Tavuk mu Yumurtadan Yumurta mı Tavuktan “21 Gün Mantıklı Düşünme Dersleri”
Hazırlayan: Abdullah Durmuş BAYSAL / Ahmet Selami VANLI
Giriş ve Önsöz.
Günümüzde toplumları istediğiniz
tarafa yönlendirmek için kullanılan yöntemlerden en etkilisi “doğru ya da
yanlış hiç fark etmez” insanların düşünmemesidir.
Oysaki insan, Cenab-ı Hakkın
yeryüzündeki halifesidir ve Cenabı Hak insana, “akıl” gibi bir nimet vermiştir.
Arif ve irfan sahibi insan
ise, kendisine öğretilenlerle yetinmeyen insandır.
Allah’ın verdiği akıl ise, asla
Yaradan’ına karşı olamaz.
Çünkü Allah’tan Peygamberleri
vasıtasıyla gelen “vahiy” akıldan üstündür.
Çünkü “akıl” yaratılan olduğu
için, acizdir.
Nitekim Kasas Sûresi 60. Ayeti
Kerimede “Oysa size verilen her şey, dünya hayatının (geçici) istifadesi ve
ziynetidir. Allah’ın yanında olan ise daha hayırlı ve daha devamlıdır. Akıl
erdiremiyor musunuz?
Bu dünyada huzur arayanlar,
mantıklı hareket etmek zorundadır.
Bir talebe hocasına sormuş?
Hocam; huzurlu yaşamanın sırrı
nedir?
Hocası cevaben “huzurlu
yaşamanın sırrı aptallarla tartışmamaktır” demiş.
Talebe: “Ama hocam, cevap bu
kadar kısa ve sade olamaz” demiş.
Hocası “haklısın” evladım
demiş.
Kurt ile Eşek
tartışıyorlarmış.
Kurt: "Çimen
yeşildir."
Eşek: "Çimen
sarıdır" diye iddiaya tutuşmuşlar.
Neyse konuyu orman kralı aslana
anlatmışlar.
Aslan, Kurt’a bir ay hapis
cezası, Eşek'e de özgürlük kararı vermiş.
Kurt şaşkınlıkla aslana
yaklaşmış ve sormuş:
Hakikaten sen çimeni sarı mı
görüyorsun?
Aslan: Hayır yeşildir çimen.
Kurt: O halde neden bana bir
ay hapis cezası veriyorsun?
Aslan: Eşekle tartıştığın
içindir bu ceza...
Teknolojik cihazların yaygınlaşması
ile birlikte ortalıkta müthiş bir bilgi kirliliği oluşmuş, bize ulaşan
haberleri akıl ve mantık süzgecimizden geçirip “doğruyu-yanlışı analiz etme”
becerimizi geliştirmek amacıyla “Tavuk mu Yumurtadan Yumurta mı Tavuktan 21 Gün
Mantıklı Düşünme Dersini” hazırlamış bulunmaktayız.
Gayret bizden, tevfik
Allah’tandır.
Tavuk mu Yumurtadan
Yumurta mı Tavuktan “21 Gün Mantıklı Düşünme Dersleri”
Ders 1.
Soru:
Mantık nedir? Kaç çeşit mantık
vardır? Kısaca açıklayınız?
Cevap:
Arapça kökenli olan mantık
kelimesinin anlamı, akıllıca konuşmak demektir.
Mantık, “doğru ve düzenli
düşünme usulüdür” diye de tanımlanabilir (Şen, 2002). Bu tanımda, üzerinde
durulması gerekli olan üç kavram “mantık”, “düzenli” ve “doğru” kelimeleridir.
Bunlardan mantık, batı dillerinin hemen hepsinde “logic” kelimesinin değişik
bozulmaya uğramış şekilleridir.
Mantık cümlelerinde açık seçik
veya gizli “EĞER (öncül) ve İSE (ardıl)” yapısı vardır.
Tüm mantık türlerinde çıkarım
yapmak için öncül ve soncullara karar verildikten sonra, çıkarımlar “VE”,
“VEYA” ve “DEĞİL” kelimeleri ile yapılır ki, bunlara mantık bağlaçları adı
verilir.
Klasik ve sembolik mantık
yanında, “bulanık mantıkta” problemlerin çözümünde kullanılmaktadır.
Son yıllarda yaygın hale gelen
mantık önerme ve çıkarımlarında, artık tamamen sözel bilgilere dayanan ve
bulanık mantık (fuzzy logic) diye tanımlanan bir mantık örgünlüğü ile
sorunların çözümlenmesi yoluna gidilmektedir.
Bulanık mantık, her şeyden
önce düşünce, kavram, terim (kelime), önerme (cümle) ve çıkarımlara dayanır.
Bulanık mantıkta
belirsizlikler işin içine katılabilir. Buradaki belirsizlikler klasik
ihtimaller hesabı kapsamına girmeyecek türdendir. Bunlar sayısal değil sözel
belirsizlikleri içerir.
Klasik mantıkta güzel
denilince bunun karşıtı yine belirginlik ifade ettiği varsayılan çirkindir.
Bulanık mantıkta
sınıflandırmalar “güzel”, “daha güzel”, “oldukça güzel”, “orta güzel”; çirkin
de “az çirkin”, “çok çirkin”, “aşırı çirkin” vb. şeklinde ikili değil de çoklu
olabilmektedir. Mesela, oldukça güzel ifadesinde belirsizlik vardır. Bu
belirsizlik sayısal değil de kişiden kişiye değişen sözel belirsizliktir. İşte
bu tür belirsizlikleri bulanık mantık ile işlemek mümkündür.
Bulanık mantık çoklu bir
mantıktır. Beyaz-siyah yerine bunların arasındaki gri renklere de yer verilir.
Bir olayın bulanık mantıkla
incelenerek modellemesinin yapılması için, önce olayı temsil eden değişkenlere
sözel olarak karar verilmelidir. Mesela, bir silahlanma modeli kurulacaksa,
buna tesir edebilecek değişkenlerden en önemlilerini mâli kaynak, husumet,
silah miktarı ve modernliği diye kelimelerle ifade edebiliriz.
Alt sınıflandırmalar tüm
değişkenler için yapılır. Buradakilerin aşağıdaki gibi sınıflandırılması
mümkündür:
a) Silahlanma (“az”, “orta”,
“yeterli”, “çok”, “aşırı”), önermenin ardıl kısmı, yani hüküm verilecek
değişkendir.
b) Mâli kaynak (“az”, “orta”,
“çok”), öncüllerden en önemli olan kısımdır, çünkü parasız silah alınmaz.
c) Husumet (“az”, “orta”,
“fazla”, “çok fazla”), öncüllerden bir diğeridir ve toplumun psikolojik
durumunu modellemeye yansıtır.
d) Silah miktarı (“az”,
“orta”, “çok”), öncüllerin bir diğer parçasıdır ve elde mevcut olan ve satın
alınacak silahları içerir,
e) Modernlik (“klasik”,
“orta”, “modern”), öncüllerin bir diğeri olup günlük teknolojinin modelde
yansımasına yarar.
Kaynak: Zekâi Şen.
(Mühendislikte Felsefe, Mantık, Bilim ve Etik)
Tavuk mu Yumurtadan
Yumurta mı Tavuktan “21 Gün Mantıklı Düşünme Dersleri”
Ders 2.
Soru:
En sık rastlanan mantık
hatalarına örnekler veriniz?
Cevap:
1. Önyargılar ile hareket
etmek.
2. Günah keçisi bulmak.
Olayların kök nedenlerini ve
geçmişini inceleyip kök nedenleri bulmak ve çözümler üretmek yerine, güncel
üzerinden bahaneler, sebepler bularak çözmeye çalışmak.
3. Ya siyah ya da beyaz.
Oysa ikiden fazla olasılık söz
konusu olabilir.
4. Ortaya atılan fikri
tartışmak yerine fikir sahibine saldırmak.
5. Cehalet sebebiyle inkâr
etmek.
6. Zihin okumak.
7. Ama herkes öyle yapıyor.
Yani bir nevi sürü psikolojisi.
8. Herhangi bir fikri,
toplumda otorite olarak kabul edilen bir kişi ileri sürdü diye doğru kabul
etmek.
9. Çamur atmak. Oysaki iddia
sahibi iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür.
Kanıt gösterilmeden yapılmış
bir iddiayı çürütmek için kanıta ihtiyaç yoktur.
10. İfrat ve tefrite kaçmak.
İfrat: Herhangi bir konuda çok
ileri gitme, ölçüyü aşma, aşırı davranma, taşkınlık.
Tefrit: Herhangi bir konuda
geride kalma, yeterli ölçüde olmama.
11. Başkalarının gazıyla
hareket etmek.
12. İki olay peş peşe oldu
diye, ilk olay ikincinin sebebidir zannetmek.
13. İki olay aynı anda
görülüyor diye sebeplerinin aynı olduğunu zannetmek.
14. Yanlış Genelleme.
Örneğin; namaz kılan bir insan
hata yaptığında, tüm namaz kılanlar böyledir diye genellemede bulunmak.
15. Konu değiştirmek ve verilerle
alakasız iddiada bulunmak.
Bir konu tartışılırken konu
dışında alakasız tartışmalara girmek.
16. Bir meselenin doğru olup
olmadığını tartışırken, olası sonuçlara göre taraf almak.
Mesela, işine
geleni görmek gelmeyeni görmemek.
17. Yanlış Kıyasta Bulunmak.
18. Taassup Sahibi Olmak.
Doğru veya yanlışlığına
bakılmaksızın bir düşünce veya ekolün savunuculuğunu yapmak.
19. Duygusal davranmak.
20. “Hak ve hakikati yok
saymak”
Ateist ve Deist düşünceler.
21. Çözüm odaklı çalışma
yerine, sadece her şeyden şikâyet etmek.
Tavuk mu Yumurtadan
Yumurta mı Tavuktan “21 Gün Mantıklı Düşünme Dersleri”
Ders 3.
Soru:
Gerçek-Gerçeklik-Hakikat arasındaki
ilişki nedir?
Cevap:
Konuyu daha iyi anlamak için
bir örnek verelim.
Dışarıda yanan ateş “gerçeğin”
kendisidir (İngilizce: Reality)
Diyelim mağaranın içinde
insanlar var ve dışarıdaki ateşi görmüyorlar. Ama dışarıda yanan ateşin, mağara
içerisinde yansıması var.
Birisi diyor ki, büyük bir
hayvan dışarıda hareket ediyor, başka birisi dışarıda havada bulutlar var,
yansıma bulutların hareketi.
İşte bu farklı görüşler, yani
mağaranın içine ateşin yansıması göz önünde bulundurularak, herkesin zihninde
oluşan algılara göre ortaya koyduğu ve doğru sandığı yaklaşımlar, gerçekliktir.
(İngilizce: Truth)
Gerçeklik, herkesin zihninde
yaptığı yoruma göre farklı olabilir.
Gerçek ile gerçeklik
kesinlikle aynı şey değildir.
Mağaranın içindeki yansımalara
bakıp, bunun ateş olduğunun farkına varmak ise "hakikat “tır.
Bir Örnek Daha:
Toplum faydasına çalışan bir
sosyal dernek var. "Gerçek"
Bu derneğin il temsilcileri
şöyle düşünüyor. Ne de olsa bu faaliyetleri genel merkez ya da birileri yürütüyordur.
Benim çok da bir şey yapmama gerek yok. Bu da “Gerçeklik”
Birileri de diyor ki: Bizler
de bir şeyler yapalım. İşte bu “Hakikat”
Başka Bir Örnek:
İslam gerçeğin taa kendisidir.
İnsanların zihninde uydurduğu
ve gerçek İslam zannettiği ama gerçekte İslam'la ilgisi olmayan hurafeler
"gerçeklik" tir. (Mesela Türbelere bez bağlamak, mum yakmak vs.)
Zihninde gerçek İslam'a
(Kur'an ve Sünnet Müslümanlığına ulaşman ise) hakikattir.
Mesela, bu dünya hayatının
oyun ve eğlence olduğunun farkına varman "hakikat"
Kalbim temiz, namaza oruca
yani benim ibadetime Allah’ın ihtiyacı mı var, ne yaparsam yapayım Allah cc
beni Cennetine garanti koyar düşüncesi, gerçek durumla bağdaşmayan “batıl”
düşünme.
Tavuk mu Yumurtadan
Yumurta mı Tavuktan “21 Gün Mantıklı Düşünme Dersleri”
Ders 4.
Soru:
Kıyas ne demektir?
Kıyaslama hatasına örnekler
verir misiniz?
Cevap:
"Kıyas" bir şeyi
diğer bir şey ile ölçmek mânasına gelir. Buna "mukayese" de denir.
Kıyaslama hatası insana “bu ne
perhiz, bu ne lahana turşusu” dedirten saçma ifadeler ve anlatım yanlışlığına
neden olur. Bu tür yanlışlıklar mantıksızlıktan veya anlamca çelişen
kelimelerin birlikte kullanılmasından kaynaklanır.
Türkçemizde buna elma ile
armutu birbirine karıştırma ya da sapla samanı birbirine karıştırmakta denir.
Hiç karşılaştırılamayacak
kavramları sanki benzer mevzularmış gibi düşünüp, aynı kefeye koymak mantık
hatasıdır.
Matematik diliyle birbirine
dik “x” ve “y” eksenini, birbirinin aynısı kabul etmek gibi.
Tavuk mu Yumurtadan
Yumurta mı Tavuktan “21 Gün Mantıklı Düşünme Dersleri”
Ders 5.
Soru:
Varoluşçuluk (existentialism)
felsefesinin birinci maddesi nedir?
Cevap:
Jean Paul Sarte ‘in öncülüğünü
yaptığı Varoluşçuluk Düşünce Akımının çıkış noktası ve temel sorusu şudur.
Bu iş neden böyle oldu?
El cevap.
Başka türlü olamadığı için.
Yani dağda kırda gördüğünüz akan
pınar neden oradan akıyor.
Çünkü başka çıkış yeri
bulamamış. Ancak oradan çıkabilmiş.
Aynen bunun gibi tarihsel ve
sosyolojik olaylar da başka türlü olamadığı için böyle oluyor.
Diyalektik yani akıl yürütme
yoluyla araştırma ve doğrulara ulaşma yöntemi içinde "keşke" veya
" olsaydı ' diye bir şey yok.
Bu manada gerçek ve gerçeklik,
artı sonsuzda asimptota teğet oluyor. (Bir fonksiyonu sonsuzda tanımsız yapan
eğriye asimpot denir.)
Hakikat ise her ikisine bir
epsilon (en küçük) mesafesinde.
Kaynak: Ahmet Selami Vanlı
(Makine Yüksek Mühendisi. Tarih Mezunu. Triatlon Sporcusu)
Tavuk mu Yumurtadan
Yumurta mı Tavuktan “21 Gün Mantıklı Düşünme Dersleri”
Ders 6.
Soru:
Taassup nedir? Örnek veriniz?
Taassubu yenmek için ne yapmak
gerekir?
Cevap:
Bağnazlık kelimesiyle ifade
edilen taassup, doğru veya yanlışlığına bakılmaksızın bir düşünce veya ekolün
savunuculuğunu yapmak,
Mensubu olduğu din, mezhep ya
da partiyi her halükârda desteklemek,
Doğruluğu araştırılmadan
karşıt düşünceye saygısızlık etmek,
Bir düşünceye bir inanışa
aşırı ölçüde bağlanıp ondan başkasını düşünmemek,
Ayrıca kendi yandaşlarına
ister haklı isterse haksız olsunlar mutlak destek vermek, onların tarafını
tutmak.
Taassup, futbol takımı tutar
gibi parti, dernek, cemaat tutmaktır.
Taassubu yenmek için asıl olanın
cemaate değil, cemiyete insan kazandırmak olduğu,
Önyargılı hareket edilmemesi
gerektiği,
Her zaman “hak ve hakikatin”
yanında dosdoğru olunması gerektiği hatırlanmalıdır.
Tavuk mu Yumurtadan
Yumurta mı Tavuktan “21 Gün Mantıklı Düşünme Dersleri”
Ders 7.
Soru:
Önyargı nedir?
Önyargılarımı nasıl
yenebilirim?
Cevap:
Önyargı, bir kişi ya da olaya
ilişkin yeterli bir bilgi edinmeden, önceden, peşin bir karara varmış olma
durumudur.
Önyargılarımızdan kurtulmak
için, öncelikle içimize dönüp ön yargıya yol açan düşünce ve inançları net
olarak ortaya çıkartmamız gerekir.
Böylece yeni ön yargıların
oluşumuna engel olmalıyız.
Daha sonra önyargılı olmanın size
herhangi bir yarar sağlayıp sağlamadığına bakın. Yani farkındalığınızı artırın.
Hucurât Sûresi 12. Ayeti
Kerimede “Ey iman edenler! Zandan çok sakının” buyrulmaktadır.
Tavuk mu Yumurtadan
Yumurta mı Tavuktan “21 Gün Mantıklı Düşünme Dersleri”
Ders 8.
Soru:
Kritik Analitik Düşünme (KAD)
ne demektir?
Cevap:
Eski dilde Basiret ve Feraset.
Kritik Etmek: Eleştirmek,
incelemek, araştırmak.
Analitik: Çözümleme, tahlil.
Mesela A şehrinden B şehrine
gideceksiniz?
Önce kritiğini yapıyorsunuz. 5
farklı yol var. Her bir yoldan gitmenin fayda ve zararlarını eleştirel bakış
açısıyla inceleyip araştırıyorsunuz. Hangisi daha güvenli, menzile daha çabuk
ulaştırır vs.
Sonra karar kıldığımız yolun
analitiğine yani çözümleme ve tahliline geçiyorsunuz. Ne kadar yakıt lazım,
dinlenme tesisleri nerede, en çok kaza nerelerde oluyor vs.
KAD, size ayaklarınıza
baktırırken yüzünüze tokat atmak isteyenleri sezinlemektir. Yumruğu değil, yumruk
atanı da değil, yumruğu attıranı görebilmektir.
KAD’ı anlamak için insan önce
kendisini tanımalıdır.
Mesela bir koç aynada kendini
görse hasmım diye saldırır. Gülmeyin, Ortadoğu’da Müslümanlar Allahu Ekber
diyerek birbirini öldürmüyor mu?
KAD, hayatın her anının
farkında olmak için düşünmek ve düşünme yeteneğimizi sürekli geliştirmektir.
Bedenen yorulduğumuzda zihnen,
zihnen yorulduğumuzda bedenen çalışmaktır.
Öfke anında karar vermemektir.
Öfkeli insan bulanık su gibidir. Nasıl ki su dinlenince bulanıklığı gider,
insan da dinlenince öfkesi geçer.
Düşünmek başkasının gözünden
bakabilmektedir. Doğru anlamak için empati yeteneğimizi geliştirmeliyiz.
Duruşumuzu özümüzle
birleştirmek ve yardım eli isteyene seyirci kalmamaktır.
Hemen onaylayıcı olmamak ve
sorgulamaktır.
Kurulan tuzakları önceden
sezinlemektir.
Problemi önce anlamak sonra da
çözmektir.
Mantıklı ile duygusal kararın
ayarını yapabilmektir.
Yanlışa cesaretle karşı
çıkabilmektir.
Kanıtsız karar vermemektir.
Doğru soru sorabilmektir.
Kelime hazinesine sahip
olmaktır.
Fikir üretmek, sistemli
düşünmek ve hedefe kilitlenmektir.
Meraklı olmak ve yeni
fikirlere açık olmaktır.
Düşüncesinin sorumlusu
olabilmektir.
Bilginin sentezini yapabilmek
ve tarafsız olmaktır.
Bilgi sahibi olmadan yorum
yapmamaktır.
Ön yargılı olmamaktır.
Anlamlı sorularla
sorgulamaktır.
Güneşe karşı koşarken gölgen
arkada olduğundan gölgen seni takip eder. Güneşe sırtını dönersen, gölgen önde
olduğundan gölgeni geçemezsin. Yapacağınız işlerde her zaman bu prensibi
unutmayın.
KAD,
büyük resmi görebilmektir.
Şöyle hayal edin. Önünüzde üst
üste dizilmiş yedi adet resim var.
İlk resimde sadece bir
horozibiği görüyorsunuz.
İkinci resimde, bir köydeki
bir evin penceresinden bakan bir çocuğun evin önünde yayılan bir horozu
izlediğini,
Üçüncüde, aslında bu resmin,
bir geminin yüzme havuzunun kenarında güneşlenen bir çocuğun elindeki derginin
kapağı olduğunu,
Dördüncüde bu geminin caddede
giden bir otobüs üzerindeki tur gemisine ait bir reklam olduğunu,
Beşincide aslında bu ilk
resmin (yani horozibiğinin) sahilde televizyon izleyen bir adamın ekranda
gördüğü otobüsün üzerindeki tur gemisi reklamının üzerinde gözüken bir gemiye
ait yüzme havuzundaki bir çocuğun okuduğu dergideki kapakta resmedilen köydeki
bir evin penceresinden bakılan bir horoz resmi olduğunu,
Altıncıda bu resmin aslında,
uçaktaki bir adamın sahilde televizyon izleyen bir adamın televizyon içinde
gördüğü otobüsün üzerindeki tur gemisine ait reklam olduğunu,
Yedinci ve son resimde ise
resme dünya dışından baktığınızda, uzayda uçan binlerce uçaktan sadece bir
tanesinin penceresinden sahile bakan pilotun, sahilde televizyon izleyen bir
adamın, televizyonun içindeki otobüs üzerindeki tur gemisine ait reklam
resminin içinde yüzme havuzu başında dergi okuyan bir çocuğun derginin kapağındaki
bir köy resminde bir evden izlenen horoz olduğunu görüyorsunuz.
Lütfen etrafınızdaki olaylara
bir de bu gözle bakın.
Olaylara, kişilere takılmayın.
Kısır tartışmaları bırakın. Fikirlerinizle konuşun.
Kendi durumunuza, nereye
gittiğinize, yaptığınız çalışmalara, gelecek ile ilgili planlarınıza lütfen bir
de uzayın dışından bakın.
Kaynak: http://www.kritikanalitik.com/
Tavuk mu Yumurtadan
Yumurta mı Tavuktan “21 Gün Mantıklı Düşünme Dersleri”
Ders 9.
Soru:
Basiret ve Feraset Ne
demektir?
Cevap:
Basiret: Kalb ile görme, doğru
görüş, uyanıklık. Sezgi, uzağı görme.
“Görme, idrak etme, bir şeyin
iç yüzüne vâkıf olma, sezgi” gibi anlamlara gelen basîret kelimesi Kur’ân-ı
Kerîm’de genel olarak “görme” anlamı yanında özellikle “hakikati keşfetme,
doğru yolu tanıma, gerçeği yanlıştan ayırma yeteneği” mânalarında kullanılmış
ve bu bakımdan mânevî körlük veya dalâletin zıddı olarak gösterilmiştir.
Ferâset: Anlayışlılık, çabuk
seziş. (Aslı firâsettir.)
Zihin uyanıklığı. Bir şeyi
çabukça anlayış yeteneği. Bir kimsenin ruhsal, zihinsel halini ve yeteneklerini
yüzünden, duruşundan, tavrından vb. anlamak.
Feraset, bir nevi at gibi
görmek demektir. Çünkü at 360 derece etrafını görüyor. Bu nedenle sahibini
çiğnemiyor.
Feraset sahibi olmak için;
1- Satır aralarını okumak
2- Cümleyi tersten okumak
3- İrfan sahibi olmamız
gerekiyor.
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu
aleyhi ve sellem-:
“Mü’minin firâsetinden
sakınınız! Çünkü o, Allâh’ın nûruyla bakar.” buyurmuştur. (Tirmizî, Tefsîr,
15/3127)
Cümleyi düz okursak övgü var.
Cümleyi tersten okuduğumuzda
ise, aslında Peygamber Efendimiz bize çok ağır bir sorumluluk yüklüyor. Yani
böyle olun diye bizlere emir buyruluyor.
Kaynak: Ahmet Selami Vanlı
(Makine Yüksek Mühendisi. Tarih Mezunu. Triatlon Sporcusu)
Tavuk mu Yumurtadan
Yumurta mı Tavuktan “21 Gün Mantıklı Düşünme Dersleri”
Ders 10.
Soru:
Değişime önce nereden
başlamalı?
Kendimizi değil, çevremizdekileri
değiştirme düşüncesi ne kadar doğru?
Cevap:
Soruya yaşanmış bir hikâye ile
cevap verelim.
Ömer bin Abdulaziz, 37
yaşında, hicretin 97. Senesinde halife oldu. 40 yaşında vefat etti.
Emevilerin meşhur israf ve
saltanat mantığı Ömer bin Abdulaziz’de de vardı ve halife olduğu güne kadar her
gün 3 defa ipek elbisesini değiştiren şımarık bir çocuktu.
Halife, önce kendisinin bütün
bu yanlışlarına tövbe istiğfar etti, sonra ailesini toparladı.
O devirde namaz da
kılınıyordu, ama mantık roma mantığıydı.
2 yıl 5 ay Ümmet-i Muhammedin
halifesi olarak kaldı.
Bu 2,5 senede Özbekistan’dan
İspanya’ya kadar uzanan (bugün 30 küsur devletin olduğu) bir devleti
yönetiyordu.
Bu sürenin sonunda, devleti
Efendimizin (sas) veda hutbesini okuduğu günlere taşıdı.
Hz Ömer’in idaresi nasıldıysa
aynı idare sistemini kurdu.
İnsanlar yeniden Peygamber
Efendimizin günlerine döndüklerini zannettiler.
Halife seçildiği gün ilk
yaptığı iş, karısına gitmiş; Fatma; demiş
Şu üzerindeki mücevherleri
ver.
Ne yapacaksın onları,
Hazineye bırakacağım.
Bunlar benim özel malım.
“Bizim üzerimizde altın, gümüş
varken Allah sözümüzü kimseye dinletmez” demiş.
Hanımının altınlarını almış,
kendi üzerinde de ne kadar mülkü varsa, Emevi Cami’nin önünde, Cuma namazında;
Ey insanlar! Bunlar,
babalarımdan, dedelerimden kalan mülklerin yerleri. Bunlar Ömer bin
Abdulaziz’in değil mi? demiş
Evet, demişler.
“Bundan sonra benim değil
ümmetin” demiş.
Kaynak:
http://www.gencbirikim.net/omer-bin-abdulaziz/
Demek
ki, dünyayı değiştirmek isteyenler önce kendilerini değiştirecekler.
Tavuk mu Yumurtadan
Yumurta mı Tavuktan “21 Gün Mantıklı Düşünme Dersleri”
Ders 11.
Soru:
Siyah beyaz mantık hatası
nedir?
Cevap:
Birden fazla seçenek dururken muhatabımızın,
birbirine tamamen zıt olan iki seçeneğe zorlanmasını ifade eder.
Matematiksel formülü ya 0 ya 1
birdir.
Bu tavır “tarafını seç, ya
bizdensin ya onlardan” şeklinde karşımıza çıkar.
Oysa her zaman tüm ihtimalleri
hesaba katmalıyız.
Nitekim klasik ve sembolik
mantık yanında, “bulanık mantıkta” problemlerin çözümünde kullanılmaktadır.
Bulanık mantıkta
sınıflandırmalar “güzel”, “daha güzel”, “oldukça güzel”, “orta güzel”; çirkin
de “az çirkin”, “çok çirkin”, “aşırı çirkin” vb. şeklinde ikili değil de çoklu
olabilmektedir.
Mesela, oldukça güzel
ifadesinde belirsizlik vardır. Bu belirsizlik sayısal değil de kişiden kişiye
değişen sözel belirsizliktir.
Bulanık mantık çoklu bir
mantıktır. Beyaz-siyah yerine bunların arasındaki gri renklere de yer verilir.
Tavuk mu Yumurtadan
Yumurta mı Tavuktan “21 Gün Mantıklı Düşünme Dersleri”
Ders 12.
Soru:
Çoğunluğun dediği mi, hak ve
hakikat mi?
Cevap:
Canım karışma bana, hayat
benim değil mi, istediğim gibi yaşarım, zaten herkes de öyle diyor.
Buna benzer cümleleri
duymuşsunuzdur.
İbrahim aleyhisselam doğru
yoldaydı. Çünkü hakla beraberdi. Ötekiler puta tapıyorlardı. Eğer İslâm, “çoğunluğun
dediğini” yani “sayısal üstünlüğü” esas alsaydı, İbrahim Aleyhisselâm’ın onlara
tâbi olması gerekiyordu.
Konuyla direk ilgili olarak, bir
de ruhlar âleminde Cenabı Hak ile yaptığımız “sözleşme koşullarını” tekraren
hatırlayalım.
Rabbimiz şöyle buyuruyor.
Zâriyât Sûresi 56. Ayet: “Ben
cinleri ve insanları ancak bana (ibadet ve itaatle) kulluk etsinler diye
yarattım.”
Yunus Sûresi 108. Ayet: De ki:
“Ey insanlar! Rabbinizden size hak (Peygamber ve Kur’an) gelmiştir. Artık kim
doğru yola gelirse, ancak kendisi için doğru yola gelmiş olur. Kim de (haktan)
saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur.
İsrâ Sûresi 81. Ayet: De ki:
“Hak geldi, batıl yok oldu.”
Tavuk mu Yumurtadan
Yumurta mı Tavuktan “21 Gün Mantıklı Düşünme Dersleri”
Ders 13.
Soru:
Yanlış otorite mantık hatası
nedir?
Cevap:
Bu soruya Ankara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi eski hocalarından merhum Prof. Dr. Mahmûd Es’ad Coşan
hocanın, 5 Mayıs 1990 tarihinde yaptığı şu konuşması ile cevap verelim.
“İslam'da cemaatle beraber
olunması tavsiye edilir. Cemaatle beraber olmak "hakla",
"hakikatle" beraber olmaktır! Tek başına olsa bile, hakikatle beraber
olan cemaattir. Hakikatten kopmuş olanlar, milyonlarca da olsa tefrikadadır.”
“Bugün maalesef tüm İslâm
âlemi emperyalist güçlerin sultası altındadır. Kuş uçurtmazlar, takip
ederler... Hem de kendisi takip etmez... Amerika seni John'la takip etmez,
Smith'le takip etmez. Adı senin benim gibi olan Müslümanla takip eder; canına
okur. O milletin içinden çıkmış hain vasıtasıyla takip eder ve millete en büyük
zararı, kendi içinden çıkmış insanlara yaptırır. Parayla satın alır, ajan
edinir ve öyle kullanır.”
“Herkese ajan demiyoruz; metot
bilmediğinden, ilimden uzak olduğundan emperyalist onu kullanır, fark etmez.
Sahte bir takım organizasyonlar var, topluyorlar insanları etraflarında, ondan
sonra onları toptan satıyorlar! Götürüyor, olmadık yere bağlıyor... Mü'min
feraset gözüyle bunları anlayabilmeli. Hizmet ediyorum diyen insanları,
organizasyonları irfan teraziniz ile tartın!”
“Böyle birtakım insanlara,
organizasyonlara körü körüne bağlanmayın! Her birinize istiklâl tavsiye
ediyorum. Hür olun, hizmeti kendiniz tespit edin, yapmaya çalışın!”
“Emperyalistlerin türlü
oyunları var. İslâm, bir kimsenin hizmetiyle yürüyecek hâle gelirse, o kimseyi
yok ederler, öldürürler, satın alırlar, tehdit ederler. Ne yapmak lâzım?
Hizmeti yaygınlaştırmak lâzım, herkesin lider olması lâzım. "Tek lider,
vazgeçilmez insan..." diye bir şey olmaz.
“Bir lidere, tek hocaya, tek
ekibe bağladığı bir yığın insanı, böyle üzüm salkımını sapından tutar gibi,
istediği yere götürüyor!”
“Onun için, teşkilât
kurdurtuyorlar; teşkilâtın başına kendi adamlarını --hain bir kimseyi--
koyuyorlar. Öteki insanların hepsini, üzüm salkımı gibi oraya buraya
götürüyorlar.”
“Müsaadeli, ağabeyli, bilmem
neyli hizmet olmaz... Tâbî olmayın kimseye! Bana da tabi olmayın! Bana tabi
olursanız, beni sıkıştırırlar. Ondan sonra, "Sen bu adamlarına şöyle
yap!" derler.
İslâm'a, Allah'ın emrine tabi
olun! Allah'ın dinine hizmet edin! Tek başınıza olsanız da, hakla beraber olun!
O zaman İslâm kalkınır; başka türlü kalkınamaz! "Aa, efendim, dirlik,
düzenlik, birlik, beraberlik, organizasyon bozulmasın" diyorlar.
“Her biriniz İslâm için,
kendinizin dünyada kalmış tek adam olduğunuzu düşünün.
Ama senin gibi aynı hedefe
yürüyen başka insanlar varsa; onlarla da işbirliği yap! Yapmıyorsa, silkele at
be! Sen onu sırtında taşımak zorunda mısın? Beni sırtında taşımak zorunda
mısın?
Kimse kimseye hürriyetini
vermesin! Hürriyet aziz şeydir. İnsan, ancak Allah'a kul olur.
Tavuk mu Yumurtadan
Yumurta mı Tavuktan “21 Gün Mantıklı Düşünme Dersleri”
Ders 14.
Soru:
Zihin okuma mantık hatası
nedir?
Genelleme mantık hatası nedir?
Başkalarının gazıyla hareket
etmek mantık hatası nedir?
Cevap:
Zihin okuma mantık hatası,
önyargılı davranarak zanda bulunmaktır.
Hucurât Sûresi 12. Ayeti
Kerimede “Ey iman edenler! Zandan çok sakının” buyrulmaktadır.
Başkalarını davranışlarıyla,
kendimizi ise niyetlerimizle değerlendirmek yaygın bir hastalıktır.
Genelleme mantık hatasında
ise, örneğin; namaz kılan bir insan hata yaptığında, tüm namaz kılanlar
böyledir diyerek genellemede bulunmak örnek verilebilir.
Başkalarının gazıyla hareket
edenlerin düştüğü mantık hatasının en başta gelen sebepleri,
Sevgi körlüğü ya da çıkar ve
menfaat elde etme gibi düşüncelerle başkalarının hatalı ve yanlış fikirleriyle
hareket etmekten kaynaklanır.
Hadisi Şerifte "Bir şeyi çok
sevmen seni kör ve sağır eder." (Müsned, 36/24) buyrulmaktadır.
Kalabalıklarda şuursuzca
hareket ederek, sonrasında pişmanlık duyacağı işleri yapanları da bu gruba
dâhil edebiliriz.
Tavuk mu Yumurtadan
Yumurta mı Tavuktan “21 Gün Mantıklı Düşünme Dersleri”
Ders 15.
Soru:
Şehir ve Kent Kavramları
arasındaki ilişkiyi açıklayınız?
Şehir ve Kent aynı şey mi?
Cevap:
Şehir, Cuma namazı kılınan, pazar
kurulan yerdir.
Atamız Âdem as ’ın yeryüzüne
indirildikten sonra yaptığı ilk üç sünnet olan; nikâh (sözleşme), evin yani
mabedin inşası, mesleki bilgi ile üretilen ürünlerin satışı için pazar
kurulması şehrin özünü oluşturur.
Bu üç sünnet “Ey insanlar!
Şüphesiz biz, sizi bir erkekle bir kadından yarattık, tanışasınız ve
yardımlaşasınız diye sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık.” ayeti mucibince
yaşayabilmek için gerekli temel tavırlardır.
Nuh tufanından sonra Hz.
İbrahim atamız aynı sünneti aynı yerde Hacer anamızla birlikte gerçekleştirmiştir.
Daha sonra Peygamber Efendimiz
Hz. Muhammed (sas) bu imkânı Medine’de bulmuş ve Medine ahalisi ile sözleşme
yaptıktan sonra Mescidi inşa etmiş ve Medine pazarını kurmuştur.
Dolayısıyla şehir; nikâhla
kurulan ev ve evlilikler ile çoğalan insanların, selam ve kefalet ile
kurdukları mahallelerde, birbirinin derdiyle dertlenilen, kimsenin evinin
diğerinin evinin yolunu, güneşini ve manzarasını kesmediği, merkezinde mescidin
bulunduğu yerleşimlerin yan yana geldiği ve onların da yürüme mesafesinde mesleki
ve teknik üretim yapılan çarşıların bulunduğu, onların da tam ortasında bir
külliye ile Cuma Camisinin bulunduğu yerleşim yeridir.
Şehirde adalet vardır, aç
yoktur, adil bir pazar bulunur, fiyatlar dengelidir, etrafı koruluk ve
bostanlar ile çevrilidir, siyasi birliktelik bulunur, fitne yoktur, emanlık
vardır.
Büyüklüğü sınırlıdır,
mülklerin el değiştirmesi ahlak ile olur, içinde bolca mezarlık olduğu için
ölüler ile diriler birlikte yaşarlar.
Minarelerinden beş vakit ezan
sesi duyulur.
Ahlaksızlık ya yoktur ya da
sınırlı ve gizlidir.
İnsanlar birbirilerini şeytana
ve nefse karşı rahatlıkla koruyup gözetebilirler.
Biz buna mahalle dayanışması
deriz.
Kent ise; selamın ve
merhametin olmadığı, her şeyin para ile satıldığı, açların ve çaresizlerin
sokaklarda yattığı, aşırı büyük ve kalabalık, kimsenin birbirini tanımadığı ve
selamlaşmadığı, dolayısıyla derdiyle dertlenmediği, hırsın ve hasedin kol
gezdiği, ahlaksızlığın bolca yaşandığı, ezansız, ihtiyaç olan her şeyin
AVM’lerden ve marketlerden alınabildiği, evlerin topraksız olduğu, yüksek
apartmanlardan ve etrafı çevrili sitelerden oluşan nikâhsız yaşanabilen,
mabedsiz yerleşim yerleridir.
Kaynak: Serkan Akın (Mimar)
Tavuk mu Yumurtadan
Yumurta mı Tavuktan “21 Gün Mantıklı Düşünme Dersleri”
Ders 16.
Soru:
Özellikle sosyal dernek
çalışmalarında, “benim bir şey yapmama gerek yok, ne de olsa birileri
yapıyordur” düşüncesini yıkmak için uygulanacak stratejiler neler olmalıdır?
Cevap:
--- İlk olarak değişime
çevrenizden değil, kendinizden başlayın.
--- İkinci olarak zayıf
yönlerinizi "hack"leyin ve yaradılış gayesi ve iç huzurunuzu yakalayacak
şekilde kendinizi yeniden programlayın. (Tevbe ve Takva)
--- Üçüncü olarak o anda hangi
işi yapıyorsanız, tam hakkıyla yapın.
--- O anda hangi işi
yapıyorsanız, tam hakkıyla yapın.
--- "Kişi bildikleri ile
amel ederse, Cenabı Hak bilmediklerini ona öğretir" sözüne uygun davranın.
--- Özetlemek gerekirse,
-- Niyet.
-- Tevbe.
-- Doğru Yöntemler.
-- Sabır.
-- Fedakârlık.
-- İhlas.
-- Takva.
Tavuk mu Yumurtadan
Yumurta mı Tavuktan “21 Gün Mantıklı Düşünme Dersleri”
Ders 17.
Soru:
Hak ve hakikati yok saymak
mantık hatasını açıklayınız?
Cevap:
Hak ve hakikatı zihinlerde yok
saymakla, Hak ve hakikat gerçekte yok olmaz.
Allah'ın varlığını ve
birliğini yok sayan Ateistler ya da bir Yaratıcı olduğuna inanan ama bu
dünyanın bir sınav yeri olduğunu inkâr eden Deistleri bu gruba dâhil
edebiliriz.
Bir grup filozof, Mevlana
Celâleddîn Rumi’ye gelerek birkaç sual sormak istediklerini bildirdiler.
Niyetleri, bir şeyler öğrenmek değil, Müslümanları dinleri hakkında şüpheye ve
fitneye düşürmekti. Mevlana, adamların halini hiç beğenmedi, onları üstadı
Şems-i Tebrizi’ye gönderdi. Bunun üzerine gruptakiler onun yanına gitti.
Şems-i Tebrizi mescitte
talebelere ders veriyordu. Konu teyemmüm abdestiydi; talebelere bir kerpiçle
teyemmüm abdestinin nasıl alınacağını gösteriyordu. Gelen grup üç sual sormak
istediğini belirtti.
Şems-i Tebrizi, “Sorun” dedi.
Adamlar içlerinden birini sözcü seçtiler.
Adam ilk olarak şunu sordu:
“Siz Müslümanlar Allah var dersiniz, ama Allah'ı göstermezsiniz; varsa
gösterin, görelim ki inanalım, görmediğimiz bir şeyin varlığına neden hangi
mantıkla inanalım ki?” dedi.
Şems-i Tebrizi, “Öbür sorunu
da sor!” dedi.
Filozof, “Sizler şeytanın
ateşten yaratıldığını söylüyor, sonra da onun ahrete cehenneme atılıp ateşle
azap edileceğine inanıyorsunuz. Hiç ateş ateşe azap eder, acı verir mi?” diye
sordu.
Şems-i Tebrizi, “Peki, diğer
sorunu da sor!” dedi.
Filozof, “Sizler ‘Herkes
dünyada yaptıklarının cezasını ahirette çekecek, orada mahkeme kurulacak, hesap
sorulacak’ diyorsunuz. Bırakın insanları, nasıl isterlerse öyle özgür
yaşasınlar, ne istiyorlarsa yapsınlar; mahkemeye ne gerek var?” dedi.
Adam sorularını tamamlamıştı.
Şimdi bunların cevabını istiyordu. Kendine göre cevap verilmeyecek sorular
sormuştu. Herkes Şems-i Tebrizi'ye bakıyordu. O ise gayet sakindi. Yerinden
kalktı, filozofun yanına geldi ve elindeki kerpici adamın başına vurdu. Filozof
“Vah başım” diyerek başına sarıldı. Şems-i Tebrizi çok şiddetli vurmamış olsa
da adamın canı yanmış ve başı biraz şişmişti. Adam bir sağa bir sola baktı, bu
kadar insana birkaç kişi ile yapacağı bir şey yoktu. Hemen dışarı çıktı, başını
tutarak o bölgedeki Kadı'ya (Hâkim’e) şikâyete gitti. Şems-i Tebrizi’yi Kadı'ya
şikâyet etti.
Kadı, “Bu nasıl olur” diyerek
Şems-i Tebrizi’yi mahkemeye çağırttı. Durumu sordu. Şems-i
Tebrizi, “Ben ona kötülük
etmedim, sadece sorduğu sorulara cevap verdim” dedi.
Kadı, “Bu nasıl cevap vermektir.
Adam acı içinde kıvranıyor, senden şikâyetçidir, işin aslı nedir?" diye
sordu.
Şems-i Tebrizi şöyle anlattı:
“Efendim, bu adam bana ‘Allah
varsa göster, göreyim ki inanayım’ dedi. Ben de buna, ‘Olan her şey baş gözü
ile gözükmez, işte misali’ dedim; başına darbe vurup acıttım. Şimdi bu
felsefeci, başındaki acıyı göstersin de görelim. Eğer başında bir acı yoksa niçin
beni şikâyete geldi? Varsa göstersin!” dedi.
Filozof, şaşırarak, “Başımda
acı var ama gösteremem” dedi. Şems-i Tebrizi de, ‘İşte bu acı gibi, Allah Teâlâ
da vardır, fakat kafa gözüyle görülmez, O ancak akılla bilinir, kalple tanınır,
ruhla sevilir, ahirette nurla görülür” dedi.
Şems-i Tebrizi ikinci soruya
verdiği yanıtı şöyle açıkladı:
“Bu adam, sizler ‘Şeytan
ateşten yaratıldı, ahirette ateşe atılacak ve ateşle azap görecek’ diyorsunuz;
ateş ateşe ne zarar verir ki?’ dedi. Ben de topraktan yaratılan bu insana
topraktan yapılmış bir kerpiçle vurdum. Ona, ‘Bak toprak toprağa nasıl acı
veriyor, biraz daha hızlı vursaydım öldürürdü, demek ki ateş ateşe azap eder
demek istedim’ dedi.
Şems-i Tebrizi üçüncü sorunun
cevabını şöyle açıkladı:
“Bu adam bana, ‘Bırakın
insanları dünyada herkes istediğini yapsın, niçin ahirette mahkeme, hesap ve
ceza var?’ dedi. Ben de onun başını vurmak istedim ve vurdum. O niçin hemen
mahkemeye koştu? Ben ona şunu demek istedim:
“Bu dünya da herkes istediğini
yaparsa âlemi zulüm kaplar. Kendisine zulüm yapılan çok insan var ki zayıftır,
zalimden hakkını alamaz. Herkes mahkeme bulamaz. İşte Allah ahirette mahkeme
kurup herkese yaptığının hesabını soracak, zalimden mazlumun hakkını alacak,
gereken cezayı verecek ve adalet yerini bulacak” dedim.
Felsefeci bu güzel cevaplar
karşısında hayret etti, mahcup oldu söz söyleyemez hale düştü.
Başka bir hikâyede ise;
Bir Ateist minbere çıkar ve
Allah’ın varlığı hakkında tartışacağı kişiyi ister.
Çocuk olduğu halde karşısına
Ebu Hanife çıkar.
Ateist yaşına bakarak onu
küçük görür.
Ebu Hanife: “Yaşla insanları
kıymetlendirmeyi bırak da ne söyleyeceksen onu söyle.”der.
Ateist Ebu Hanife’nin cesareti
karşısında dona kalır.
Belli bir zaman geçtikten
sonra kendini toparlar ve Ebu Hanife’ye: “Başı ve sonu olmayan bir şeyin
mevcudiyeti nasıl mümkün olur?” diye sorar. Ebu Hanife:
– Sayı sistemini bilir misin?
– Evet.
– O halde söyle bakalım “bir”
sayısından önce ne vardır?
– O ilktir ondan önce sayı olmaz.
– Mecazi manada “bir” olan
sayıdan önce bir şey olmaz da gerçek anlamda “bir” olan Allah Teâlâ’dan önce
nasıl bir şey olur?!
Ateist bu cevaba karşılık
veremeyince yeni bir meseleye geçer ve Ebu Hanife’ye;
“Hiçbir şeyin yönlerden hali
olmadığını, bu durumda –haşa- (Allah Teâlâ’nın da bir yönünün olması
gerektiğini) Onun (c.c.) görünüşünün hangi yöne doğru olduğunu” sorar. Ebu
Hanife (r.a.):
– Lambayı yaktığında ışığı
hangi yöne doğrudur.
– Işığı alma noktasında bütün
yönler eşittir.
– Mecazi ışığın durumu bu ise,
göklerin ve yerlerin ebedi ve daimi nuru Allah Teâlâ nasıl olur?
Onun yönlerden münezzeh olması
evleviyetle gereklidir.
Ateist bu cevaba da karşılık
veremez ve yeni bir bahis açar.
Ebu Hanife’ye hitaben şöyle
der: “Mevcut olan her şey için bir mekân olmadır.
Madem Allah vardır o halde
nerededir?”
Ebu Hanife ateiste karşılık
verme yerine etraftakilere emredip meclise süt getirtir.
Ardından da ateiste: “Bunda
yağ var mı?” diye sorar. Ateist “Evet” diye karşılık verince Ebu Hanife Şöyle
der:
– Yağ sütün neresindedir?
– Belli bir yerle sınırlı
değildir.
– Varlığı geçici olan bir
şeyin durumu böyle olursa yer ve göklerin yaratıcısı ebedi ve sonsuz olan Allah
Teala’nın durumu nasıl olur?!
– O ne ile meşguldür?
– Sen bütün bu soruları
minberde iken sordun. Ben de onlara cevap verdim. Şimdi sen yere in, minbere
ben çıkayım.
Ateist iner ve Ebu Hanife
söylediği gibi minbere çıkar. Ardında da ateistin sorusunu yanıtlar: “Minberde
senin gibi yaratanı, yaratılanlara benzetenler olduğunda onu indirir; yerde de
benim gibi muvahhitler olduğunda onları oraya çıkarır. ‘O her an yeni bir ilahi
tasarruftadır.
Dehri şaşırır; Tek kelime
konuşamaz.
Tavuk mu Yumurtadan
Yumurta mı Tavuktan “21 Gün Mantıklı Düşünme Dersleri”
Ders 18.
Soru:
Mecelle kanununun ilk 100
maddesini bilmek ile mantıklı düşünme arasında bir ilişki var mıdır?
Cevap:
Mecelle-i Ahkâm-ı Adliye veya
kısaca Mecelle, 1868-1876 yılları arasında Ahmet Cevdet Paşa başkanlığındaki
bir komisyon tarafından derlenen, maddeler halinde düzenlenmiş analitik hukuk
sistemi kurallarıdır.
Bir giriş 16 bölümden oluşur
ve 1851 madde içerir.
Mecelle’de Medenî Kanun,
Borçlar Kanunu, Ticaret Kanunu ve Hukuk Muhakemeleri Kanunu kapsamında yer alan
birçok konu düzenlenmiştir.
Mecelle’nin Genel İlkeleri’ni
oluşturan ilk yüz maddesinde yer alan hükümlerin çoğunu, Hukukun Genel
Prensiplerini ifade etmekte kullanılan hukuk vecizeleri olarak nitelendirmek
mümkündür.
Soyut yöntem değil, müşahhas
(hadiseci) yöntem benimsenmiştir.
Millî ve İslami medenî
kanunumuz olan Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyenin başındaki Kavaid-i Külliye (100
Temel ve Genel Prensip) bir bilgelik/hikmet hazinesidir.
İşte size Mecelle’nin ilk yüz
maddesinden bazı örnekler:
--- “Zarar kadim olmaz”
Örnek: Yayaların geçişini
engelleyecek şekilde yapılmış balkonlar, kamu sağlığını tehdit eden
kanalizasyon ve çöplükler, ne kadar eski uygulamalar olursa olsun kaldırılır
veya tamir edilip zararları giderilir.
--- “Şekk ile yakin zail
olmaz.”
Yani: Var olduğu yakinen
bilinen bir şeyin aksine kesin delil bulunmadıkça, sonradan meydana gelen bir
şüphe ve tereddütten dolayı onun yok olduğuna hükmedilmez.
--- “Bir şeyin bulunduğu hal
üzere kalması asıldır.”
Örnek: Kayıp kişinin hayatta
olduğu geçmişte kesin olarak bilinmekte iken, öldüğüne dair kesin bir delil bulunmadıkça
hayatta olduğu kabul edilir.
--- “Beraet-i zimmet asıldır.”
Beraet-i zimmet: Kişinin temiz
ve borçsuz olması
--- “Kelamda asl olan manayı
hakikidir.”
Manayı hakiki: Gerçek anlam,
sözlük anlamı; bir söz duyulduğunda akla gelen ilk anlam.
--- “Zarar ve mukabele
bi’z-zarar yoktur.”
Mukabele bi’z-zarar: Zararla
karşılık vermek.
--- “Zaruretler, memnu olan
şeyleri mübah kılar.”
Zaruret: Yasak olan şeyin
işlenmesini caiz kılan özür
Memnu: Yasaklanmış
Mübah: Yapılıp yapılmaması
serbest olan
--- “İki fesat tearuz
ettiğinde ehaffı irtikab ile a’zamının çaresine bakılır.”
Yani: Biri büyük, diğeri daha
hafif iki zarar bir anda söz konusu olduğunda, hafif olan zararı işleyerek
büyük zarardan kurtulma yoluna gidilir.
--- “Def-i mefâsid celb-i
menâfi’den evlâdır.”
Yani: Kötü ve zararlı şeylerin
giderilmesi, yararlı şeylerin elde edilmesinden daha önemlidir.
Tavuk mu Yumurtadan
Yumurta mı Tavuktan “21 Gün Mantıklı Düşünme Dersleri”
Ders 19.
Soru:
Normal olmak ne demektir?
İfrat ve tefrit ne demektir?
Cevap:
Dünyamızı ve ahiretimizi abad
edecek kurtuluşun reçetesi “Tadil-i Erkân” diye tabir edilen temel tavırdır. Bu
başarıya ulaşmanın en temel şartı ise normal olmaktır.
En basit manasıyla şartları
olması gereken şekilde yerine getirmek şeklinde tarifleyeceğimiz Tadil-i Erkân
yani “Normal olmak” günümüzde de ciddi bir anlam yozlaşmasına uğramıştır.
Kitaplara ya da en kolay bir
şekilde internete baktığınızda karşınıza çıkan şey sadece namaz ya da bazı
ibadetlerin güzel şekilde yerine getirilmesini anlatmaktadır.
Oysa Tadil-i Erkân, artık
tamamıyla Türkçeleşmiş ve dilimizde oturmuş olan “normal olmak” kelimesiyle
aynı manadadır. Normlara yani kurallara uymak demektir.
Kurallara uymadığınızda
başınıza neler gelebileceğini ve nasıl bir açık pozisyon oluşacağını düşünün.
Mesela hızlı araba kullanmak
kurallara aykırı bir açık pozisyonudur. Sonu ölümle bitebilir.
Yalan söylemek de öyle. Bir
gün açığa çıkar ve sizi mahcup eder.
Aynı şekilde kötülük yapmak da
normal değildir. Hem dünyada hem ahirette cezası vardır.
Aşırı yemek yemek de öyle.
Sağlığınızı kaybeder hasta olursunuz.
Örnekler çoğaltılabilir.
Bizim gibi şark toplumlarında
normal olmak çok zordur.
Kelimelerin anlamları
bozulduğu için sürekli bir çatışma hali oluşur.
İyilik ile kötülük, doğru söz
ile yalan söz, helal ile haram hep birbirine girer.
Yine de tüm dirençlere rağmen
normal olmaya çalışmak ve hayatınızı düzenli bir şekilde sürdürmek
zorundasınız.
Emr-i bil-maruf nehy-i
ani'l-münker bunu gerektirmektedir.
Çünkü maruf olan normal
olandır.
Normal olmayan ise, ifrat ve
tefrittir.
İfrat: Herhangi bir konuda çok
ileri gitme, ölçüyü aşma, aşırı davranma, taşkınlık.
Tefrit: Herhangi bir konuda
geride kalma, yeterli ölçüde olmama.
Kaynak: Serkan Akın (Mimar)
Tavuk mu Yumurtadan
Yumurta mı Tavuktan “21 Gün Mantıklı Düşünme Dersleri”
Ders 20.
Soru:
Üretkenlik ile verimlilik
arasındaki farklılıklar nelerdir?
Cevap:
Üretkenlik bir işçi, fabrika,
firma ya da ekonomi tarafından üretilen ürünlerin seviyesi, değeri ya da
miktarı olarak nitelendirilebilir. Birçok faktörün bir araya gelerek
oluşturduğu sonuçların toplamına tekabül etmektedir.
Verimlilik ise girdi ile çıktı
arasındaki ilişkidir. Çıktının girdiye oranıdır.
Burada önemli nokta verimliliğin
üretimin etkinliğini gösteren bir fonksiyon olduğunu unutmamaktır.
Yukarıda açıklanan iki kavram
arasındaki farklılıklardan yola çıkarsak üretimin artırılması ile birlikte
verimliliğin de artacağı anlamına gelmemektedir.
Aslında verimlilik üretkenliğin
kalitesinin bir göstergesidir.
Mesela amel ve ihlas kavramlarını
düşünelim.
Bir adam gece sabahlara kadar
namaz kılıyor. Yani sevap üretmeye çalışıyor. Ama bunu başkalarına gösteriş
için yapıyor ve sevapları sıfırlıyor. Yani üretim var ama verimli üretim yok.
Başka bir adam da gecenin üçte
biri ibadet ediyor, üçte biri uyuyor, üçte biri ise ailesine, çocuklarına zaman
ayırıyor. Hem dengeli hareket ederek üzerindeki hak ve sorumlulukları yerine
getiriyor hem de Allah’ın (cc) rızasını yani ihlası ön planda tutuyor, böylece
elde ettiği sevapları maksimuma çıkarıyor.
Yani daha az ibadetle daha çok
sevap, “yüksek verimlilik”
Tavuk mu Yumurtadan
Yumurta mı Tavuktan “21 Gün Mantıklı Düşünme Dersleri”
Ders 21.
Soru:
Soruların ve soruların
cevaplarının de verildiği, ancak herkesin zorlandığı dünyanın en kolay sınavı
hangisidir?
Bu sınavda insan neden
zorlanır?
Cevap:
Soruların ve soruların
cevaplarının de verildiği, ancak herkesin zorlandığı dünyanın en kolay sınavı “ölüme
hazırlanmak.”
Ancak insan bu sınavda
zorlanır. Çünkü nefis ve şeytan gibi iki düşman, yanlarına kendine benzettikleri
insanlarla birlikte insanı sürekli oyalıyor, yaradılış gayesini unutturuyor.
Çaresi ise şuurlu Müslüman
olmak. Yani hayatın her alanında ortaya koyduğumuz davranışlarımızın,
tercihlerimizi, red ve kabullerimizi Allah’ın kitabına ve Rasûl’ünün (s.a.s)
sünnetine uygun hale getirmek.
“Daha özgür bir dünyada
yaşamak istiyorsak, bunun tek yolu önce kendimizi özgürleştirmekten geçer. İnsanın
kendisini özgürleştirmesi, nefsinin arzu ve isteklerini ilahlaştırmaktan
vazgeçmesidir. Nefsimiz yani içimizdeki kötülüğü emreden benliğimiz, farkına
varmadığımız takdirde bir ömür boyu bizi yönetir, kölesi yapar. Oysa
yaşadığımız hayatı Yaratıcımızın hoşnutluğunu kazanacak şekilde anlamlı kılmak
mümkün.
Hızla geçen dünya hayatını
kalıcıymış gibi, ebedi hayatı ise yokmuş gibi algılıyoruz… Bitmek tükenmek
bilmeyen arzu ve istekler, kariyer, makam, mevki, ev, araba derken hiç
gelmeyecek sandığımız yolun sonu geliyor ve ellerimiz boş bir şekilde toprağın
altına giriyoruz. İnsanlığın binlerce yıldır bitmeyen kısır döngüsü bu.”
Nefislerini terbiye etmek,
olgunlaşmak ve iyi bir kul olarak yüce Tanrı’ya ulaşmak isteyen büyük din
âlimleri, bu yüzden, ölümü hatırlamayı, tasavvuf yolunun önemli bir rüknü
haline getirmişlerdir. “Râbıta-ı mevt”, yani kişinin kendi ölümü ile ilgili hal
ve sahneleri hayalinde canlandırma işlemi, tesirli ve faydalı bir işlemdir.
Çünkü bu “tezekkür-i mevt”, nefsin çeşitli hastalıklarına karşı en müessir
ilaçtır. “Hubb-ı dünyâ”, yani dünyanın fâni lezzetlerine aldanıp dalmak, “tûl-i
emel” yani gafletle, arzu ve emellerin uzayıp gitmesi, kibir, ucub ve sair gibi
büyük dertler için en iyi panzehir, ölümü anmaktır.
Hiç şüphe yok ki “Bunlar eski
ve boş şeyler, insan bu dünyaya bir kere gelir; ye, iç, eğlen, kendini düşün;
yaşamana, zevkine bak” tarzındaki sakat felsefeleri atıp, ecdâd-ı kirâmın
yaptığı gibi, hayatın önünü-sonunu ve mânasını daha derin düşünse idik, fert ve
millet olarak şimdikinden daha iyi durumda olur; ahlâklı, faydalı, olgun
kişiler olarak vatan ve milletimizi çok daha mâmur kılardık.
Tavuk mu Yumurtadan
Yumurta mı Tavuktan “21 Gün Mantıklı Düşünme Dersleri”
Final Dersi.
Soru:
Teknik ile teknoloji
arasındaki fark nedir?
Milenyum çağındaki teknolojik
gelişmeler mantık ilmini nasıl etkiledi?
Teknolojinin sahipleri, doğru
ya da yanlış, düşünen insan istiyor mu?
Cevap:
Teknik, Hz. Âdem as’a gayb
âleminde öğretilen vahyi bilgi ile, yeryüzüne indirildiği ilk andan itibaren, “Kâbe’yi
inşa etme yöntemi dâhil” kendisinin yolundan giden diğer peygamberler ve
insanların devam ettirdiği, insani ölçekte, sünnetullaha uygun, aktarılan
bilgiye dayalı, doğal malzemelerin işlenmesi sürecidir.
Teknik ile üretilen malzeme
özeldir, eskimez, miras bırakılabilir, teknik geliştikçe insanlık gelişir.
Çünkü amaç Allah’ın rızasını kazanmak ve faydalı olmaktır.
Yerel malzeme, mesleğe dayalı
bilgi ile lazım olduğu kadar, ihtiyaca binaen üretilir ve eser sözleşmesine
dayalı bir süreç sonunda adil pazar şartlarında emeğin ve bilginin ücreti
ödenerek satın alınır ve kullanılır.
Teknik bilgi ve yöntem,
insanlığın yaşamını devam ettirmek için gerekli ve fazlasıyla yeterlidir.
Teknoloji, gayb âleminde Hz. Âdem
as’a öğretilen bilgiyi, kendinde olmadığı için kıskanıp çekemeyen ve bu
bilginin açığa çıkması üzerine itaat etmeyip isyan eden İblis ve Kabil’in
soyundan gelen küreselci şeytanilerin vahyi körlükten dolayı bilgiyi sadece
gözlem ve deney sonucu elde etme çabalarının sonucunda elde ettikleri yöntemin
adıdır.
Teknoloji, ticari, otonom ve
yapaydır.
Gizli bir arka plan içerir.
Sürekli bir enerji gerektirir. Bunun için insanlığa zulüm eder. Teknolojik
üretim için insanlık köleleştirilmiş ve sömürgecilik uygulanmıştır.
“Kişiye özel” yalanı ile
üretilir, raf ömrü, depolama ve satış organizasyonu ile reklam maliyeti
insanlara ödetilir.
Teknolojik ürüne üreten
tarafından ömür verilir ve istediği zaman bozulur.
Teknoloji gelişince insanlık
gelişmez, sadece üreten amacına biraz daha yaklaşmış olur ve üreten ile tüketen
arasında fark açılır.
Teknolojik olan, bilinmeyen
bir arka plan için çalışır.
Gereklilik ve konfor yalanı
ile hayatımıza sokulur.
Teknoloji, insanlığın sonudur.
Bu yüzden teknoloji yok olsa insanlık bitmez, tam tersine var olması insanlık
için bir tehdittir.
Teknoloji bizi “halife”
olmaktan uzaklaştırıp, maddeye bağlı, bir ömür boyu ev, araba, eşya taksiti
ödeyen modern kölelere dönüştürüyor.
Teknolojiye bakarken arka
planını okuyamadığımız müddetçe, mantıklı düşünen biri olmaktan hızla uzaklaşıyoruz.
Teknik ve Teknolojinin
Karşılaştırılmasına Örnekler:
Teknik kullanılarak inşa
edilen kârgir evler yüzyıllardır ayakta ama teknoloji kullanılarak yapılan
betonarme yapıların ömrü 50-100 yıl arası.
Teknolojik olarak üretilen bir
elektronik eşya 2 ya da 5 yıldan sonra kullanılmaz hale geliyor.
Teknolojik yöntemler ile filmlerde
bilinçaltımızı teslim alıyorlar, cesaretimizi kırıyorlar. (Misal: Bilgisayar
oyunları ve müzik kliplerinin arka planındaki şeytani resimler.) En masum çizgi
filmlerin arka planında bile zihnimizi ele geçiriyorlar.
İnternetteki arama motorları
görünüşte bize hizmet ediyor ama arka planda bizi köle olarak yaşatmaya devam
etmek için sürekli bilgi topluyor ve bunları analiz etmeye çalışıyor.
Bunları arama motoru olarak
gören saf insanlar şunu iyi bilsinler. Amaç mekanik robotlar üretmek.
Bir sonraki aşamada tüm
dünyaya uydudan internet verilerek yapay zekâ ile tüm nesnelerin birbirleriyle
haberleşmesi sağlanarak dünya yok oluşa doğru itiliyor.
Yapay zekâ ile öz farkındalık
deneyi yapan robotlar yapılıyor.
Sonuçta dünyada belli ırkların
dışında her şey yok edilmek isteniyor.
Kaynak: Serkan Akın (Mimar)
Tavuk mu Yumurtadan
Yumurta mı Tavuktan “21 Gün Mantıklı Düşünme Dersleri”
Çalışma Soruları.
Huzur ve Mutluluk arasındaki
farkı açıklayınız?
Yorumlar
Yorum Gönder