’ın rahmeti sayesinde bildiriyor. Söz dinlemek lazım gelir.

Hz. Peygamberin Hayatı (3. DERS)

FİCAR HARBİ:
Hz. Peygamber (sas)gençliğinde Kinane ile Kays kabileleri arasında çıkan Ficar Harbine iştirak etmişti. O geldiğinde Kays, gelmediğinde Kinane mağlup olunca, “Dert görmeyesice, yanımızdan ayrılma demişler, O’da öyle yapmıştır.”
HILFU’L FUDUL (ERDEMLİLER ANLAŞMASI): Zubeyd Kabilesinden bir adam Mekke’ye mal getirmiş ve malını As b. Vail satın almış ama hakkını vermemişti. Adam kendisine yardım etmeleri için “Müttefikler” olarak bilinen “Ahlaf’a” başvurmuş, netice alamamıştı. Bunun üzerine Ebu Kubeys dağının tepesinden Kâbe’de oturan Kureyşlilere seslenmiş, Zubeyr b. Abdulmuttalip bu çağrıya cevap vererek, aralarında toplanıp, bu anlaşmayı yapmışlar ve adamın malını geri iade etmişlerdir. Bu anlaşma hakkında Hz. Peygamber şöyle der. İslam devrinde de böyle bir anlaşmaya davet olunsam, ona mutlaka icabet ederdim.
KÂBE’NİN ONARILMASI: Resûlullah (sas) 35 yaşlarında iken, sel sularının Kâbe’yi koruyan seddi tahrip etmesi üzerine, Kâbe’nin yeniden tamiratına karar verilmiştir. Herkesin temiz kazancından (faiz, fuhuş, haksızlıkla kazanılan paralar bu işe sokulmayacak) olmak üzere her kabileye iş bölümü taksim edilmiştir. Ancak Hacer-i Esved’in (Cennetten gelen taş) yerine konulmasını her kabile kendi istemiş ve aralarında savaş için yeminler edilmiştir. Daha sonra yapılan istişarede Kâbe’ye ilk gelecek kişinin hakemliğinde bu işi çözmeye razı gelmişler, Kâbe’ye ilk gelen Resûlullah (sas) olunca hepsi bu gelen El Emin diye razı gelmişlerdir. Resûlullah (sas)    bir örtü getirtmiş, bütün kabileler bir tarafından tutarak yaygıyı kaldırtmış, yerine getirtmiş ve bizzat kendi elleriyle Hacer-i Esved’i yerine yerleştirmiştir.
Bu olaylardan bugün için çıkarılacak derslere gelince; Müslüman yaşadığı toplumun hayırlı işlerine iştirak edecek, zulüm ve haksızlık karşısında sesini yükseltecek, insanların yaşadığı sıkıntılara bigâne kalmayacak, onların hüzünlerine ortak olup, sevinçlerini paylaşacak tabi ki bu durum şer’i (İslami) sınırlar içinde olacaktır.
Hz. Peygamberin Hz. Hatice İle Evlenmesi: Kureyş kadınlarının en üstünü, şeref bakımından en yücesi, mal mülk bakımından en zengini Hz. Hatice, Şam’a giden ticaret kervanının dönüşünü müteakip, hizmetkârı Meysere’nin, Hz. Peygamberin halinden ve Rahip Bahira’nın söylediklerinden bahsetmesi üzerine, velisini ikna edip Resûlullah (sas) ile nikâh kıymışlardır. Hz. Hatice evlenmek için kavminin hiçbir erini kabul etmemiş, ama yetim, malı mülkü olmayan Resûlullah (sas) ile niçin evlenmişti. Bugünün gençleri bir düşünsün.

Hz. Peygamberin Hayatı (4. DERS)

İLK VAHİY:
İlk vahiy, sadık rüyalarla başlamıştır. Resûlullah’ın (sas) gördüğü her rüya, mutlaka sabah aydınlığı gibi çıkardı. Sonra kendisine halvet hali sevdirildi ve Hira mağarasında belli dönemler inzivaya çekilmeye başladı. Allah’ın ona Peygamberliği ikram buyurduğu yıl gelince, Hz. Cebrail vasıtasıyla ilk vahiy geldi. (Alak Suresi 1-3. Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı bir alak’tan yarattı. Oku! Rabbin sonsuz Kerem sahibidir.)
Resûlullah (sas) Efendimiz, titreyerek eve geldi ve olanları eşine anlattı. Hz. Hatice ra. annemiz; “Vallahi Allah (cc) seni zor duruma düşürüp hüsrana uğratmaz, zira sen sıla-i rahmi gözetir, gariplerin dertleriyle dertlenir, yoksullara kol kanat gerer, misafirlere ikramda bulunur, Hak’tan gelen musibetler karşısında dara düşene yardım edersin” dedi. Not: Bugünün yöneticileri için ne güzel tavsiyeler.
Sonra Hz. Hatice ra. O’nu amcası Varaka Bin Nevfel’e götürdü. Varaka, önceden Nasranî olmuştu, Tevrat’tan ve İbranice diliyle İncil’den Allah ne takdir ettiyse bilirdi. Olanları dinledi ve şöyle dedi. O gördüğün Allahu Teâlâ’nın Musa’ya göndermiş olduğu Namus-u Ekber’dir. Keşke kavminin seni yurtlarından çıkaracakları zamana bir genç olarak erişebilip, sana yardım edebilseydim” dedi.
Çıkarılacak Dersler: Putperestliğe boğulmuş Mekke toplumunun kokuşmuş havasından bir müddet uzaklaşmak için Hira mağarasında inzivaya çekilen Resûlullah (sas) bizlere ne güzel örnektir. (Bugün için İtikâf sünneti.)
Günümüzde bizi Allah’tan alıkoyan mal, mülk ve makam sevgisi, şehvet tuzakları gibi modern putlara karşı, Hira’nın havasına benzer bir havanın aydınlığında, bazı anlayışlarımızı tekrar gözden geçirmeye ve halimizi düzeltmeye ne kadar muhtacız.
Hz. Hatice ra. örneğinde olduğu gibi, bir Müslüman hayatını, malını, mevkiini Allah’ın yoluna adamalıdır.
İnsanın kendi zekâsı yoluyla ulaştığı, doğru ve yanlışa açık, batının beşeri ilimlerine tapınmak yerine, gidişatımızı Kur’an ve Sünnetin aydınlığına göre düzeltmeye ne kadar muhtacız.
Sen onların dinine tabi oluncaya kadar Hristiyan ve Yahudiler, asla senden hoşnut olmazlar. (Bakara Suresi Ayet-i Kerime 120)

Hz. Peygamberin Hayatı (5. DERS)

İSLAM’A DAVETİN MERHALELERİ:
Peygamberimiz (sas) ilk önce en yakın akrabalarını, sonra kavmini, daha sonra Arapları ve en sonunda bütün insanları ve cinleri İslam’a davet etmiştir.
İslam’a davet ilk aşamada gizli ve yaklaşık 3 yıl kadar sürmüştür. Böylece yaklaşık 60 kadar çekirdek kadro Daru’l Erkam’ın evinde yetişmiştir. Çoğunluğu 20 yaşın altında, üçte biride kadındır.
İslam’ın açıkça ilan edilmesi, çekirdek kadronun yok edilemeyecek bir güce ulaşmasından sonra başlamış, Müşrikler ise Müslümanları dininden döndürmek için işkence ve zulüm yapmışlar, ancak bu sıkıntıların hiç biri Mümin’leri hak yoldan döndürmemiştir.
Peygamberimize (sas) en yakın akrabalarını uyarması ile ilgili emir gelince, onlara mükellef bir sofra hazırlatıp ikramlarda bulunmuş, sonra tebliğini yapmıştır.
Günümüz itibariyle, İslam adına yola koyulan davetçiler; davetin aşamaları ve tedricilik boyutunu göz ardı ettiği takdirde, elde edilen başarısızlıklarda, niyetin doğruluğu ve samimiyet geçerli bir mazeret olmayacaktır.
Muhaliflerin İslam Davetini Engelleme Yolları: 1-Yalan-Dolan 2-Tehdit 3-İşkence 4-Cazip Teklifler 5-Mucize İsteği 6-Suikast 7-Boykot
Bugünü düşündüğümüzde, tarihin tekerrürden ibaret olduğunu, kâfirlerin Müslümanlar üzerinde benzer engelleme yollarına başvurduklarını tüm dünyada açıkça görmekteyiz.

Hz. Peygamberin Hayatı (6. DERS)

Muhaliflerin İslam Davetini Engelleme Yolları (1. Bölüm)
YALAN-DOLAN: Müşrikler kendi aralarında toplanıp, Hz. Peygamberi (sas) İslam davasından döndürmek için O’na sihirbaz demişlerdir.
TEHDİT: Ebu Cehil, Kâbe’de Hz. Peygamberi namaz kılmaktan alıkoymak için tehdit etmiş, ancak O’na yaklaştığında gördüğü şeyler karşısında kendisi korkup kaçmıştır.
Günümüzde, insanları giyim kuşamı ile, işten atmakla, adını karalamakla, ticaretine zarar vermekle, zayıf bir Müslüman ise hapis, işkence hatta ölüm tehditi ile, ekonomik kriz çıkarmaya çalışmakla, İslam yolundan döndürmeye çalışanlar Ebu Cehil'in yolundan gidiyorlar.
İŞKENCE: İslam’ın ilk şehidi, Ammar’ın annesi Sümeyye’dir. Müslümanlara o kadar ağır işkenceler yapılıyordu ki, bir gün Habbab ra. Ya Resûlullah, “Müşriklerin işkencelerinden kurtulmamız için bize dua et” sözüne cevaben “Sizden önceki ümmetler içinde öyle adamlar vardı ki, vücudu demir taraklarla taranır, yine de onları dininden döndüremezlerdi” buyurdu.
Bugün bizler, İslam için bırakın canımızı, keyfimizden bile fedakârlık yapamıyoruz. Düşünelim.
SUİKAST: Ebu Cehil, Kâbe’de Hz. Peygamberi secde ettiği sırada başına taş vurarak öldürmek istemiş, Hz. Ömer ra. Resûlullah’ı öldürmeye giderken yolda Müslüman olmuş, Hicretten önce Kureyş Kabileleri kendi aralarında toplanmış ve Resûlullah’ı öldürmek üzere her biri kendi kabilesinden bir genç seçmiş hatta bu toplantıda ihtiyar kılığında Necefli bir şeytan da hazır bulunmuş, ancak hiçbirinde başarılı olamamışlardır.
Kâfirler istemese de, Allah’ın (cc) nuru kıyamete kadar baki kalacaktır. Allah (cc) bizleri kendi yolunda olanlardan eylesin. Âmin.

Hz. Peygamberin Hayatı (7. DERS)

Muhaliflerin İslam Davetini Engelleme Yolları (2. Bölüm)
CAZİP TEKLİFLER: Kâfirler, Hz. Peygamberi İslam davasından vazgeçirmek için, pazarlık yoluna girmişler, önce seni kabilemizin en zengini yapalım diyerek mal-mülk teklifinde bulunmuşlar, daha sonra seni başımıza lider yapalım diyerek mevki-makam teklifinde bulunmuşlardır.
Diğer bir yöntem ise, cazibe ve cilvesinden gücünü alan kadını, Ümmetin önüne koyup, Müslümanları tuzağa düşürme planıdır ki, bugün bu plan televizyon veya eğlence meclisleri vasıtasıyla tıkır tıkır işletilmektedir.
Başka bir örnek, bir davetçi ucuz bir Makam koltuğuna oturup, koltuğun da kulu olursa, birazına engel olayım dediği fesadın bin türlüsü emri altında yaşanırken, bunların karşısında koltuğum elden gider kaygısıyla sesini çıkarmazsa nerde kaldı davet, nerde kaldı ıslah.
Peygamberimizin koruyucusu amcası Ebu Talip, Kureyşlilerin ısrarı üzerine, bir gün yeğenine, bu davadan vazgeç, beni kaldıramayacağım türden işlerin altına sokma deyince: Hz. Peygamber (sas) “Amcacığım, güneşi sağ elime, ayı sol elime koysalar, Allah (cc) bu davayı galip kılıncaya ya da bu yolda ölünceye kadar, bu davadan vazgeçmem” demiştir.
MUCİZE İSTEĞİ: Kureyşin kâfirleri, Hz. Peygambere, iman etmek için “Rabbinden dile ki, etrafımızdaki dağları yürütüp yurdumuz genişlesin, içinden ırmaklar aksın, aramızdan göçüp gitmiş atalarımızı diriltsin, sana bir melek göndersin ve bağlar bahçeler saraylar hazinelerin olsun, göğü parça parça üstümüze düşürsün, Safa tepesini altına çevirsin” dediler. Hz. Peygamber dua etmiş, bunun üzerine Cebrail, Rabbin sana selam ediyor “Eğer dilersen Safa onlar için altın olur ama, ondan sonra her kim iman etmeyip küfre saparsa, azap onları kuşatır yahut dilersen rahmet ve tövbe kapısını açayım” dediğinde, Rahmet Peygamberi, tevbe kapılarının açılmasını istemiştir. O biliyordu ki, geçmiş ümmetlerde böyle mucizeler istemiş, ancak yine de iman etmedikleri için azabı İlahi onları kuşatmıştı.
BOYKOT: Kureyşliler, Haşim ve Muttalib oğullarının Resûlullah’ı korumada tek bir yumruk olduklarını görünce, öldürmeleri için Resûlullah’ı kendilerine teslim edinceye kadar, onlarla oturup kalkmamak, alışverişte bulunmamak, ambargo uygulamak, kız alıp vermemek üzere aralarında anlaştılar ve bir kâğıt yazıp bunu Kâbe’nin içinde bir sandıkta sakladılar. Bu boykot tam üç yıl sürdü. Bir gün Resûlullah (sas) bu anlaşma metninde Allah (cc) adına ne varsa bir mahlûkun onu yediğini, anlaşma metninde sadece zulüm ve haksızlık ile ilgili şeylerin kaldığını mucize olarak haber verdi. Gidip baktılar, Resûlullah’ın söyledikleri doğru çıktı, yine de O’na iman etmeyip, sihirbaz dediler.
Günümüzde Müslümanlara uygulanan boykota en bilinen örnek Gazze’dir. Kim bilir bilmediğimiz daha nice yerler vardır. Hristiyanların Papası varda Müslümanların niçin bir halifesi yok. Düşünelim.

Hz. Peygamberin Hayatı (8. DERS)

SÜNNETULLAH VE İMTİHAN:
Müminlerin çeşitli sıkıntılarla imtihan olunması, işin sadece iddia boyutunda kalmaması ve iman ettiğini söyleyen herkesle ilgili bir durumdur. Asıl mesele, işkence ve acı çekme değil, Müminlerin safının, kâfir ve müşriklerden ayrıştırılmasıdır.
El Enfal, 37: Ta ki Allah, murdarı (kâfiri), temizden (Müminden) ayırt etsin.
Hâsıl olan faydalara gelince;
1-Ferdin tezkiye edilmesi: Müslümanların, İslam’ın yoluna can u gönülden baş koyup koymadığı sınanmakta ve aşiretinin Efendisi Hz. Ebubekir, gariban koyun çobanı Abdullah b. Mes’ud, Mekke’nin en zengin ve yakışıklı genci Mus’ab b. Umeyr yani herkes bu sadakat imtihanından geçmektedir.
Ankebut 1,2 : Elif Lam Mim. İnsanlar (dünyada Allah’a ibadet ve itaat etmeden, çeşitli çile ve güçlüklerle, bazen de verilen bol mal ve refah ile) imtihan edilmeden sadece inandık demeleriyle, bırakılacaklarını mı sandılar?
2-Davetin Tanıtılması: Müminler, başlarına gelen sıkıntılara göğüs germekle, bu dine sessiz bir çağrıda bulunmuş, bu çağrı insanların Allah’ın dinine girmelerine vesile olmuştur. Eğer gevşemiş ve zaaf göstermiş olsalardı, elbet kimse bu çağrıya cevap vermezdi. Örneğin bunca olumsuz propagandaya rağmen, dünyanın her yerinde İslam’ı seçenler her geçen gün artmaktadır.
3-Güçlü Bazı Unsurları Davaya Kazandırmak: Müslümanların sebatı karşısında bazı güçlü şahsiyetler, Hz. Ömer, Hz. Hamza örneğinde olduğu gibi, Müslüman olmuşlardır.
Bugünde, meşhur ve güçlü birisi İslam’ı seçtiğinde Müslümanların içlerini nasıl bir sevinç kaplıyor değil mi?

Hz. Peygamberin Hayatı (9. DERS)

DAVET YOLUNDA ÇEKİLEN SIKINTILAR:
Hicretten 3 yıl önce, önce Hz. Hatice ra. Annemizin vefatı, arkasından Resûlullah (sas) Efendimizi himayesine alan amcası Ebu Talibin vefatı senesi, “yani Hüzün Yılında” Resûlullah Efendimiz, İslam’ı anlatmak için Mekke dışına Taif’e gitmiş, ancak orada taşlanmıştır. Dikkat buyurun, taşlanan kim: Kâinatın Efendisi. (Bugün en küçük zorluklarda dahi, taşlanma tehlikesi olmadığı halde, hemencecik pes edip dinden taviz veren bizlerin acınacak halini düşünün.)
Resûlullah (sas) Mekke dışına çıktığı için tekrar Mekke’ye dönebilmesi için önce Ahnes b. Şerik sonra Süheyl b. Amr’dan himaye istemiş, ancak onlar Kureyş ile karşı karşıya gelmemek için bunu kabul etmemişler, Resûlullah (sas) ancak Mut’im b. Adiyy’in himayesinde Kâbe’ye girebilmişti.
Ancak, himaye eden, davetin özgürlük alanına karıştığı zaman, Ashabı Kiram her türlü tehlikeyi göze alarak, himayeyi geri iade etmiş ve Allah’ın himayesine girmişlerdir. Yani Himaye, İslam’ı özgürce anlatmakta bir kalkan görevi görecekse, kabul edilmiştir.
Himaye, Araplar arasında oldukça yaygın bir uygulamadır. Bugün bile, Hac ve Umre ibadetine giderken, şirketlere Arabistan’daki başka şirketler kefil oluyor.
Ya da bir kişiye başka bir devlet sığınma hakkı veriyor. Yani himayesine alıyor.
Şuna da işaret etmek gerekir ki, Peygamber Efendimiz (sas) amcası Ebu Talip’in himayesine rağmen, bizzat ashabının maruz kaldığı eziyetlere maruz kalmıştır. Çünkü Müşrikler, temel itibariyle tehlikenin Peygamber Efendimizden kaynaklandığını düşünmüşlerdir.

Hz. Peygamberin Hayatı (10. DERS)

HABEŞİSTAN’A HİCRET:
Resûlullah’ın (sas) Ashabı, eziyetlere maruz kaldığı ve dinleri hakkında fitneye düşürülmek istendiği için, vatanları Mekke onlara artık dar gelmeye başladı. Bunun üzerine Resûlullah (sas) “Allah (cc) sizi içinde bulunduğunuz şu halden kurtarıncaya kadar, Habeşistan’a hicret edilmesine” izin verdi.
Bu olayda aynı zamanda İslam davetçilerini himaye edebilecek güçlü bir merkez kurulması da hedeflenmiştir. Öbekler halinde ilk hicret edenler damadı Hz. Osman ve kızı Rukiyye ile birlikte toplam 95 kişidir. Davetçinin vatanı, davasının vatanıdır.
Mekke Müşrikleri, bu olaydan rahatsız olmuşlar ve Muhacirleri geri getirmek için, Habeşistan kralı Necaşi’ye ve bütün patriklere verilmek üzere hediyelerle gitmişler, ancak Peygamberimizin amcaoğlu Cafer b. Ebi Talip’in, Necaşi’nin huzurunda şahane bir üslup ile fesahat ve belagat dolu mükemmel konuşması karşısında, getirdikleri rüşvetler kendilerine iade olunarak gerisin geriye dönmek zorunda kalmışlardı.
Cafer ra. konuşmasında, Mekke Müşriklerine hitaben, “Bizler efendisine asi olmuş kölelermiyiz, yahut haksız yere kan mı akıttık, yahut insanların mallarını haksız yere mi almışız” diyerek müşrikleri susturmuş ve Meryem oğlu İsa’yı, Kur’an da bildirildiği şekilde Necaşi’ye anlatmış, Necaşi ise cevaben “Vallahi şu sorumluluğumdaki hükümdarlık olmasa mutlaka size tabi olurdum” demiştir.
Bu olaylardan çıkarılacak derslere gelince;
Müslüman, hikmet ve basiretle düşünebilmeli, zorluklar karşısında her zaman için bir “B planı” olmalıdır. Diğer yandan zor vazifelere işin üstesinden gelebilecek seçkin insanlar atanmalıdır.
Muhtemel tehlikeler karşısında, herkesten önce kendi yakınlarımızı feda etmeyi göze alabilmeli, İslam ile küfür arasındaki çatışmanın doğasında her zaman ölüm kalım savaşı olduğu gerçeği akılda tutulmalı, eli kolu bağlı oturmamalı, bilinçli olunmalı, istişareye önem verilmeli, Müslümanların geleceği için kendi hayat kaygımızdan önce İslam’ın temel ilkelerine sadık kalınmalıdır.

Hz. Peygamberin Hayatı (11. DERS)

İSRA VE MİRAÇ:
Hira mağarasında başlayan davet, 10 yıl kadar sürdükten sonra, Müşriklerin bütün engellemelerine rağmen Arap Kabileler arasında iyice duyulur olmuş, diğer yandan cinler âlemi içinde de yayılmaya devam etmiştir. İslam davetini yok etmek isteyenlere karşı, Hz. Peygamber (sas) sabra sarılarak kesintisiz bir şekilde yoluna devam etmiştir. Davet yolunda gösterdiği sabır ve cihadı karşılığında, Allah (cc) bütün mahlûkatı içinde yalnızca O’nu, hiçbir varlığın göremediği gayb âlemine yani Miraç’a çıkarmıştır. Miraç, Peygamber Efendimizin bir gece, Burak adlı binitle önce Kudüs’te Mescid-i Aksa’ya oradan da Beyti Makdis’e yükseltilip bütün Peygamberelere imam olarak namaz kıldırması ve oradan da gidilebilecek en son nokta olan yedinci semadaki Sidretu’l Münteha’ya yükseltilmesidir. O gece Hz. Peygamber öyle olaylara şahit olmuştur ki, Ondan başka biri bunları görecek olsa, dehşete kapılıp, aklını kaçırırdı. Ayrıca, faiz, yetim malı yiyenler, zina edenlerin ve daha başka günahkârların uğrayacağı acıklı azaplarda o gece Resûlullah’a gösterilmiştir.
Bu olayı duyan birtakım Müslümanlar, dininden dönmüş, Hz. Ebubekir ise, “Bu olayda garibinize gidecek ne var, O’nun göklerden haber getirmesi, şüphesiz bu olaydan çok daha ötedir” diyerek Sıddık lakabını almıştır.
Peygamberimiz (sas) Kudüs’e giderken yolda gördüğü deve kervanlarının durumundan ve daha önce hiç gitmediği Mescidi Aksa’dan verdiği haberler aynen doğru çıkmış ve müşriklerin kara propagandalarını boşa çıkarmıştır.
Bu olaydan çıkarılacak derslere gelirsek;
Miraç’ta Hz. Peygamberin bütün Peygamberlerle görüşmüş olması İslam’ın evrenselliği ve Allah (cc) katında tek dinin İslam olduğunu, Müslümanların ilk kıblesi olan Kudüs’ün önemi, Cebrail’in dahi gidemediği ve arada bir elçi olmaksızın bizzat Âlemlerin Rabbinden bize hediye olunan 5 vakit namaz ibadetini muhafaza etmemiz, (namazı terk etmek insanı küfre kadar götüren büyük günahlardandır) insanların bu dinden yüz çevirdiklerini gördüğümüzde onların fıtratında mutlaka bir bozulma olduğu ve gönüllerindeki pası gidermek için çalışmamız gerektiğini, meydana gelen bu olay nedeniyle Hz. Peygamber (sas) kendisini yalanlayacaklarını bile bile, insanların gönüllerini hoş tutmak amacıyla hakikati gizlemediği, (Davetçi en uygun zaman ve zeminde doğru bir üslup ile tebliğ vazifesinden geri durmamalı) ve Allah ve Resulünden bir haber geldiğinde takınmamız gereken tavrın Hz. Ebubekir örneğindeki gibi olması gerektiğidir.

Hz. Peygamberin Hayatı (12. DERS)

MEDİNEYE HİCRET (1. Bölüm):
Hicretin Sebepleri: Resûlullah (sas) tam 10 yıl Mekke’de kalmış, davetini sürdürmüştü. Gün olmuş, Mina’daki panayırlarda “Rabbimin dinini tebliğ edinceye kadar kim beni, Cennetin karşılığında himaye eder” demiş, gün olmuş Taif’te taşlanmış ama O’na destek olacak kimseyi bulamamıştı.
Bu panayırların birinde Medine (Yesrip) diyarından gelenlerden ilk yıl 6 kişi Müslüman olmuş ve ikinci yıl 12 kişi gelerek Birinci Akabe biati gerçekleşmiş, bunun üzerine Peygamberimiz (sas) İslam’ın yayılması için de buraya Mus’ab b. Umeyr’i görevlendirmişti. Bu sayede Medine’nin önde gelen birçok şahsiyeti Müslüman olmuş ve Müslümanlar Medine’nin en saygın kimseleri olmuştu.
Mekke’deki davetin önündeki yolların tıkanması, Habeşistan’ın Arap topraklarına uzaklığından dolayı ana merkez olamayacağı ve ancak tali bir merkez olabileceği görülmüştü. İşte tam da bu anda Resûlullah’a, Allah’ın yardımı hiç ummadığı başka bir taraftan, himaye ve destek istemeyi bile düşünmediği Medine’den gelmiştir.
Demek ki, davetçi davaya katılacak tek bir ferdin bile ileride eşsiz bir hazine olabileceğini bilmelidir.
Allah (cc) bir çıkış yolu ihsan etmeyi dilediğinde zaferi mihnetin kalbinden nuru da zulmetin göbeğinden çıkarırdı. Yeter ki, kul üzerine düşeni yapsındı.
Medinelilerin 12 kişi olarak geldikleri birinci Akabe biatında, onları Resûlullah’a götüren sebep, Yahudilerin “Bir Peygamber çıkacak ve onunla sizin kökünüzü kazıyacağız tehdidine karşı” Medinelilerin onlardan önce davranmak istemeleri ve Evs ve Hazreç kabileleri arasındaki bir türlü bitmek bilmeyen çekişmelerin belki O’nun sayesinde biteceği ve böylece birlik olacakları umuduyla Resûlullah’a biat etmeleridir.
Dikkat edilirse, Medinelilerin kendi aralarında yaşadıkları çekişmezlik ve savaşlar, zahiren şer gibi görünse de, aslında perde arkasında kıyamete kadar sürecek bir hayrı barındırmıştır. Yani hayır görünen de şer, şer görünen de hayır olabilir.
Hicretten önceki son Akabe buluşmasına Medine’den ikisi kadın toplam 73 kişi gelmişti. Henüz Müslüman olmadığı halde Resûlullah’ın amcası Abbas’ta orada idi ve Evs ve Hazreç’ten gelen heyete hitaben “Muhammed’in bizim aramızda ayrı bir yeri, kavmi içinde saygınlığı vardır. Şöyle ya da böyle himayemiz altındadır. Eğer siz O’nu, Arabıyla Acemiyle bütün insanlığa karşı koruyacağınıza kesinkes inanıyor ve söz veriyorsanız işte size yüklendiğiniz sorumluluk. Yok, eğer mallarınıza bir talan geldiğinde ya da önde gelenlerinizin canlarına kıyıldığında kendisini yarı yolda bırakacak iseniz şimdiden bu işe girmeyin.” dedi. Onlarda karşılığı Cennet olmak üzere, istekli-isteksiz, darlık-bolluk, kolaylık-zorluk gibi her türlü şartlar altında, kendi kadınları ve öz evlatlarını korudukları gibi Resûlullah’ı koruyacaklarına, marufu emir-münkerden nehiy hususunda hiçbir kınayıcının kınamasından korkmamak üzere söz verip, Resûlullah’a biat ettiler.
Resûlullah (sas) hem dünya hem ahiretin hayrıdır diyerek  “Ya Resûlullah, Bizimle Yahudiler arasında bir anlaşma var ve biz seni aldığımızda bu bağları koparıp atacağız. Gün geldi ve Allah (cc) seni hâkim kıldı, o zaman bizi bırakıp kavmine dönmen söz konusu olur mu?” dediler. Resûlullah (sas) şöyle buyurdu. “Kanınız kanımdır, hürmetiniz hürmetimdir. Ben sizdenim, siz de bendensiniz. Kiminle savaşırsanız onunla savaşır, kiminle barışık olursanız, onunla barışık olurum.”
Bu olaylardan günümüzde çıkarılacak o kadar çok ders var ki, bunu da herkes kendi nefsinde düşünsün.

Hz. Peygamberin Hayatı (13. DERS)

MEDİNEYE HİCRET (2. Bölüm):
Kureyşliler Daru’n Nedve’de Hz. Peygamberi öldürmek üzere karar almışlardı. Bu toplantıya Şeytan, Necd ehlinden yaşlı bir adam kılığında katılmıştı.
Allahu Teâlâ (cc) bu haberi Resulüne bildirmiş, bunun üzerine Resûlullah (sas) Hz. Ebubekir’e bir öğle sıcağında yüzü örtülmüş olarak tam bir gizlilik içinde Hicret etmek üzere gelmişti. Çıkışta evin arka kapısı kullanıldı. Hicret hazırlığı için yardım edenlerin dışında hiç kimseye, bilgi verilmedi.
Hz. Ebubekir, Resûlullah’a hicret için, Allah (cc) tarafından izin verileceği günü bekliyordu. Eli altındaki iki deveyi tam dört aydır, bu iş için özel besleyerek hazırlamıştı. Hicret günü, Hz. Ebubekir “Ya Resûlullah (sas) istediğin deveyi al” dedi. Resûlullah (sas) “Ücreti karşılığı alırım dedi”. Ayrıca Hz. Ali’yi kendisine bırakılan emanetleri sahiplerine vermesi için emanetçi olarak bırakıp, yine Müşrikleri yanıltmak için yatağına Hz. Ali’nin yatmasını söyledi.
İlk önce Medine’nin tam tersi yönünde Sevr Mağarasına gidip orada üç gece kaldılar, ta ki Kureyşlilerin arayışları biraz dinsin, takipten vazgeçsinler diye. Bu üç gün boyunca Hz. Ebubekir’in zeki ve kavrayışlı oğlu Abdullah orada geceliyor, seher vakti erkenden Mekke’ye dönerek sanki geceyi Mekke’de geçirmiş gibi Kureyşlilerin yanında sabahlıyor ve onların plan ve hilelerini karanlık çöktüğünde gidip Resûlullah’a anlatıyordu. Ebubekir’in azatlı kölesi, onlara yakın bir yerde koyun güdüp, taze süt ve et getiriyordu. Ayrıca, Sevr’den Medine’ye doğru çıktıklarında koyunlarını otlatarak, onların ayak izlerini silme görevini almıştı. Yine üç gece sonra sabahında buluşmak üzere, henüz Müslüman olmayan ama işinin ehli, güvenilir usta bir yol kılavuzu kiralamışlardı. Ayrıca Medine’ye hicrette, kervanların Şam’a giderken kullandığı mutat yolu değil sahil yolunu kullanmışlardı.
Müşrikler Resûlullah’ı getirene yüz deve ödül vereceklerini ilan etmişlerdi. Onu takip edenler bir örümceğin ağlarını ördüğü Sevr Mağarasının önüne kadar gelmişler ama Allah’ın yardımıyla onları gizlendikleri yerde görememişlerdi. Yani Allah (cc) onları korumuştu. Ayrıca Medine yolunda Resûlullah’ın izlerini takip eden Süraka adlı biri tam yetişmek üzere iken Resûlullah’ın bedduası ile sert zeminde atının ayakları karın kısmına kadar kumlara saplanmış, takip edenleri geri çevirme karşılığında kumlardan kurtulması için Resûlullah’tan dua istemişti. Bu mucizeyi gören Süraka, sözünde durarak, Resûlullah’ı takip edenleri “bu tarafta yok diyerek” geri çevirdi.
Hz. Ebubekir daha yaşlı ve tanınan birisiydi. Güzergâhları boyunca bu adam kimdir diye Resûlullah’ı soranlara; Hz. Ebubekir “Bu adam bana yol gösterir” demiştir. Bununla, soruyu soranlar Resûlullah’ı yol kılavuzu zannetmişler, Hz. Ebubekir ise “hayır yolunu” kastetmiştir.
Medine’ye varmadan önce, oradaki durumu tam anlamak üzere Medine girişindeki Kuba bölgesinde on küsür gece konaklamışlardı. Medine’ye girdikleri zaman mescidin yerini hibe etmek isteyenlerin hibesini kabul etmemiş, ücreti karşılığında satın almışlardı.
Yani özet olarak maddi-manevi bütün sebeplere sarılmışlardı.

Hz. Peygamberin Hayatı (14. DERS)

HİCRETİN ÖNEMİ VE MEDİNE DÖNEMİ BAŞLANGICI:
Hicret, düşmandan veya sıkıntılardan kaçıp kurtulmak değil, yeryüzündeki bütün Müslümanların tarihlerinin başlangıcı olmuştur.
Allah (cc) için yola koyulan her hareketin omurgası; yürüdüğü yol boyunca yılmayan, cihadı aşk bilen, korkuya asla yenilmeyen, her türlü tehlikeleri göze alıp üstesinden gelecek kabiliyette olmalıdır. Şu var ki, bu hareket körü körüne olmayan, inceden inceye işlenmiş bilinçli bir hareket olmalıdır. Hiç kimse Müslümanların birikimlerini ve gayretlerini yele ve sele verme hakkına sahip değildir.
Günümüzde içlerinde samimiyet olsa bile, sıkıntılar üst üste geldiğinde ve hâkimiyet ele geçmediğinde bunun sebeplerini kadere, düşmanın gücüne, safların temizlenmesine yoranlar; kendileri hiç hata yapmamış gibi gidişatlarını gözden geçirmez, suçu başkalarının üzerine atar, eften püften bahanelere sarılır. Müslüman tedbirli ve planlı olmalı, aceleci olmamalıdır.
Peygamber Efendimiz; hicrette bütün sebeplere sarılmış, kuvvet ve kudretini aşan zorlukta ise, Allaha olan teslimiyette zerre kadar sarsılmamıştır.
Hz. Muhammed (sas) Medine’ye girişinde Ensar beş yüz kişilik bir toplulukla onları karşılamış ve Avf oğulları mahallesinde on dört gece misafir kalmıştı. Sonra Neccar oğulları kılıçlarını kuşanmış bir şekilde gelmişler ve devesinin ilk çöktüğü yere Mescidi, ikinci çöktüğü yerde ise, Eyüp El Ensari ra. evinde misafir kalmıştır.
Neccar oğulları, Akabe biatının her üçüne de katılan, inşa edilen mescidin arazisinin sahibi, Hz. Peygamberin (sas) dayıları olup, tercih son derece yerinde ve derin bir anlam taşımaktadır.
Hz. Peygamberin Medine’ye vardıktan sonraki ilk işi Mescidi Nebevi’yi inşa etmek olmuştur. Böylece ilk İslam Devleti kurulmuştur. Tam on üç yıl boyunca Mekke’de korku ve endişe içinde ibadet edenlere, Allah’ın (cc) yeryüzünü onlara eğemem kılacağı ve emniyete kavuşturacağı vaadi böylece gerçekleşmiştir. (En Nur 55. Ayeti Kerime)
Günümüzde mimari açıdan şaşaalı bir hayli camilerimiz var ama İslam için bir hareket merkezi olması gereken mescidler, sadece namaz kılma yerine dönüşmüştür.

Hz. Peygamberin Hayatı (15. DERS) 
       
DAVETİN MEDİNE DÖNEMİ:
Ensar-Muhacir Kardeşliği: Resûlullah (sas) ashabı olan Muhacirlerle Ensar’ı kardeş kılmış, Ensar her şeyini yarı yarıya Allah (cc) için paylaşmak istemiş ancak bütün varlığını Mekke’de bırakarak gelen Muhacirler onlardan pazarın yolunu göstermelerini istemiş ya da ücreti karşılığı çalışma yolunu seçmişlerdir.
Ayrıca Hz. Peygamber (sas) Muhacirlerin ziraat işine dalmamalarını, bilakis cihad ve gazaya her an hazır olmalarını arzu etmiştir. Önceleri bunlar birbirlerine mirasçı iken, daha sonra gelen Ayeti Kerime ile aralarında kan bağı olmayanların varisliği kaldırılmıştır.
İnsanlık tarihi böyle bir kardeşlik örneği görmemiştir. Bu da baskı ya da zorlama yoluyla değil Allah’ın (cc) rızasını kazanabilmek için yapılan bir fedakârlıktır. Bugün kırkta bir zekâtını vermekte zorlanan Müslümanlar varken, o gün malının yarısını gönül hoşluğuyla paylaşmak isteyenler Müslümanlar vardı.
Günümüzde beşeri toplumların önüne hakmış kurtuluşmuş gibi sunulan, insanlığı emperyalist patronlara yem eden kominizm, kapitalizm, sosyalizm bünyelerinde çöküşten gayrı bir şey taşımamaktadır. Kanunların biricik vazifesi ise, bunların zorbalık ve cürümlerine yasallık katmaktır.
Müslüman toplumlarda ise, sanki bütün meselenin iktidara gelmek olduğunu zanneden bir kısım beylerimiz, kendilerine iktidar fırsatı verilir verilmez sanki ilk nesil Müslümanlarda görülen seviyede olduklarını zannedip, yaptıklarına İslami kılıf uydurmayı da eksik etmeyerek nefis terbiyesinden yoksun oldukları için mal-mülk-şöhret peşinde kendilerini aldatmaktadırlar.
İlk İslam toplumuyla ilgili nazari bilgilerimizin olması, onlar gibi bir nesil olduğumuz anlamına gelmediği gibi, bu işler kuru temenni ve boş lakırdıyla değil, önce Müslümanların kendilerini ıslah etmeleri sonra uzun çalışma ve tecrübeler ışığında gerçekleşir.
Medine Vesikası: Medine İslam devleti kurulduktan hemen sonra Hz. Peygamber’in (sas) gözetimi altında yazılan, İslam Devletinde Müslüman, Gayrimüslim ve Bütün Vatandaşların Hak ve Sorumluluklarının belirlendiği, bundan başka Devletin savunulması, Komuta Kademesi, Mali Sorumluklar, Cezai Hükümler vb. devlet yönetimiyle ilgili hususların yazıldığı, Ümmetin ilk anayasası diyebileceğiz bir metindir.

Hz. Peygamberin Hayatı (16. DERS)

EN ÖNEMLİ SERİYYE VE GAZVELER:
Gazve, Resûlullah (sas)’in bizzat ordunun başında bulunarak, Seriyye ise Ashabından birini komutan olarak atayıp gönderdiği seferlerdir.
Resûlullah (sas) 19 gazve yapmış ve 8’inde ise kıtalde bulunmuş (Bedir, Uhud, Hendek, El Mureysi, Kudayd, Hayber, Mekke, Huneyn), bunlardan başka 24’de Seriyye göndermiştir.
Haksız bir şekilde yurtlarından çıkarılan, mal-mülklerini terketmek zorunda kalan ve Kâbe’ye gitmekten alıkonan Muhacirlerin Medine’ye niçin geldiklerini anlamaları ve tevhid bayrağını yeryüzünde dalgalandırmaları için, kendilerine bir dayanak olarak geldikleri Medine’de, şirkin kökünü kurutmak için savaş artık bir hak olmuştur. Kureyş adım adım takip edilecek, Arap Yarımadasında İslami bir askeri gücün varlığı ilan edilecektir. Civardaki kabileler ile Kureyş ile yaşanacak savaşta tarafsız kalmalarını sağlayacak bazı anlaşmalarda yapılmıştır.
Hz. Peygamber’in (sas) Bedir savaşından önceki ilk gönderdiği seriyyelerin başında Ubeyde b. El Haris (amcazadesi), Hamza b. Abdulmuttalip (amcası), Sa’d b. Ebi Vakkas (dayısı), Abdullah b. Cahş (halazadesi) gibi O’na en yakın kimseler olup, kendisi de çıktığı gazvelerde bizzat birliklerin başındadır. Yani herkesten önce kendisi ve en yakınları tehlikenin en önündedir.
Bu yeryüzünde İslam davası adına yola çıktıklarını söyleyenler için büyük bir derstir. Vaaz ve irşad makamında bulunanlar, insanlardan beklediği fedakârlığı önce kendileri yapmalıdır.
Ayrıca Abdullah b. Cahş Seriyyesinde “Başınıza öyle birini atayacağım ki, sizin en takvalınız değildir ama açlık ve susuzluğa karşı en dayanıklınızdır” örneğinde olduğu gibi, hayatın zorlukları karşısında sabır, ani gelişmeler karşısında kıvraklık, düşman karşısında yılgınlık göstermeyip sebat etmek gibi komutan olacak kişinin vazifeye ehil olması ilk sahip olunması gereken özelliklerdendir.
Abdullah b. Cahş Seriyyesinde, ona bir pusula yazmış ve iki gün yol aldıktan sonra açmasını emretmiş (gizliliğe riayet), ve Seriyye sonunda Müslümanların Kureyşlilere ait bir kervanı ve 2 kişiyi esir almaları sonunda, Kureyşlilerin fidye karşılığı o iki esiri almak istemeleri teklifine, henüz onların elinde olup olmadıkları bile belli olmayan ve nöbetleşe bindikleri deveyi kaybettikleri için birlikten geri kalan iki sahabenin sağ salim Medine’ye dönmedikçe, Kureyşlilere ait esirlerin teslim edilmeyeceğini açıklaması Resûlullah’ın, Müslüman Cemaatin her bir ferdi üzerine olan titizliğini açıkça ortaya koymaktadır. (Deveyi kaybedip birlikten geri kalmakta ihmal vardır ama içe dönük muhasebe ise ayrı bir şeydir)
Diğer yandan Recep ayının son günü olması nedeniyle aralarında istişarede bulunup, yaşadıkları tereddütten sonra kıtalde bulunan sahabelere, Resûlullah (sas) Efendimizin “Ben size haram ayda kıtali emretmedim, sadece Kureyşlilerin planlarını öğrenin” diye emrettim tavsiyesine aykırı bir davranışta bulunarak oldukça üzülen ve Müslümanları zora sokan sahabelerin durumu ile Müşriklerin, “Müslümanların haram ayda kıtal yaptıkları propagandası karşısında” inen Ayeti Kerime şu şekildedir.
“Sana haram ayı ve o ayda yapılan kıtali soruyorlar. De ki; o ayda kıtal etmek büyük cürümdür, insanları Allah’ın yolundan menetmek, O’nu inkâr etmek, ziyaretçilerin Mescid-i Harama girmelerine engel olmak, onun halkını oradan çıkarmak ise Allah katında daha büyük bir cürümdür.” (El Bakara Suresi)
“Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın” (El Bakara 193)
Kıtalde bulunan sahabeler için inen Ayeti Kerimede ise “İman edenler, hicret edenler, Allah (cc) yolunda cihad edenler, şüphesiz bunlar Allah’ın rahmetini umarlar. Allah (cc) gafurdur, rahimdir.” (El Bakara 218)

Hz. Peygamberin Hayatı (17. DERS)

BEDİR GAZVESİ:
Bedir’e ilk çıkış hedefi Kureyşlilere ait bir ticaret kervanının ele geçirilmesiydi. Ancak bunu haber alan kervandakiler, bir haberci vasıtasıyla Kureyşliler ’den yardım istemişlerdir.
Bugünde ticaret yollarını ve yeraltı-yerüstü zenginlikleri ele geçirip, dünyaya hâkimiyet kurmak için mücadele verilmiyor mu?
Ayeti Kerimede “Allah (cc) size iki taifeden (Şam’dan gelen ticaret kervanı veya Kureyşin silahlı birlikleri) birinin muhakkak sizin olduğunu vadettiği zaman, siz silahlı olmayanın kendinizin olmasını istiyordunuz. Allah’ta hakkı açığa vurmak ve kâfirlerin arkasını kesmek için savaşmanızı istiyordu.” (El Enfal 7)
Kureyşlilerin kervanlarını korumak üzere yola çıktıklarını haber alan Allah (cc) Resulü, Müminlerden bir kısmının savaş için isteksiz olmalarını göz önünde tutarak ashabıyla istişare etmiş ve Medine dışında olmaları nedeniyle özellikle Ensar’dan tekrardan söz almış, sonrasında Bedir’e yakın bir yere varıp, düşmanla ilgili bilgi toplamıştır.
Bedir savaşı, (Yevmu’l Furkan) Hicretten 18 ay sonra, Ramazan ayının 17 gecesi sonu Cuma sabahıdır. Müslümanlar Talut’un ashabının sayısı kadar yani 319 kişi, müşrikler 1000 kişi idiler. Müşriklerin safında zahiren zafer gerektiren, müminlerin safında ise zahiren hezimet gerektiren bütün şartlar mevcuttu.
Resûlullah (sas) sesli olarak “Allah’ım bana vaat ettiğini yerine getir. Eğer ehli İslam’ın bu bölüğünü helak edersen artık yeryüzünde sana ibadet edilmeyecek” diyerek dua etti. Allah’ta (cc) bu duaya karşılık başlarında Cebrail, Mikail ve İsrafil olan üç bin melekle Müslümanlara yardım etti. Bir savaş düşünün. Bir tarafta Şeytan ve Ebu Cehil, diğer tarafta Cebrail ve Hz. Muhammed.
İnsan suretinde savaşa katılan Şeytan, Meleklerin Müşriklere yaptığını görünce, ölümün kendisine de ulaşmasından korkup kaçarak kendisini denize atmış ve Allah’ım! Bana verdiğin mühlete sığınırım demiştir.
Bedir’de din uğruna, Allah yolunda savaş yapılıyordu. Baba oğulla, amca yeğenle, kardeş kardeşle karşı karşıya idi.
Mus'ab bin Umeyr ra. İslâm'ın sancaktarı, kardeşi Ebu Aziz bin Umeyr ise Kureyş ‘in birinci bayraktarıydı.
Hz. Ebu Bekir’in ra. bir oğlu Abdullah kendi yanında, diğer oğlu Abdurrahman müşriklerin safındaydı.
Resûlullah Aleyhisselâm'ın bir amcası Hamza ra. Müslümanlar tarafında, diğer amcası Abbas düşman tarafında idi.
Yine Resûlullah Aleyhisselâm'ın amcası Hâris'in oğullarından Ubeyde ra. Müslümanların arasında, Ebu Süfyan ile Nevfel ise müşriklerin arasındaydı.
Hazret-i Hatice ra. Vâlidemiz'in kardeşi Nevfel bin Huveylid İslâm'ın en büyük düşmanlarındandı.
En çok sevdiği amcası Ebu Tâlib'in oğlu Hazret-i Ali ra. kendi yanında, diğer oğlu Âkil karşı taraftaydı.
Muhterem kızı Zeynep’in ra. kocası Ebül-Âs yani damadı da hasımların içindeydi.
Hak ile bâtıl, tevhid ile şirk karşı karşıya gelmişti.
O gün için Müslümanlar 70 kişiyi öldürüp, 70 kişiyi esir almışlardı. Esirler arasında Resûlullah’ın amcası Abbas’da vardı.
Bedir İslam tarihinde; sabır ve tahammül yerine, hareket ve hamleye ait furkan dönemi olmuştur. Zafere sırf silah ve hazırlık gücüyle değil, hakiki ve sağlam bir inançla ulaşılabileceğini göstermiştir.

Hz. Peygamberin Hayatı (18. DERS)

UHUD GAZVESİ (1. Bölüm):
Hicretin 3. Yılı Şevval ayının 7’si (23 Mart 625 tarihinde)  Cumartesi günü vuku bulmuştur.
Kureyşliler açısından Uhud’un ana amacı, Bedir’in öcünü almaktır. Ticaret kervanlarındaki bin deve yükünden elde ettikleri gelir 50 bin dinar olmuş ve Resûlullah ile savaşmak için bu işe yarısı olan 25 bin dinar ayırmışlardır. 700’i zırhlı toplam 3000 kişilik bir ordu kurmuşlardır. Kureyş kendi başına Hz. Peygamber ve ashabıyla baş edemeyeceğini anladığı için diğer Arap kabilelerinin de yardımına başvurmuştur.
Abbas ra. bu durumu bildirmek üzere, Ğıfar oğullarından bir adam ile Resûlullah (sas) Efendimize bir mektup yazmış, Resûlullah (sas) ashabıyla yaptığı istişarede Medine’de kalıp savaşmayı, Ensar’dan bazı gençler ise “Ya Resûlullah, cahiliye devrinde bile bize Medine’de kimse saldıramadı” diyerek Medine dışında açık alanda savaşmayı istemişler, sonra da bu kararlarından pişmanlık duyup, Resûlullah ’tan özür dileyerek “Ey Peygamber, senin dediğin gibi olsun” demişlerdir. Resûlullah (sas) ise “Bir Peygambere, savaş elbisesini bir kez giydikten sonra artık onu savaşmadan çıkarmak yakışmaz” diye cevap vermiştir.
Cuma namazı sonrası Resûlullah Efendimiz 1000 kişiyle birlikte yola çıktı. Medine ile Uhud arası yarı yolda münafıkların reisi Abdullah b. Ubeyy b. Selül, istişarede Resûlullah (sas) Efendimizin görüşüne uyulmadığı gerekçesiyle “ne diye canlarımızı ölüme sürükleyelim” diyerek 300 kişiyle birlikte ordudan ayrıldı. Kendisine, düşmanla karşı karşıya geldikleri bu vakitte orduyu yalnız bırakmayın diyenlere ise “Biz savaş olacağını sanmıyoruz, savaş olacağını bilsek sizi yarı yolda bırakıp gitmezdik” demiştir. Böylece Müslümanlar 700 kişi kaldı.
Hz. Peygamber, bir okçu birliğini, Müşriklerin Müslümanlara arkadan saldırma ihtimali olan tepeye yerleştirdi ve şöyle dedi. “Düşmanlara galip geldiğimizi görseniz bile asla yerinizden ayrılmayın. Düşmanların bize galip geldiklerini görseniz bile yardımımıza gelmeyin”
Savaşın ilk anında Müşrikler hezimete uğramış, düşman kadınları can havliyle dağa doğru kaçmışlar, bu durumu gören tepedeki okçulardan bir kısmı ganimet toplamak için yerlerinden ayrılmışlardı. Bu durumu gören ve sonradan Müslüman olan Halid b. Velid ise Müslümanları arkadan kuşatarak, Müslümanları galipken mağlup duruma düşürmüştür.
Resullullah Efendimiz kuşatma altında kalmış, bu kuşatmada Ensar’dan 11 kişi onu korumak için şehid olmuş, Muhacirlerden Talha b. Ubeydullah ra. aldığı sayısız darbeden dolayı yaralanmış ve yere yığılmıştı. Resûlullah’ın (sas) sağ alt ön dişi kırılmış, alt dudağı yaralanmış, alnı yarılmış, miğferinin iki halkası yanağına batmıştı. Yanında hiç kimse kalmamıştı. Bu sırada iki melek Cebrail ve Mikail onu korumak üzere savaşmışlardı. Çok geçmeden Ebubekir ve Ebu Ubeyde ve Müslümanlardan bir öbek yaklaşık 30 kişi gelerek kuşatma yarılıncaya kadar Resûlullah (sas) Efendimizi savunmuşlardı.
Müslümanlar bu savaşta Peygamberimizin amcası, şehitlerin efendisi Hz. Hamza ra. dahil 70 şehid vermişler, müşriklerden 45 kadarı öldürülmüştü.

Hz. Peygamberin Hayatı (19. DERS)

UHUD GAZVESİ (2. Bölüm):
Uhud, Müslümanlar açısından sadece bir imtihan, sınama ve arındırmadır. Yoksa bir hezimet değildir.
Bedir Gazvesi kâfir ile müminin (El Enfal 37), Uhud Gazvesi ise mümin ile münafığın (Ali İmran 166-168) ayrıştırılması imtihanıdır.
Uhud’ta ilk anda zafer Müslümanlarda iken, Hz. Peygamberin emrine karşı gelinmesi ve kiminin dünyalık ganimet peşinde koşması sonucu Allah (cc) Müslümanlara yenilgiyi gösterdi.
Zafer, tıpkı rızık ve ecel gibi Allah’tandır. Yeryüzündeki hiç bir kuvvet, Allah’ın (cc) karşısında duramaz. (Ali İmran 160)
Allah’ın yardımına mazhar olabilmek için, O’nun yolu üzerinde içtenlik, samimiyet ve istikamet üzere olmak gerekir. (Muhammed 7)
Allah’ın yardımına mazhar olabilmek için Allah ve Resulünün emrine itaat ile safların ve sözlerin birliği lazımdır. (El Enfal 45-46)
Dünyalık sevgisi ve ona ulaşma arzusu ümmeti Allah’ın yardım ve zaferinden mahrum kılar. (Ali İmran 152)
Hezimete sebep olan şey sayı azlığı ya da teçhizat kıtlığı değildir. (Ali İmran 123)
Ancak, savaş için düşman karşısında maddi-manevi bütün hazırlıklar yapılmalıdır. (El Enfal 60)
Ayrıca düşmanla karşılaşıldığında sabır ve sebat göstermek ve Allah’ı çokça zikretmek zaferin diğer şartlarındandır. (El Enfal 15 ve El Enfal 45)
Bedir’de yemin ederek “Sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burada oturacağız” diyenler gibi olmayacaklarını söyleyenler var iken; Uhud’ta “Ne diye canlarımızı ölüme sürükleyeceğimizi bilmiyoruz” diyerek ordunun üçte birini yarı yolda bırakanlar var. Buna rağmen kalan 700 kişinin tamamı da iman bakımından aynı değildir. Münafıkların reisi ve taifesiyle bir şekilde bağlantılı kimseler vardır ve savaşın gidişatını ve şeklini değiştirenler onlar olmuştur. (Ali İmran 152 ve 154)
Buna rağmen Uhud’ta zor zamanda yılmayan, şehidlerin efendisi Hz. Hamza var, 70 darbe almış ve kız kardeşi tarafından ancak parmak uçlarından tanınmış Enes b. Nadr var, Ebu Dücane gibi sırtlarını, Katade gibi gözlerini Resûlullah (sas) için kalkan edenler var, beni Resûlullah sansınlar diyerek zırhını Resûlullah ile değiştiren ve yirmi küsür yara alarak şehid olan Ka’b b. Malik’ler var.
Muhtemel bir hezimeti savuşturan ve o çözülmüşlük halini çok geçmeden yalçın dağlar gibi sarsılmaz sebata çeviren, Müşriklerin Medine’ye ilerlemelerine müsaade etmeyen ve ertesi gün onları Mekke’ye doğru kovalayan Nebevi Komuta var.

Hz. Peygamberin Hayatı (20. DERS)

HENDEK GAZVESİ:
Uhud gazvesinden iki yıl sonra, hicretin beşinci yılı 627 senesinde, Araplar ve Beni Kureyza Yahudi kabilesi tarafından eski adı Yesrip’in (günümüzde Medine’nin) 27 gün boyunca kuşatılmasıdır.
Sebebi; Hz. Peygamber (sas), ihanetleri yüzünden Yahudilerden en-Nadir oğullarını Medine dışına çıkarmış, onlarda Hayber’e gitmişlerdi. Bunun üzerine Beni Kureyza Yahudilerini kışkırtmışlar,  akabinde kitap ehli oldukları halde Kureyş Müşriklerine gidip, “Sizin putlarınız ve dininiz Muhammedin dininden daha hayırlıdır ve Allah’a daha yakındır” diyerek Kureyş’i kışkırtmışlardır. (En Nisa 51-55 Ayetlere bakınız)
Kureyşliler ise, Uhud’ta kesin bir zafer kazanamamışlardı. Ayrıca Mekke kervanlarının Mısır, Suriye ve Irak yolu kapatılmıştı. Dolayısıyla Kureyşliler, bu teklife güle oynaya evet dediler. Kureyşten sonra Gatafan’ı kışkırtmışlar, Kureyşlilerinde diğer Arap Kabilelerini kışkırtmışlar, böylece Kureyş, Esed, Suleym ve Gatafan kabileleri ile birlikte toplam 10.000 kişilik orduyla, müşrikler Medine’ye saldırıya geçmişlerdir.
Huza’a kabilesi müşriklerin savaş için hazırlık yaptığını Resûlullah (sas) Efendimize haber vermiş, yapılan istişare sonunda, Hz. Selman’ın ra. hendek kazarak şehri savunma fikri kabul görmüştür. Böylece Sel dağı arkalarına alınarak düşmanın geçemeyeceği büyük hendekler (kazma-kürekle) kazılmıştır. Müslümanlar bu savaşta 3000 kişiydiler.
Hendek Gazvesinde yaşanan bazı mucizeler şunlardır. Karşılarına çıkan ve bir türlü kırılmayan büyük bir kaya kütlesini, Resûlullah (sas) “Bismillah” diyerek vurarak kum yığını haline getirmiş, Müslümanlara zamanın iki büyük devletinin Rum ve Fars’ın fethini müjdelemiştir.
Münafıklar, bu söz karşısında “Hz. Muhammed ve ashabı açlıktan karınlarına taş bağlamışlar, Muhammed ise bize hendekler içinde Pers ve Rum saraylarını vaat ediyor” demişlerdir.
Yine Resûlullah (sas) ve ashabının açlıktan karnına taş bağladığı bir dönemde Resûlullah (sas) Efendimizin Hz. Cabir’in kestiği bir keçinin kaynamakta olan çömleğine ve ekmek hamuruna bereketlenmesi için yaptığı duası sonunda, o gün 1000 kişinin karnı doymuş ve pişirilen yemekte artmıştır.
Biz diğer mucize ise Resûlullah’ın “Bundan sonra Kureyş bize asla saldıramayacak bilakis biz onlara saldıracağız” sözü gerçekleşmiştir.
Gazvede Müslümanlar çok sıkıntılar çekmişlerdi. Bir defasında Resûlullah (sas) ve ashabı çatışmaların gün boyu devam eden şiddetinden dolayı namazlarını ancak yatsı vaktinde kılabildiler.
Bir ara Müslümanların gözünden kaçan hendekteki dar bir noktadan geçen Amr b. Abd adlı müşriği Hz. Ali, kaşla göz arasında öldürdü. Nevfel b. Abdullah hendeğe düştü ve orada öldürüldü. Diğer bazıları da kaçtılar.
Savaş esnasında Resûlullah (sas) Efendimizin  “Harp hiledir” sözünün gereğince, müşriklerin aralarındaki birliği bozacak stratejiler uygulamış, Kureyza oğulları ile Kureyş-Gatafan arasındaki işbirliği bozulmuş, Allah’ta (cc) kâfirlerin üzerine fırtına göndermiş, (El Ahzap 9) böylece müşrikler savaş olmaksızın hezimete uğrayıp gerisin geri dönmüşlerdir. (El Ahzap 25)

Hz. Peygamberin Hayatı (21. DERS)

HUDEYBİYE ANLAŞMASI:
Resûlullah (sas) umre yapmak maksadıyla 1400 kişiyle yola çıktı. Bunu haber alan Kureyşlilerin, bazı Arap kabilelerini de toplayarak “Müslümanlarla savaşmak ve onları Beytullah (Kâbe)’den alıkoymak istediklerine” dair haberler yolda Resûlullah’a (sas) ulaştı. (Allah’ın bir konuda bir emri yoksa)  Her zaman olduğu gibi Resûlullah’ın (sas) ashabıyla yaptığı istişare sonunda, “Mekke’ye Umre niyetiyle gideceklerini, savaş istemediklerini, ancak Beytullah ’tan alıkonurlar ise, savaşacaklarını beyan edip” yola koyuldular.
Müslümanların komuta kademesine bağlılığı ne kadar da güzeldir. Hazırlıksız gelinen bir yerde, Resûlullah’ın (sas) kendilerini apaçık bir savaşın içine soktuklarına dair kimseden bir şikâyet sesi duyulmamıştır. Acaba bugün biz Müslümanların hali nasıl?
Mekke’de Kâbe’ye inecekleri tepeye vardıklarında, içinde azıcık su birikintisi bulunan Hudeybiye denilen mevkide, İlahi bir yönlendirme sonucu Resûlullah (sas) Efendimizin devesi Kasva çöktü ve kimse deveyi tekrar olduğu yerden kaldıramadı. Ashap, deve inat etti dediler. Resûlullah (sas) “Kasva inat etmedi. Onun öyle bir huyu yoktur. Ama Ebrehe ordusunda filleri Mekke’ye girmekten alıkoyan Allah, onuda alıkoydu” buyurdu. Bunun üzerine orada konakladılar. Çok geçmedi ve oradaki azıcık su da bitti. Durumu Resûlullah’a bildirdiler. Resûlullah (sas) Efendimizde dua etti ve duası ile su tekrar bereketlendi.
Bu arada müşriklerden haber almak üzere, Mekke’ye elçi olarak giden Hz. Osman’ın öldürüldüğü haberi üzerine, Müşriklerle savaşmak üzere Resûlullah (sas) ashabından (bir kişi hariç) söz aldı. Tarihte bu olay, (Bedir ehlinden sonra kıyamete kadar tarihin en hayırlı Müslümanları olarak bilenen) Rıdvan Biati olarak bilinmektedir. Ancak, sonrasında Hz. Osman’ın öldürüldüğü haberinin doğru olmadığı ortaya çıktı, bu arada müşriklerde, Müslümanlardan korkup çekindikleri için anlaşma yapmak üzere bazı elçiler gönderdiler.
Kureyşliler adına Süheyl b. Amr ile yapılan anlaşmada, Müslümanların bu sene yerine, gelecek sene Umre yapması kararlaştırıldı. Anlaşmada, ilk bakışta Müslümanların aleyhine gibi görünen bazı maddeler vardı. Bir müşrik Müslüman olursa tekrar kavmine iade edilecek ama Müslümanlıktan dönen olursa iade edilmeyecekti. Yine anlaşmaya müşriklerin itirazı üzerine Allah’ın Resulü Muhammed yerine sadece Muhammed b. Abdullah yazılmış ve Bismillahirrahmanirrahim yerine sadece Allah’ın adıyla yazılmıştı. 
Sulh ya da mütareke, zaaftan kaynaklanan bir şey değildi ve bunun kaynağında kuvvet yatmakta idi. Aslında Mekkeli müşriklerin Müslümanlara korku salma planları suya düşmüştü.
Anlaşma metni yazıldıktan sonra, Resûlullah (sas) Efendimiz ashabına “kalkın ve kurbanlarınızı kesin, sonra da tıraş olun” buyurdu. Ashabı Kiram bu anlaşmadan memnun olmadıkları için, hiç kimse denileni yapmadı. Peygamberimiz kalktı ve Ümmü Seleme’nin çadırına gidip, gördüğü muameleyi anlattı. Ümmü Seleme validemiz, “Ey Allah’ın Resulü, bunu gerçekten arzuluyorsan çıkıp kendi kurbanını kes ve berberini çağırıp tıraş ol, kimseyle de konuşma” dedi. Resûlullah (sas) Efendimizde çıktı, kurbanını kesti ve arkadan tüm ashapta aynısını yaptılar.
Hudeybiye Anlaşması, Resûlullah (sas) Efendimizin Hendek Gazvesinde söylediği “Bundan sonra biz onlara saldıracağız, onlar bize saldıramayacak” sözüne ait yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur.

Hz. Peygamberin Hayatı (22. DERS)

HAYBER GAZVESİ:
Müslüman toplumların düşmanlarına yem olmamak için, çevrelerinde olup bitenleri çok iyi takip etmeleri gerekmektedir.
Yahudiler, Hendek Gazvesinde Mekkeli müşriklerle işbirliği yapmış, diğer yandan Mekke-Medine-Şam ticaret yolu üzerinde tehlike oluşturuyorlardı.
Müslümanlarla yaptıkları ahitlerini her defasında bozmuşlardı. (EL Enfal 55-58)
Hudeybiye Anlaşması ile Kureyş’ten gelecek tehlike bertaraf edilmişti. Hudeybiye dönüşü yolda Resûlullah’a (sas) “Resulüm, Biz sana apaçık bir fetih ve zafer yolu açtık” Ayeti Kerimesi ile başlayan Fetih Suresi nazil oldu.
1600 kişilik Müslüman ordusu, Gatafanlılardan gelecek yardımı engelleyecek şekilde konuşlandı ve Allah (cc) Hayber’in fethini Hudeybiye Anlaşmasından hemen sonra, bir aydan kısa bir zamanda Müslümanlara nasip etti.
Hayber Ehlinin bir kısmı canlarını kurtarma karşılığında başka yere göç etti, bir kısmına ise elde edilen ürünlerin yarısını vergi olarak vermek ve istenildiği vakit çıkarılmak üzere müsaade edildi.
Hayber’de fethedilen birçok kale vardı. Kuşatma 10 gün kadar sürdü. Resûlullah (sas) Hayber günü “Yarın bu sancağı öyle birine vereceğim ki, Allah (cc) onun eliyle fethi müyesser kılacak, O Allah (cc) Resulünü sever, Allah (cc) ve Resulü de O’nu sever” buyurduğu kişi o gün gözleri rahatsız olduğu için Resûlullah (sas) Efendimizin duasıyla şifa bulan Hz. Ali ra’dir.
Hayber’de savaş esnasında çarpıcı iki örnek vardır.
Savaş zamanı çok şiddetli bir şekilde çarpışan ve Resûlullah Efendimizin “Bu Cehennem ehlindedir” dediği kişi, aldığı yaralara ve acılarına dayanamayıp intihar eden kişidir.
Yine kara renkli çirkin bir adamın, Allah’ın ahdine sadakat göstererek ölünceye kadar çarpışması sonunda, Cennete gittiğine dair olaylara şahit oluyoruz.
Bu iki örnek, düşman karşısında bahadırca savaşan herkesin aslında İslam’ın hakikatini temsil etmediğini, Allah (cc) yolunda cihad için halis niyetin mutlaka şart olduğunu göstermektedir.
Habeşistan’a hicret eden Cafer b. Ebu Talip’in dönüşü de Hayber’in fethedildiği zamana denk geldi ve Resûlullah (sas) onlara yani gemi ehline iki hicret sevabı verildiğini müjdeledi.

Hz. Peygamberin Hayatı (23. DERS)

MUTE SAVAŞI:
Arap yarımadasında Hristiyanlığa karşı açılan ilk savaştır. Resûlullah (sas)’in Şam’a gönderdiği elçisinin canına kastedildiği için bu kararı almıştır. Müslümanlar üç bin kişi, Bizans Ordusu ikiyüzbin kişi olmasına rağmen, yani kıyas kabul edilmeyecek kadar çok düşman ordusuna rağmen, zafer Müslümanların olmuştur.
Savaş Hicretin 8. yılında gerçekleşmiştir. Resûlullah (sas) ordunun başına Zeyd b. Harise’yi, o şehid edilirse Cafer b. Ebi Talip’i, o da şehid edilirse Abdullah b. Revaha’nın geçmesini emir buyurdu. Her üçü de şehid oldu. Sonrasında Müslümanlar, kendi aralarında yaptığı istişare sonrasında, Halid b. Velid’i ra. komutan olarak seçmişlerdir.  (Uhud savaşında okçular tepesini arkadan dolaşıp Müslümanları zor durumda bırakan, Hudeybiye Anlaşması sırasında müşriklerin süvari birliğinin başında olan ve henüz Müslüman oluşunun üzerinden beş ay geçmemiş)  
Çünkü o an savaşı bilen tecrübeli bir komutana ihtiyaç vardır.
Halid b. Velid ra. Mu’te meydanından Seyfullah lakabıyla ayrılmıştır. Kendisinin 17 yıl boyunca Resûlullah’ın karşısında duruşu, İslam’a girmesinden henüz dört beş ay geçmeden Seyfullah lakabının verilmesine mani bir husus olmamıştır. Çünkü kin ve taassup cahiliye erlerinin işidir.
Hemen hemen bütün ordularda görülen bir husus vardır. Komutanları öldüğü zaman, onlarda çökerler. Ama İslam ordusu, sağlam kalıp, konumunu korumuştur.
Komutanlardan Tayyar lakaplı, (her iki kolunu yitirdiği için) Cafer b. Ebi Talip ra. şehid olduğunda vücudunda 90 küsür kılıç ve ok yarası vardır.
Allah (cc) yolunda cihad edip, şehadete ermek.
Bu ruh hali günümüz İslam topluluklarına hâkim olmadıkça, yeryüzünde gerçek İslami varlığın geri dönüşü asla sağlanamayacaktır. Dünyalık derdiyle zillet ve meskenete rıza göstermek, ölümden korkmak, cihad ruhunu yitirmek demektir.

Hz. Peygamberin Hayatı (24. DERS)

MEKKENİN FETHİ:
Savaşın sebebi, Kureyş’in ahdini bozmasıdır. (Et Tevbe Suresi 12-15)
Şöyle ki; Hudeybiye anlaşmasının şartlarından biriside, dileyen kabile Hz. Muhammed’in, dileyen de Kureyş’in akdi ve ahdine sadık kalacaktı. Bu şarta binaen Huza’a kabilesi Hz. Peygamber’in, Bekr oğulları ise Kureyş’in tarafında yer aldı. 17-18 ay kadar mütareke şartlarına bağlı kalındı. Bir gece vakti, Mekke’ye yakın bir yerde Kureyş ve Bekr oğulları bir olup, Huza’a kabilesine saldırdı. Bu olayı haber alan Resûlullah (sas) sefer için insanlara hazırlık yapılmasını emretti. Kureyşlilerin duymaması içinde ne zaman nereye sefere çıkacağını gizli tuttu.
Bu olay üzerine Ebu Süfyan yola çıkıp Medine’ye, Resûlullah (sas) Efendimizle anlaşmayı yenilemeye geldi. “Gel seninle şu anlaşmayı yenileyelim” dedi. Resûlullah (sas) “Bizler yaptığımız anlaşma ahdi üzerineyiz. Yoksa siz bir olay mı çıkardınız” dedi. Ebu Süfyan “hayır” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sas) seferin gizliliği açısından “Biz aramızdaki anlaşma gereği ahdimiz üzerineyiz” deyip, sözü uzatmadı.  Daha sonra Ebu Süfyan, Hz. Peygamberin hanımı ve kendi kızı Ümmü Habibe, Resûlullah’ın kızı Fatıma, damadı Hz. Ali ve Hz. Osman, torunları Hasan ve Hüseyin, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer ra. dâhil hepsinden anlaşmanın yenilenmesi için himaye istedi, ancak umduğunu bulamadan geri döndü. Dönüşte Mekkelilere “Öyle bir kavmin yanından geldim ki, kalpleri tek bir kalp üzerinedir” dedi.
Sefer hazırlıkları sırasında Bedir ehlinden Hatip b. Ebi Belta, küfrü ya da dininden döndüğü için değil, bir hata yaparak, Mekke’deki ailesi ve mallarını korumak üzere, gizlice bir kadının saç örgüsü içinde gönderdiği haberin vahiyle Resûlullah’a bildirilmesi üzerine, kadın yakalanmış ve bu olay üzerine “Allah (cc) düşmanlarının dost edinilemeyeceği ile ilgili” Mümtehine Suresi 1. Ayeti Kerime nazil olmuştur.
Hicri sekiz buçuk yıl Ramazan ayında (Miladi Ocak 630 yılında) on bin kişilik ordu ile yola çıkıldı. Mekke’ye girilmeden önce İslam’ın ihtişamını gören Ebu Süfyan Müslüman oldu. Herhangi bir direnişle karşılaşılmadan Mekke fethedildi. Resûlullah (sas) Mekke’ye girişte Fetih Suresini okudu, genel af ilan etti (dört er ve iki kadın hariç) ve Kâbe’nin içindeki tüm putları (360 adet) yıktı.
Bugün için çıkarılacak derslere gelirsek;
Azgınlık eden bir asi, karşısında caydırıcı bir güç bulmadıkça, azgınlığından ve isyanından vazgeçmez.
Müslüman cemaat, kendi evlatları, dostları ve müttefiklerin yalnız bırakmaz.
Düşmana karşı yürütülecek faaliyetlerde gizlilik esastır.
Allah’ın düşmanlarına sevgi gösterilmez ve onlar dost edinilmez.
Müslümanlar, düşmanlarına karşı saflarda ve sözlerde birlik içinde olmalıdır.

Hz. Peygamberin Hayatı (25. DERS)

HUNEYN GAZVESİ:
Mekke’nin fethinden hemen sonra civardaki başta Hevazin olmak üzere putperest kabileler Mekke’yi geri almak için 630 yılında Taif yakınlarında Huneyn’de kırk bin kişi toplandılar. Müslüman ordusu ise on iki bin kişi idi ve sayıca çoklukları onları gurura sevketmişti. “Bugün azlıktan dolayı asla mağlup olmayız” demişlerdi.
Ancak savaşın ilk anlarında gerisin geri dönüp kaçmışlar, ancak Hz. Peygamber’in (sas) sebatı, (Hz. Peygamberin yanında sabit kalem duranlar en fazla 80 kişi civarında)  Allah’ın müminler üzerine sekineti ve görünmeyen ordularını indirmesiyle, savaş Müslümanların zaferiyle sonuçlanmıştır. (Et Tevbe 25-27)
Müslümanların savaş için her türlü hazırlığı yapmaları istense de, (El Enfal 60) zafer; sayı ve teçhizat çokluğundan değil, Allah (cc) katından gelir. (Ali İmran 130)
Savaştan sonra Müslüman olarak gelerek gelen Hevazin heyetine, esirleri iade edilmiş, ganimetler ise Müellefe-i Kulup (kalpleri İslam’a ısındırılacak olanlara) dağıtılmıştır.
Akabe biatından beri Resûlullah’a destek olan Ensar’a, Huneyn’de ganimet namına bir şey verilmemişti. Bunun üzerine Ensar’dan bir grup, “sıkıntı olunca biz çağrılıyoruz ama ganimet gayrımıza veriliyor” deyince Resûlullah (sas) “İnsanlar dünyalıkla dönüp giderken, siz Allah’ın Resulü ile dönmeye razı olmaz mısınız?” dedi. Onlar da razı oluruz dediler.
Allah (cc) yolunun davet erleri, ihsanın, diğerkâmlığın (kendinden önce din kardeşinin huzur ve saadetini istemek) ve İslam yoluna adanmışlığın yüce ufuklarına bu şekilde yükselebildikleri zaman, şu varlık âlemi onlara boyun eğecektir.

Hz. Peygamberin Hayatı (26. DERS)

TEBÜK GAZVESİ:
Hicretin 9. Yılında Rum Komutan Heraklius’un, Şam’da kalabalık bir ordu ile Müslümanlara karşı savaş hazırlığı yapması dolayısıyla, Resûlullah (sas) Müslümanlara, Zilhicce ayından Recep ayına kadar Rumlara/Romalılara karşı sefere hazırlanmalarını emir buyurmuştur.
Resûlullah (sas) Efendimizin bir gazveye çıkılacağı zaman nereye yöneleceğini açık açık söylediği pek nadirdir. Ancak Tebük Gazvesi kavurucu sıcakların olduğu insanlar için zor bir zamana denk geldiği için, yolun uzunluğu, şartların zorluğu, düşmanın çokluğu nedeniyle, hazırlık yapılabilmesi için Resûlullah (sas) ashabına bunu açıkça beyan etmiştir.
Münafıkların bu sıcakta sefere çıkmayın demelerine karşılık (Et Tevbe 81-82) “Cehennemin daha sıcak olduğu” ayetleri nazil olmuştur.
Müslümanlar, Resûlullah (sas)’in hayatta olduğu süredeki en büyük ordusu ile (Bedir’in 100 katı olup 30.000 kişi) hücuma geçmesi sonucunda, Bizans Ordusu muharebe yapmadan geri çekilmiştir. Sefer Müslümanların zaferiyle sonuçlanmış, Eyle Hükümdarı, Cerba ve Erzuh Ehli, Dume Hükümdarı cizye vermeye razı olarak, anlaşma yapmışlardır.
Bu gazve kılıç ve kalkanın ağırlıkta olduğu değil, nefislerin ağır bir şekilde imtihana tutulduğu bir gazvedir.
Bütün Arap Yarımadasına yayılan Müslümanların bir araya geldiği ilk tecrübe olmuştur.
Hz. Ebubekir ra. sefer hazırlıkları için malının tamamını, (Geriye Allah (cc) ve Resulünü bıraktığını söylemiştir) Hz. Ömer yarısını getirmiştir. Hz. Osman ra. ordunun üçte birini donatmıştır.
Resûlullah Efendimiz (sas) “Bugünden sonra yaptığı Osman’a zarar vermez” buyurmuştur.
Herkes bu sefer için gücünün yettiğince hayırda bulunmuş, kadınlar takılarını getirip infak etmişlerdir.
Tevbe Suresinin yarısından fazlasında “Cihattan ipe sapa gelmez mazeretler sunarak geri kalan ve başkalarını da alıkoymaya çalışanlar, cihat ordusuna infakta bulunanların dedikodusunu yapıp gıybet edenler, Resûlullah’a suikast girişiminde bulunup O’nu devesiyle birlikte sarp yokuştan aşağıya düşürmek isteyenler, Müslümanların birliği parçalansın diyerek Mescid-i Dırarlar inşa edenlerin” durumların hakkında Ayeti Kerimeler nazil olmuştur.
Tebük Gazvesinden geri kalanlar dört kısımdır. Birincisi Resûlullah’ın emriyle Müslümanların idaresi için Medine’de kalanlar, ikincisi gerçek mazeret sahipleri, üçüncüsü asi ve günahkârlar (bunlar üç kişi olup, yaptıkları tövbe tam 50 gün sonra kabul olmuştur), dördüncüsü ise münafıklardır.
Günümüz İslam toplumunun, o Nebevi toplumdan öğreneceği çok şey vardır.

Hz. Peygamberin Hayatı (27. DERS)

DAVETİN ALEMŞUMULLUĞU ÜZERİNE:
Resûlullah (sas) Efendimiz, Roma Hükümdarı Heraklius’a, Fars Hükümdarı Kisra’ya, Mısır Hükümdarı Mukavvıs’a, Habeşistan Hükümdarı Neçaşiye, Yemame, Bahreyn ve Gassan Hükümdarlarına mektuplar göndermiş ve onları İslam’a davet etmiştir.
Bu mektupların içeriği genelde şu şekildedir. “Selam hidayete tabi olanların üzerine olsun. Müslüman ol, selamete er, Allah (cc) size ecrini iki kez versin. Eğer yüz çevirirsen halkının günahı senin üzerinedir.”
Konuyla ilgili Ayeti Kerime Ali İmran 64: “Ey Ehli Kitap! Bizimle sizin aranızda müsavi bir kelimeye gelin. Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıpta kimimiz kimimizi Rab edinmesin. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse deyin ki: Şahit olun, Biz Müslümanlarız.”
Mektuplara cevaplar şu şekilde olmuştur.
Heraklius, Rumların ileri gelenlerini toplayıp, “Hz. Peygambere biat etmeye ne dersiniz” dedi. Onlar ise yaban eşekleri gibi kapılara doğru kaçmaya başladı. Bunun üzerine “Az önce söylediklerimi dininize bağlılık derecenizi ölçmek için söyledim. Göreceğimi gördüm” demiştir. Onlarda kendisine secde etmiş ve ona razı gelmişlerdi.
Fars Hükümdarı Kisra, mektubu okuduğu zaman “Kulum iken bana nasıl bu şekilde mektup yazar” diyerek mektubu yırtıp, Yemen Valisi Bazan’a “O’nu bana alıp getirsinler” demiştir. Resûlullah’ın yanına gelen Bazan “Kisranın tehditlerini” anlatmış, Resûlullah (sas) ise, “Allah (cc) Kisra’ya oğlu Şireveyh’i musallat etti. O’nu falan ayın, falan gecesi, falan vakitte öldürdü” diyerek vahiyle durumu Bazan’a bildirmiştir. Bazan geri döndüğünde Resûlullah’ın dediklerinin doğru olduğunu görünce, Fars Ahalisinden bir kısım ile birlikte Müslüman oldu.
Mısır Hükümdarı Mukavvıs, mektubu alıp öpmüş, Hz. Peygamber’e hediyeler göndermişti. Bir tanesi Hz. Peygamberin oğlu İbrahim’in annesi Mariye’dir.
Habeşistan Hükümdarı Necaşi, mektubu gözleri üstüne sürüp, Müslüman olmuştur.
Yemame Hükümdarı, Resûlullah ’tan sonra hükümdarlık kendisine verilirse, Müslüman olacağını, aksi halde kendisiyle savaşacağını söyledi. Hz. Peygamber “Allah’ım benim için ona yeter ol” buyurdu. O’da az bir zaman sonra öldü.
Bahreyn Hükümdarı ve ahalisi mektubu okuyup, Müslüman oldu.
Gassan Hükümdarı mektubu okuyunca, “Ben O’nun üzerine yürüyüp savaşacağım” dedi. Mülkü harap oldu.

Hz. Peygamberin Hayatı (28. DERS)

VEDA HUTBESİ VE EFENDİMİZİN VEFATI ÖNCESİ YAŞANANLAR:
Resûlullah Efendimiz, Hicretin 10. Yılında yüz bini aşan sahabeye, Veda haccını yaptı ve Medine’ye geri döndü.
Veda Haccı sırasında yaptığı Veda Hutbesi meşhurdur.
Temel Hak ve hürriyetler açısından çok önemlidir.
Resûlullah (sas) Veda Hutbesinde “Üstünlüğün Irk, renk ve sınıfta değil takvada olduğunu, zinanın yasaklandığını, aile hayatında erkek ve kadının birbirlerine karşı vazifeleri olduğunu, kadınlara iyilik ve şefkatle muamele edilmesi gerektiğini, faizin haram kılındığını, kan davasını kaldırıldığını, herkesin can ve mal haysiyetinin korunduğunu, cezaların şahsi olduğu gibi temel hak ve görevleri bu hutbede bildirmiş, Ümmete bırakılan iki emanete (Kur’an ve Sünnete) sığınıldığı müddetçe sapıklığa düşülmeyeceğini müjdeleyip, orada olanların olmayanlara bu söylenenleri aktarmasını istemiştir.”
Efendimizin insanlar için en fazla kaygılandığı husus “Akidelerin selameti ve Ümmetin saflarının birliği” olmuştur.
Vefatından 5 gün öncesi Çarşamba: İlk olarak zevcesi Meymune ra. evinde rahatsızlandı. Öyle ki, hastalığı ağırlaştı ve bayıldı. Daha sonra hastalığını Hz. Aişe ra annemizin evinde geçirmek için zevcelerinden izin istedi ve kabul edildi. Ayaklarını ancak yerde sürüyerek yürüyebiliyordu. O gün ağızları kırbalarından açılmamış yedi kırba üzerine su döküldü ve insanların yanına çıkıp şöyle dedi. “Allah’ın laneti Yahudiler ve Nasranîler üzerine olsun ki, Peygamberlerinin kabirlerini mescidler edindiler. Benim kabrimi tapınılır bir put edinmeyin. (Çok şükür Allah (cc) bu ümmeti bu fitneye düşmekten korumuştur.) Her kimin benim üzerimde hakkı varsa gelip alsın” buyurmuştur. Daha sonra “Ensar’a iyi muamelede bulunun. İyiliklerini iyilik kabul edin, kusurlarını affedin. Onlar benim yakın ashabım ve sırdaşlarımdır” buyurarak (Vefalı bir Peygamber)
“Bir kul ki Allah (cc) onu, kendisine istediği kadar dünya güzelliği vermekle ya da O’nun katında olanı tercih etmek arasında muhayyer kıldı, o da O’nun katında olanı seçti” deyince Hz. Ebubekir durumu anlayıp ağladı.
Dört Gün Önce Perşembe: Akşam namazına kadar namazları cemaatle kıldırdı ve akşam Murselat suresini okudu. Ondan sonra vefat edinceye kadar cemaate namaz kıldıramamıştır. Yatsı vakti, üzerine baygınlık çöktü ve mescide gidemedi, 3 defa aynısı oldu. Bunun üzerine “Hz. Ebubekir’e emredin, insanlara namaz kıldırsın” buyurdu.

Hz. Peygamberin Hayatı (29. DERS)

EFENDİMİZİN VEFATI:
Üç Gün Önce Cuma Günü: Hastalığında bir hafifleme hissetti. İki kişi arasında yürüyerek öğle namazı için çıktı. Bu sırada Hz. Ebubekir namaz kıldırıyordu. Ebubekir’in yanına oturdu. Ebubekir ayakta, Hz. Peygamberin namazına uyarak namaz kıldırdı, insanlarda Hz. Ebubekir’e uyarak namaz kılıyordu.
Bir Gün Öncesi: Kölelerini azat etti, yanında bulunan 7 dinarı sadaka verdi. Silahlarını Müslümanlara hibe etti.
Son Günü: Pazartesi sabahı Hz. Fatıma, “Ah babacığımın ıstırabı” demesi üzerine “Bugünden sonra baban için ıstırap yoktur” buyurdu. Üzerine baygınlık çöktü. Başı Hz. Aişe ra. annemizin dizleri üzerindeydi. Kendine geldiği zaman elini su kabına daldırıp yüzünü sıvazladı ve “La İlahe İllallah, şüphesiz ölümün sekeratları vardır” buyurdu. Sonra elini kaldırdı. “Allah’ım Refik-i Ala’da bulunmayı tercih ederim” dedi. Hz. Aişe ra ise; “Demek ki bizi tercih etmiyor” dedi.
Sonrasında yeryüzünün görüp görebileceği en yüce insanın eli yana kaydı, Resûlullah (sas) İslam davetini tebliğ, Peygamberlik vazifesini ifa, Ümmete nasihatini tamamladıktan sonra böylece vefat etti.
Tarih: Hicretin 11. Senesi Rebiülevvel ayı 12’si Pazartesi Sabahı. Miladi: 8 Haziran 632
Hz. Ömer ra vefatına inanamadı. Bunun üzerine Hz. Ebubekir ra insanlara şöyle dedi. “Her kim Muhammed’e tapıyor ise, bilsin ki Muhammed öldü. Her kim Allah’a tapıyor ise Allah (cc) Hayy/diri ve asla ölmez”
Allahu Teâlâ Ali İmran 144. Ayeti Kerimede buyuruyor ki: “Muhammed de ancak bir Peygamberdir. Ondan evvel de Peygamberler gelip geçmiştir. Şayet o ölür veya öldürülürse, siz gerisin geriye mi döneceksiniz. Her kim gerisin geriye dönerse elbette Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah (cc) şükredenlerin mükâfatlarını elbette verecektir”
Bu ayeti insanlar sanki ilk kez Hz. Ebubekir’den duyuyor gibiydiler.
Allahu Teâlâ El Ahzap Suresi 45-46. Ayeti Kerimelerde Resûlullah için şöyle buyurdu. “Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı, Allah’ın izniyle kendi yoluna çağıran bir davetçi ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik”
Resûlullah (sas) Efendimizin cenaze namazı için hiç kimse imamlık yapmamış, insanlar öbek öbek cenaze namazını kılmış, Salı günü, vefat ettiği yerde kabrine konulmuştur.
Allah (cc) bizleri Resûlullah Efendimizin (sas) şefaatine nail eylesin. Âmin.

Yararlanılan Kaynak: Prof. Dr. Münîr Muhammed Gadbân. Fıkhu's Sîre. Ravza Yayınları.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÇOCUKLARIMIZA KAZANDIRABİLECEĞİMİZ GÜZEL HUYLAR. 32. Bölüm

Empati. Konuyla İlgili Hikâye. Bir ülkenin kralı en sevdiği atını kaybetmiş ve bu yüzden çok üzülmektedir. Atı bir türlü bulamadığı için ortaya bir ödül koyar. Herkes ödülü kazanmak için koşar gelir ama kimse atı bulamaz. Çobanın biri kralın huzuruna çıkar ve atı bulacağını söyler. Kral buna inanmaz. Ülkenin en akıllı kişileri atı bulamadı da bu budala mı bulacak? Çoban atı aramak için kraldan izin ister. Kral çobana peki öyleyse ara bakalım der. Çoban birkaç saat içinde atı bulur ve saraya getirir. Kral bu duruma çok şaşırır. Çobana atı nasıl bulduğunu sorar. Çoban “Çok kolay oldu hükümdarım. Kendimi atın yerine koydum, bir at olsam nereye gideceğimi düşündüm ve onu hemen buldum” Çobanın cevabı kralın çok hoşuna gider ve ödülün çobana verilmesini emreder. Konuyla İlgili Videoyu İzlemek İçin Lütfen Aşağıdaki Linki Tıklayınız. https://www.youtube.com/watch?v=Wmr6GqrFF-Y

ÇOCUKLARIMIZA KAZANDIRABİLECEĞİMİZ GÜZEL HUYLAR. 33. Bölüm

Yalancının Mumu Yatsıya Kadar Yanar. Konuyla İlgili Hikâye. İstanbul’daki Fatih Medresesi’nin her odasında dört beş talebe beraber kalırmış. Bu talebeler memleketlerinden getirdikleri fasulye, bulgur, mercimek, nohut vesaireyi beraber pişirirler, beraber yerler ve her hafta içlerinden birisi nöbet tutarak bu işleri yaparlarmış. Geceleri ders çalışmak için yaktıkları mumların parasını da aralarında toplayıp, o haftaki nöbetçi talebeye verirlermiş. Bu talebelerden birisi çok açıkgözmüş. Her gece şamdanların dibinde kalan kırıntı mumları toplar, eritir ve onlardan uydurma bir mum yaparak parayı cebine indirirmiş. Fakat onun yaptığı mum, yeni mumlar gibi uzun müddet odayı aydınlatamaz, erkenden sönermiş. İşin farkına varan arkadaşları, bir gece yine yatsı namazından sonra karanlıkta kalınca, hesap sormaya başlarlar: – Biz sana para verdik, ne diye mum almadın? – Aldım işte, ne yapayım mumlar küçülmüş, bu kadar yanıyor. İçlerinden birisi: – Tabii o kada...

ÇOCUKLARIMIZA KAZANDIRABİLECEĞİMİZ GÜZEL HUYLAR. 18. Bölüm

Çalışkanlık. Konuyla İlgili Hikâye. Bir gün Peygamberimiz ve arkadaşları bir yere gidiyordu. Yol kenarında oturmuş, bomboş duran birini gördüler. Peygamberimiz adamın yanından geçerken bomboş duran adama baktı ama selâm vermeden yoluna devam etti. Peygamberimizin arkadaşları bu olaya hayret ettiler. Çünkü Peygamberimiz herkese selâm verirdi. Ama bu adama selâm vermemişti. Gittikleri yerdeki işlerini bitirdikten sonra aynı yoldan dönüyorlardı. Bu sefer adam, aynı yerde eline bir çöp almış, toprağı karıştırıyordu. Peygamberimiz adamın hizasına gelince bu defa adama dönüp tebessümle baktı ve: - “Esselâmü aleyküm...” diye selâm verdi. Peygamberimizin arkadaşları, bu olaya şaşırdılar. İçlerinden biri: - “Ey Allah’ın elçisi, buradan biraz önce geçtik. Oturan adama baktınız ama selâm vermediniz. Şimdi ise tebessümle bakıp selâm verdiniz. Bunun sebebi nedir?” diye sordu. Sevgili Peygamberimiz: - “Biraz önce buradan geçerken adam oturmuş bomboş bekliyordu. Onun için se...