Ana içeriğe atla

Temel Dini Bilgiler

Giriş ve Önsöz.

İslam dininin önündeki en büyük engel cahilliktir.
Bir Müslüman düşünün?
"Kelime-i Tevhid" ile "Kelime-i Şehadet" arasındaki farkı bilmiyor.
Bir Müslüman düşünün?
Kendisini Yaratan Allah'ın sıfatlarını bilmiyor.
Bir Müslüman düşünün?
İrfan, takvâ, hikmet kelimelerinin anlamlarını bilmiyor.
Bu gerçeklerden hareketle 40 gün 41 Kere Maşaallah adı altında her Müslüman'ın bilmesi gereken "Temel Dini Bilgiler" derslerini hazırladım ve istifadenize sunuyorum.

İslâm’ı çok iyi öğrenmeliyiz; çünkü bütün dertlerin dermanı onda; çok içten ve samimi dindar olmalıyız; çünkü iki cihan saadetimiz buna bağlı.

Temel Dini Bilgiler olarak toplam 40 dersten oluşan bu çalışma, Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat çizgisinin dışına sapmadan, sünnet-i seniyyeye bağlı, aşırılıktan uzak, çağa uygun, takvaya dayalı Müslümanlığı esas alan, her yaştan insana hitap eden, sadece Allah’ın rızasını hedef alan, İslam’ı doğru kaynaklardan doğru bir şekilde, işin özüne inerek anlatmaya çalışan bir çalışmadır.

Alıntılar çoğunlukla Eski Diyanet İşleri Başkanı Ömer Nasuhi Bilmen’in “Büyük İslam İlmihali” ve Prof. Dr. Hasan Tahsin Feyizli’nin “Feyzü’l Furkan Tefsirli Kur'an-ı Kerim Meali” kitapları esas alınarak hazırlanmış ve kaynaklar listesi derslerin en sonunda sunulmuştur.

Gayret bizden tevfik Allah’tan olup, dualarınızı beklerim.

Abdullah Durmuş BAYSAL. Payas/HATAY. 16.06.2019




Temel Dini Bilgiler (Ders 1)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:
İslam nedir, Müslüman kime denir, İman etmek ne demektir, La ilahe İllallah ne demektir, Kur'an-ı Kerim ve Vahiy hakkında kısa bilgi verir misiniz?

Cevap:

İslam: Allâh indinde en son ve geçerli dînin adı İslâm’dır. (Âli İmrân Suresi 85. Ayet Meali)

Müslüman: Müslüman, İslâm dinini kabul eden, Allah'a teslim olmuş kişidir.

Müslüman olmak için “Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü” yani “Şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur ve yine şahitlik ederim ki Muhammed O’nun kulu ve rasûlüdür” demelidir.

İman: Peygamber Efendimizin Yüce Allah’tan getirdiklerinin doğru olduğunu kabul edip, onları gönül huzuru ile benimseme, içten ve yürekten inanmadır.

La ilahe İllallah: “Kelime-i tevhid” sözlük anlamı ile “Allah’ı birleme cümlesi” demektir. “Allah’tan başka ilah yoktur.” anlamına gelir.

Kur'an-ı Kerim: Allah’ın insanlara indirdiğiİslam’ın kutsal” kitabıdır. Arapça olan ve 114 surede toplanmış 6236 Ayet’tir.

Vahiy: “Allah Teâlâ’nın dilediği şeyleri peygamberlerine, mahiyeti bizce tam olarak bilinmeyen bir yolla bildirmesi” demektir.


Temel Dini Bilgiler (Ders 2)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:
İslam'ın ve İman’ın şartları nelerdir?

Cevap:
İslam’ın Şartları:
1- Kelime-i Şehadet getirmek.
(“Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resulühü”)

2- Namaz kılmak.
(Günde 5 vakit namaz kılmak her akıllı, büluğ çağına ermiş Müslümana farz’dır. Sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı)

3- Oruç tutmak.
(Yılda bir kez Ramazan ayı boyunca)

4- Zekât vermek.
(Dinen zengin sayılan hür, akıllı, büluğ çağına ermiş Müslümanlar, “nisap miktarı” malının üzerinden bir yıl geçtikten sonra, malının kırkta birini zekât olarak vermelidir. Zekât, sadece altın, gümüş ve paradan verilmez. Aynı zamanda arazi mahsulleri, büyükbaş küçükbaş hayvanlar, madenler ve defineler de belli bir oranda zekâta tabidir.)

5- Hacca gitmektir.
(Şartlarını sağlayan Müslümanların ömürde bir defa yapmaları gerekir. Haccın farzı ikidir. Arafat’ta vakfeye durmak ve Kâbe’yi tavaf)

İmanın Şartları:

1- Allah'ın Varlığına ve Birliğine İman.

2- Meleklere İman.
(Allah tarafından yaratılmış nûrânî varlıklara “melek” denir. Melekler, latîf cisimler olup istediği şekle girebilirler. Melekler insanlar gibi yemez, içmez, evlenmez, doğurmaz ve doğrulmazlar. Erkeklik ve dişilikleri yoktur. Cebrâil, Azrâil, Mîkâil, İsrâfil adında dört büyük melek ve bu meleklerden başka, sayısını bilemediğimiz daha nice melek vardır. Mesela, Kirâmen Kâtibîn: İnsanın sağında ve solunda bulunup iyilik ve kötülükleri yazan melek, Münker-Nekir: Öldükten sonra kabirde insanlara soru soracak olan melek, Rıdvan: Cennetin bekçisi ve cennetteki meleklerin önderi melek, Mâlik: Cehennemin bekçisi ve cehennemdeki meleklerin önderi melek gibi)

3- Allah'ın Kitaplarına İman.
(Allah tarafından bazı peygamberlere kitaplar indirildiğine ve bu kitapların “ilk indirilen orijinal içeriğinin” tümüyle doğru ve gerçek olduğuna inanmak demektir. Zaman içeresinde bu kitapların içeriğinin bir kısmı insanlar tarafından değiştirilmiş, değiştirilmeyen ve orijinal haliyle günümüze ulaşan tek kitap iseKur'an-ı Kerim” dir.)

4- Peygamberlere İman.
(“Allah’ın kulları arasından seçtiği ve vahiyle şereflendirerek emir ve yasaklarını insanlara ulaştırmak üzere görevlendirdiği elçi”ye Peygamber denir. Peygamberlere iman demek, insanlara doğru yolu göstermek için, Allah tarafından seçkin kimselerin gönderildiğine, bu kimselerin Allah’tan getirdiği bütün bilgilerin gerçek ve doğru olduğuna inanmak demektir.)

5- Ahiret Gününe İman.
(Öldükten sonra mahşer günü hesap vermeye, bu dünyadaki yaşayışa göre iyilerin Cennete, kötülerin Cehenneme gideceğine inanmak.)

6- Kadere İman.
(Yani hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna inanmak. Allah (cc) iyiliği de kötülüğü de yaratır ama kötülüğün işlenmesine asla razı değildir.)


Temel Dini Bilgiler (Ders 3)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:
32 farz nelerden oluşur?

Cevap:

İmanın Şartları 6 tanedir.
1- Allah’ın birliğine inanmak.
2- Meleklere inanmak.
3- Kitaplara inanmak.
4- Peygamberlere inanmak.
5- Ahiret hayatına inanmak.
6- Kaderin, hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine inanmak.

İslam’ın Şartları 5 tanedir:
1- Kelime-i Şehadet getirmek.
2- Namaz kılmak.
3- Oruç tutmak.
4- Zekât vermek.
5- Hacca gitmek.

Namazın Dışındaki Farzları 6 tanedir:
1- Hadesten tahâret.
(Yani, abdestsiz ise abdest alması, cünüp ise gusletmesi demektir.)
2- Necâsetten tahâret.
(Namaz kılacak kimsenin bedeninde veya elbisesinde veyahut namaz kılacağı yerde şer`an necis (pis) sayılan bir madde varsa, o pisliğin temizlenmesi demektir.)
3- Setr-i avret.
(Müslüman erkeklerin ve kadınların değişik ortam ve farklı kişilerin yanında vücutlarının ne şekilde örtülmesi gerektiğini ifade eder. Namazda setr-i avret, erkekler için kapatılması gereken yerler, göbekten diz kapağına kadar olan kısımdır. Kadınlara gelince, hür olanların yüzleri ve ellerinden başka bütün bedenlerini kapatmaları icap eder.)
4- İstikbâl-i kıble.
(Namazı, kıble denilen Mekke`de bulunan Kâbe-i Muazzama`ya yönelmek suretiyle kılmak demektir. Kâbe, üstünden ta Arş`a, altından ise Ferşe kadar uzanan nuranî bir sütun ve direktir.)
5- Vakit.
(Vakti girmeden kılınan namazın iadesi gerekir. Vakti çıktıktan sonra kazası lazım gelir. Namazın özürsüz yere kazaya bırakılması Allah Teâlâ yanında büyük bir mesuliyete sebep olur. Cuma ve Bayram namazının kazası olmaz. Mazerete binaen Cuma Namazı kılınamamış ise, o vaktin öğle namazı eda edilir.)
6- Niyet.
(Namazda niyet etmenin hükmü farzdır. Namaza niyet ederek başlanır. ”Niyet ettim Allah rızası için …… namazını kılmaya” (boşluk olan yerde hangi namaz kılınıyorsa o söylenir) diye niyet ederiz.)

Namazın İçindeki Farzları 6 tanedir:
1- İftitah Tekbiri.
(İftitah tekbiri, namaza başlarken alınan tekbir olup “Allahüekber” cümlesini söylemektir.
2- Kıyam.
(Ayağa kalkma, ayakta durma)
3- Kıraat.
(Kur’ân-ı Kerim’i tecvîd kurallarına ve tekniğine uygun olarak okumak demektir.)
Hanefîlerde tercih edilen görüşe göre bu miktar, en az üç kısa âyet veya bu miktarda bir sûre olmalıdır. Özellikle Fâtiha sûresinin okunması vaciptir. Dolayısıyla namazda Fâtiha sûresi okunmakla, hem farz kıraat hem de vacip yerine getirilmiş olur. Ancak Fâtiha’dan sonra üç kısa âyet veya bu uzunlukta bir sûre okumak da vaciptir. Bu sebeple, farz namazların ilk iki rekâtında, sünnet namazların tüm rekâtlarında Fâtiha’dan sonra sûre ya da birkaç âyet okumayan kişi vacibi terk etmiş olur. Unutarak terk edilmesi sehiv secdesini gerektirir. Kasten terk edilmesi halinde ise namazın iadesi vaciptir.
Şâfiîlere göre ise, kıraat farzının yerine gelmiş olabilmesi için asgari olarak Fâtiha’nın okunması gerekir. Buna ilaveten bir sûre veya birkaç âyet daha okumak ise sünnettir. Kaynak: https://kurul.diyanet.gov.tr.
4- Rükû.
(Namazda rükûnun hükmü farzdır. Kıyam ve kıraatten sonra “Allahü Ekber” diyerek rükûa varılır ve burada üç defa “Sübhâne Rabbiye’l-azim” denilir.)
5- Secde.
(Rükûdan kalkınca “Allahü Ekber” diyerek secdeye varılır. Secdeye inerken önce dizler, sonra eller, daha sonra da alın ve burun yere konur. Secdede baş iki elin arasında ve hizasında bulunur. Secdede iken ayaklar kaldırılmaz. Secdede burun kenarlarına bakılır. Burada üç kere “Sübhâne Rabbiye’l-âlâ” denilir.)
6- Ka’de-i ahîre.
(Ka‘de-i ahîre “teşehhüt” miktarı oturuş” demektir. Teşehhüt miktarı ise, “Tahiyyât” duasını okuyacak kadar bir süredir. Şâfiî ve Hanbelîler’de ise farz olan oturuş süresi teşehhüt miktarına ilâveten bir de Hz. Peygamber’e salavat getirilebilecek (“Allahümme salli âlâ Muhammed” diyecek) kadardır.

Abdestin Fazları 4 tanedir:
1- Yüzünü yıkamak.
2- Ellerini dirsekleriyle beraber yıkamak.
3- Başının dörtte birini meshetmek.
4- Ayaklarını topuklarıyla beraber yıkamak.

Guslün Fazları 3 tanedir:
1- Ağzına su vermek.
2- Burnuna su vermek.
3- Bütün bedenini yıkamak.
Not: Niyet etmek ve Besmele çekmek, guslün farzı değil, sünnetidir.

Teyemmümün Fazları 2 tanedir:
1- Niyet etmek
2- İki elin içini temiz toprağa sürüp, yüzün tamamını mesh etmek. Tekrar elleri temiz toprağa vurup, önce sağ ve sonra sol kolu mesh etmek.

TOPLAM 32.


Temel Dini Bilgiler (Ders 4)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

Edille-i şer'îyye / şer'i deliller, yani “dinin temel unsurları” nelerdir, izah eder misiniz?

Cevap:

Edille-i şer'îyye dört kısımdan oluşmaktadır.

Kitap: Kur'an-ı Kerim'dir.

Sünnet: Hz. Muhammed'in söz ve davranışlarıdır.

İcma: Müctehid imamların dini bir konu üzerinde fikir birliği etmeleridir.

Kıyas: Kitap, sünnet ve icmada hükmü bulunmayan bir şeyi, hükmü bilinene benzeterek anlamaktır.


Temel Dini Bilgiler (Ders 5)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

Ef’âl-i mükellefin nedir?

Cevap:

Yükümlülük sahibi olanların yaptıkları işler, fiillere denir. Sekiz tanedir.

1- Farz:

a) Farz-ı Ayn: Her yükümlü Müslümanın bizzat yerine getirmesi gerekli olan farzlardır. Bir kısmının işlemesiyle diğerlerinden yükümlülük kalkmaz. Abdest, beş vakit namaz, ramazan orucu, mükellef olana Hacc ve zekât ile İslâm toprakları saldırıya uğradığında cihada çıkmak gibi.

b) Farz-ı Kifâye: Yükümlü Müslümanlara ayrı ayrı değil, topluca emredilen şeylerdir. Bir kısım Müslümanlar bunu yerine getirince diğerleri sorumluluktan kurtulur. Cihad etmek. Kur`ân-ı Kerîm dinlemek, Kur`ân-ı Kerîm ezberlemek, selâm almak, cenaze namazı kılmak gibi.

2- Vâcib:
Farzla sünnet arasında kalan ve amel bakımından farz gibi kabul edilen emirlerdir. Bunları işleyene sevap, özürsüz terk edene ceza gerekir. İtikadı açıdan, inanma bakımından farzın hükmü gibi değildir. Yani vâcibi inkâr eden dinden çıkmaz. Bir ibâdetin vâciblerinden birisini kasden terketmek tahrimen (harama yakın) mekruhtur.

3- Sünnet:
Hz. Peygamber`in sözleri, fiilleri, işleri ve takrirleri. Misvak kullanmak, cemâatle namaz kılmak gibi. Sünnet, müekked ve gayr-i müekked olmak üzere iki kısma ayrılır.

a) Müekked Sünnet: Hz. Peygamber (s.a.s.)`in devamlı işleyip nâdiren terk ettikleri farz ve vâcib olmayan amelleridir. Terkedilmesinde "itâb" yani “azarlamak” vardır. Sabah, öğlen ve akşam namazlarındaki sünnetler ve çocukların sünnet ettirilmesi gibi.

b) Gayr-i Müekked Sünnet: Hz. Peygamber`in çok defa edâ edip, bazan terkettikleri sünnet. Namazda uzun okuma, ikindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetleri gibi. Gayr-ı müekked sünnetlere müstehab ve mendûb isimleri de verilir.

4- Müstehab:
Buna mendûb da denir. Hz. Peygamber`in bazan işleyip, bazan terk buyurdukları, selef-i sâlihinin sevip işlediği ve rağbet ettikleri işlerdir. Bazı nâfile namaz ve oruçlar gibi. Müstehabın hükmü; işlenmesinde sevap olup, terkinde kınama bulunmamasıdır. Müstehab genellikle gayr-i müekked sünnet ile eş anlamlıdır.

5- Mübah:
Mübah: Yükümlünün yapıp yapmamakta muhayyer bulunduğu işlerdir. Bunun hükmü işlenmesinde veya terk edilmesinde sevap veya kınamanın bulunmamasıdır. Eşyada asıl olan mubahlıktır.
Bazan şartlar değişince, hükümler de değişir. Meselâ, haram olan şeylerden ölmemek için ihtiyaç miktarınca yiyip içmek farz olur. Eğer yenilen mal, başkasına aitse, yiyen bunu tazmin eder. Bu şekilde yiyip kendisini ölümden kurtarmakla sevap bile kazanır.

6- Haram:
Yüce Allah'ın kesin ve bağlayıcı tarzda yapılmamasını istedikleri şeylere denir. Yasaklanması kesin delille sabittir.
Haramın hükmü; terkine sevap, işlenmesine ceza gerekmesi ve “helâl ve “mübah” sayanın dinden çıkmasıdır.” İçki içmek, kumar oynamak” gibi.

7- Mekruh:
İslam’da, “kesin ve bağlayıcı olmaksızın” yapılmaması istenen, hoş görülmeyen, beğenilmeyen şeye mekruh denir.
Mekruh ikiye ayrılır.

1- Tahrimen mekruh: Harama yakın olan mekruhtur. Bunları kasıtla işleyen günahkâr olur.

2- Tenzihen mekruh: Mubah, yani helal olan işlere yakın olan, yapılmaması yapılmasından daha iyi olan işlerdir.

Mekruh tek başına kullanıldığında tahrimen mekruh anlaşılır.

Mekruhun hükmü, amel bakımından haramın hükmü gibidir. Terkine sevap, işlenmesine ceza korkusu vardır.
Mekruhun helâl olduğuna inanan kimse dinden çıkmaz.
Midye istiridye, ıstakoz ve benzeri balık cinsinden olmayan deniz hayvanlarını yemek, cuma saatinde alış-veriş etmek, abdest ve gusülde suyu israf etmek.

8- Müfsid:
Başlanmış bir ibâdeti bozan ve iptal eden şeydir. Müfsidin, yani başlanan bir ameli bozanın hükmü, bunu özürsüz olarak kasden yapmışsa cezanın gerekmesi, sehven yapmışsa cezanın gerekmemesidir. Başlanan bir orucu veya namazı bozmak gibi.


Temel Dini Bilgiler (Ders 6)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

İtikâd ne demektir, itikâdi mezhepler nelerdir?

Cevap:

Lügatte bir şeye düğüm atmışçasına bağlanmak, gönülden inanmak ve aksine ihtimal vermeyecek şekilde bir şeyi kabullenmek demektir.

Istılahta ise, Allah'ın emrettiği ve Efendimiz’ in (sallallâhu aleyhi ve sellem) sünnet-i seniyyesi ile aydınlatıp, buyurduğu hakikatleri kalben tasdik etmektir.

Kuranı Kerimi inkâr eden, dini hafife alan, dinle alay eden, Kur’an’a ve Sünnete aykırı kendi rey ve hevasına göre dini yorumlayan insanlar dinden çıkar.

“İmanda, itikad da tek bir mezhep vardır. Bu mezhep Ehl-i sünnet vel-cemaat mezhebidir. Çünkü İslamiyet, bütün insanlara yalnız bir tek imanı ve itikadı emretmektedir.”

Ehli Sünnet ve’l Cemaat, Peygamber Efendimiz ve ashabının üzerinde olduğu çizgiyi takip edenlerdir.

Peygamber Efendimiz (sas) bir Hadisi Şeriflerinde mealen “Ümmetim yetmiş üç fırkaya bölünecek. Bunlardan yetmiş ikisi ateşte, sadece biri Cennet'tedir." Bu da “Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaattir” buyurmuşlardır.

Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat’ın itikattaki iki büyük imamı, Ebu Mansur Matüridi ve Ebul-Hasan Eşari hazretleridir.

İtikad da, İmam-ı Matüridi veya İmam-ı Eş’ari’den birine tabi olmak şarttır. Ehl-i sünnet itikadını bu iki âlim bildirmiştir. Bunlara tâbi olmayan bid’at ehli olup, doğru yoldan ayrılmış olur.

Hadis-i şeriflerinde Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Ehl-i Kitab'ın yetmiş iki, Müslümanların ise yetmiş üç fırkaya ayrılacağını ifade buyurmaktadır ki, bu daha sonraları gerçekleşmiş ve Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) vefatını müteakip Müslümanlar pek çok fırkaya ayrılmışlardır.

Ama o günden bugüne Müslümanların hayatlarına daha ziyade "Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat" anlayışı hâkim olmuştur. Meselâ Emeviler, -içlerinde Mutezile'ye taraftar olanlar istisna edilecek olursa- Abbasiler, Selçuklular, Karahanlılar ve Harzemliler büyük çoğunlukları itibarıyla Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat anlayış ve itikadını tercih etmişlerdir. Bünyesinde değişik kavim ve milletler olmasına rağmen Osmanlı Devletinde de, hep hâkim unsur “Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat” olmuştur.

"Mükemmel itikad sahibi nasıl olmalıdır?" sorusuna gelince, yukarıda da ifade edildiği gibi inanılması gerekli olan hususlara, aksine ihtimal vermeyecek şekilde inanma, mükemmel bir itikaddır. Bu mevzuda ölçü, Efendimiz ‘in (sallallâhu aleyhi ve sellem) doğru yolu tarif ederken ifade buyurmuş oldukları "Ben ve ashabımın üzerinde olduğumuz yoldur." düsturu olmalıdır. Evet, doğru yol, Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali'nin (radıyallâhu anhüm) yürüdükleri yoldur.


Temel Dini Bilgiler (Ders 7)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

Küfür ve Şirk ne demektir? Gizli şirk nedir? Münafık kime denir?

Cevap:

Küfür ve şirk, imanı ve ameli yok eden bir inancın tezahürü olan sözler veya davranışlardır.”

Mesela, Reenkarnasyoncular, yani ölen kimselerin ruhu başka cesetlere geçerek dünyaya tekrar tekrar geleceğine inananlar kâfirdir. ( Bu inanç da Rafizilerin inancıdır.)
Reenkarnasonun olmadığına dair Kur’an’dan delil:
“Orada (dünyadaki) ilk ölümden başka ölüm tatmazlar. (Allah) onları cehennem azabından korumuştur. (Duhân Sûresi 56. Ayet)

Diğer yandan nasıl ki bir anlık dikkatsizlik sonucu araba şarampole yuvarlanıyor, bir Müslüman’da ne konuştuğuna dikkat etmeli, dinden çıkaran sözleri söylememelidir. 
Mesela, şarkılardaki küfür sözlere örnek vermek gerekirse:

1-Kahpe kader.
2-Secde ettim taparcasına.
3-Bir sana taptım bir de Tanrıya.
4-Madem unutacaktın beni neden yarattın.
5-Kuluna kul oldum severek taptım.
6-Alıştım kaderin zulmüne artık.
7-Rabbim adaletin bu kadar mı?

Şirk, Allah’a eş ve ortak koşma, ortak isnat etmek demektir. En büyük zulüm olan şirk, kulu ebedî olarak Cehennem’e dûçâr eder. Şirk koşmak, inkâr etmek veya münâfıklık yapmakla kul, Rabbine ve tevhîd ehline hiçbir zarar veremez. Fakat kendisini ebedî azâba müstahak ettiği için, nefsine en ağır şekilde zulmetmiş olur.

Lokman Suresi 13. Ayette “…Ey oğulcuğum! Allâhʼa ortak koşma! Doğrusu şirk, büyük bir zulümdür.” buyrulmaktadır.

Öte yandan, ibadet ve sâlih amellerde Allah rızâsından başka gâyeler taşımak ve ihlâsı yok eden riyâ ve gösterişe kaçmak da gizli şirke düşmek demektir. Yapılan amellere fânîleri veya nefsânî menfaatleri ortak etmek, o amellerin boşa çıkmasına sebebiyet verir.

“Dikkat ediniz; hakkınızda Deccâl’den daha çok korktuğum şeyin ne olduğunu söyleyeyim mi?” diye sormuştu. Sahâbîler:
“–Buyur yâ Resûlâllah!” dediler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:
“–Korktuğum bu şey, gizli şirktir. Meselâ namaza duran birini düşününüz. Bu kimse bir başkası tarafından gözetlendiğini fark ettiği için namazını özenerek kılıyor.” (İbn-i Mâce, Zühd, 21)

Demek ki Cenâb-ı Hak, ibadetlere fânîlerin ortak edilmesini istemiyor. Hak’tan gayrıyı hedefleyen bir ibadet, artık bir ibadet değil, bilâkis bir cürümdür.

Şu halde şirk iki türlüdür:

1- Açık şirk.

2- Gizli şirk.

Açık şirk: Doğrudan Allah’a eş koşmak, Allah’ı bildiği halde Allah’tan başka şeylere tapmaktır. Meselâ güneşe, aya ve puta tapmak şirktir.

Gizli (Hafî) şirke gelince, bu ana hatlarıyla ikiye ayrılır. Birisi, Allah’ın rızasını unutup insanlara riya ve gösterişte bulunmak. Diğeri de eşyanın yaratılmasında birer sebep olarak vazife gören mahlûkata olduğundan fazla önem vermek; onları tesir gücüne sahip zannetmek.

Münafık: İçinden gerçek anlamda iman etmemiş olup, dışından Müslüman görünen kimse.

Münafıkların içi başka, dışı başkadır. Sözü özüne uygun değildir. Münafıkların gerçekte kâfir oldukları, bir ayette şöyle ifade edilir:

Bakara Sûresi 8. Ayet: İnsanların bir kısmı da (münâfıkdırlar; onlar kalpten) inanmadıkları halde (dilden) “Allah’a ve âhiret gününe inandık.” derler (ve akıllarınca) Allah’ı ve inananları aldatmaya çalışırlar.


Temel Dini Bilgiler (Ders 8)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

Allah'ın (cc) sıfatları nelerdir?

Cevap:

Allahu Teâlâ’nın Sıfat-ı Zatiyye’si altıdır:

1- Vücûd.
Allahu Teâlâ vardır. Varlığı ezelidir.

2- Kıdem.
Allahu Teâlâ’nın varlığının evveli, başlangıcı yoktur.

3- Bekâ.
Allahu Teâlâ’nın varlığının âhiri, sonu yoktur. Hiç yok olmaz. Ortağı olmak muhal olduğu gibi, zat ve sıfatları için de yokluk muhaldir.

4- Vahdâniyyet.
Allahu Teâlâ’nın zatında, sıfatlarında ve işlerinde ortağı, benzeri yoktur.

5- Muhalefetün-lilhavadis.
Allahu Teâlâ, zatında ve sıfatlarında hiçbir mahlûkun zat ve sıfatlarına benzemez.

6- Kıyâm bi-nefsihi.
Allahu Teâlâ zatı ile kâimdir. Mekâna muhtaç değildir. Madde ve mekân yok iken O var idi. Zira her ihtiyaçtan münezzehtir. Bu kâinatı yokluktan varlığa getirmeden önce, zatı nasıl idi ise, sonsuz olarak, hep öyledir.

Allahu Teâlâ’nın Sıfat-ı Sübûtiyye’si sekizdir.

1- Hayat.
Allahu Teâlâ diridir. Hayatı, mahlûkların hayatına benzemeyip, zatına layık ve mahsus olan hayat, ezeli ve ebedidir.

2- İlim.
Allahu Teâlâ her şeyi bilir. Bilmesi mahlûkatın bilmesi gibi değildir. Karanlık gecede, karıncanın, kara taş üzerinde yürüdüğünü görür ve bilir. İnsanların kalbinden geçen düşüncelerini, niyetlerini bilir. Bilmesinde değişiklik olmaz. Ezeli ve ebedidir.

3- Sem’i.
Allahu Teâlâ işitir. Vasıtasız, cihetsiz işitir. İşitmesi, kulların işitmesine benzemez. Bu sıfatı da, her sıfatı gibi ezeli ve ebedidir.

4- Basar.
Allahu Teâlâ görür. Âletsiz ve şartsız görür. Görmesi göz ile değildir.

5- İrade.
Allahu Teâlâ’nın dilemesi vardır. Dilediğini yaratır. Her şey Onun dilemesi ile var olur. İradesine engel olacak hiçbir kuvvet yoktur.

6- Kudret.
Allahu Teâlâ, her şeye gücü yeticidir. Hiçbir şey Ona güç gelmez.

7- Kelam.
Allahu Teâlâ söyleyicidir. Söylemesi alet, harfler, sesler ve dil ile değildir.

8- Tekvîn.
Allahu Teâlâ yaratıcıdır. Ondan başka yaratıcı yoktur. Her şeyi O yaratır. Allahu Teâlâ’dan başkası için yaratıcı dememelidir.


Temel Dini Bilgiler (Ders 9)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

Peygamberlerin sıfatları nelerdir?

Cevap:

Peygamber, Allah ile insanlar arasında elçi olarak görevlendirilen Allah'ın emirlerini bildiren doğru yolu gösteren Allah elçileridir. Peygamberler insanlara yol gösterici olarak gönderilmiştir.

Peygamberler, her türlü ahlak güzelliğine sahip örnek insanlardır. Peygamberlerde bulunması gereken bazı özellikler:

1- Sıdk.
Doğruluk demektir. Peygamberler son derece doğru insanlardır. Asla yalan söylemezler. Oldu dedikleri olmuştur, olacak dedikleri zamanı gelince mutlaka olacaktır.

2- Emânet.
Güvenilir olmak demektir. Peygamberler her hususta güvenilir kimselerdir, emanete asla hıyanet etmezler.

3- Fetânet.
Akıllı ve uyanık olmak demektir. Peygamberler akıllı, uyanık ve yüksek zekâ sahibidirler.

4- İsmet.
Günah işlememek demektir. Peygamberler gizli ve açık hiçbir şekilde günah işlemezler.

5- Tebliğ.
Bildirmek demektir. Peygamberler Allah'tan aldıkları dinî hükümleri olduğu gibi hiçbir değişiklik olmadan insanlara bildirmişlerdir.

6- Adalet.
Peygamberler hiç zulm ve haksızlık yapmazlar. Kimsenin hâtırı için adaletten ayrılmazlar.


Temel Dini Bilgiler (Ders 10)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

Mezheb nedir, mezhepler kaça ayrılır?

Cevap:

Mezheb, gidilen yol, benimsenen metod ve görüş demektir. Dinî mânada mezheb ise, müctehid bir âlimin fikir ve görüşlerini benimseyen insanların meydana getirdiği dinî ekollere denir.

Mezhep, Kur'an ve Sünnet yolu demektir. Bir mezhep imamına uyan, Kur’an-ı kerime ve Resûlullah’a uyduğuna iman etmiş demektir.

Mezhebler arasında esasta hiçbir ayrılık yoktur. Ayrılık, teferruatta, dînin özüne dokunmayan fer'î mes'elelerdedir.

Mezhebler Kaça Ayrılır?

Mezhebler önce 2'ye ayrılır:

1 - İtikâdî mezhebler.

2 - Fıkhî mezhebler.

İtikad da, İmam-ı Matüridi veya İmam-ı Eş’ari’den birine tabi olmak şarttır. Ehl-i sünnet itikadını bu iki âlim bildirmiştir.

Fıkhî Mezhebler 4'e ayrılır:

1 - Hanefî mezhebi,
2 - Mâlikî mezhebi,
3 - Şâfiî mezhebi,
4 - Hanbelî mezhebi.

Bu 4 mezhebin, hepsi de haktır, doğrudur.

Tarihimiz boyunca bu vasıflarda başka mezhepler de olmuştur.

Şu anda mevcut olanlar, Müslümanlar arasında yaşayan mezhepler oldukları için en çok bilinenler durumundadırlar.

Hakiki Müslümanlar ise, dört mezhepten birini, yani hak yolu taklit ederek, Ehl-i sünnet olmaktadır. Dört mezhebin iman bilgileri aynıdır. İbadetlerinde ufak ayrılıklar var ise de, bu farklar, Allahü Teâlâ’nın rahmetidir.

Herkes dört mezhepten, kendine kolay geleni seçer.


Temel Dini Bilgiler (Ders 11)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

Kabirdeki sorulacak sorular ve cevapları nelerdir?

Cevap:

Rabbin kim? “Allahu Teâlâ”

Dinin nedir? “İslâm”

Peygamberin kim? “Hz Muhammed” (sas)

Kitabın nedir? “Kur'an-ı Kerim.”

Kıblen neresidir? “Kâbe-i muazzama.”

Bu soru ve cevaplar, muhtelif Hadis-i Şeriflerde beyan buyrulmaktadır.


Temel Dini Bilgiler (Ders 12)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

Kader, küllî irade ve cüz’i irade ne demektir, kısaca izah eder misiniz?

Cevap:

Kader: “Cenab-ı Hakk’ın, kâinatta olmuş ve olacak her şeyi, bütün vasıflarıyla, bütün halleriyle ezelde bilmesi ve daha onu yaratmadan önce, her şeyiyle, levh-i mahfuz denilen kader levhasında yazmış olmasıdır.”

Kaza: “Allah’ın bu ezeli yazıyı ve takdiri, zamanı ve şartları geldiğinde yaratmasıdır.”

İrade; bir şeyi yapmak veya yapmamak için olan iktidar, güç demektir.

Küllî irade, sonsuz işleri birlikte dileyebilen ilâhî iradedir.

Cüz’i İrade: “Allah tarafından insana verilen, dilediği gibi hareket edebilme yeteneği ve seçme serbestliğidir.”

Allah’ın “külli iradesi”: “Allah’ın dilediği her şeyi yapabilmesi ve emrinin önüne hiçbir şeyin geçememesidir.”

İnsanın “külli iradesi”: Kendisine verilen yeteneklerdir.

İşte insan, o yeteneklerden bir tanesi ile bir işe yöneldiğinde o “külli irade” artık cüz’ileşmiş olur. Buradaki “cüz’i” ifadesi “ufaklık” manasında olmayıp, “belirlilik” manasındadır. Yani yapabileceğimiz yüzlerce alternatiften bir anda sadece bir şeyi seçebilmemizdir.

İnsan bedeninde yüz trilyon kadar hücre olduğu söyleniyor. Her hücrenin de nice fonksiyonları var. İnsan, bir anda iki şey irade edemezken, bedenindeki bu sayısız faaliyetleri nasıl izah edecektir? Demek ki, insan kendine malik değil. O bir kuldur. Bedeni, küllî bir irade ile tanzim ve idare ediliyor.

Cenabı Hak kimseyi iyilik ya da kötülük yapmaya zorlamıyor, mecbur kılmıyor.

Herkes seçimlerini kendi hür iradesiyle yapıyor ve seçimlerinin sonuçlarına da katlanmak zorunda.

Aynen bu dünyada yaptığın seçimlerin sonuçlarına katlanmak zorunda olduğun gibi.

Hayır da şer de Allah’tandır.

Allahu Teâlâ’nın yaratacağı şeyleri ezelde bilmesi, irade sıfatını yok etmediği gibi, kullarının yapacağı şeyleri de ezelde bilmesi, kulların irade ve ihtiyar sahibi olmalarına mani değildir.

Allah kötülükleri engellemeye çalışmıyor; çünkü insanları imtihana tabi tutmuştur. Bu imtihanda kazananların yanında kaybedenler de olacaktır.

Kazanma ve kaybetme, iyilik ve kötülüklerin işlenmesiyle ortaya çıkar.

Eğer Allah bütün kötülükleri engellerse, o zaman imtihan diye bir şey ortada kalmaz


Temel Dini Bilgiler (Ders 13)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

Ahlâk ve Tasavvuf nedir, açıklayınız? Nefis Terbiyesi ne demektir, açıklayınız?

Cevap:

Ahlak, huy olarak bilinir.
İslâm ahlâkı Kur'an-ı Kerîm'e dayanır.
Peygamberimiz (sav) “Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” buyurmuştur.

Ebû Hureyre ra. şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e: İnsanları cennete en fazla götürecek şey nedir? diye soruldu. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah’a saygı (takvâ) ve güzel ahlâktır” buyurdu. İnsanları cehenneme en fazla götürecek şey nedir? diye sorulunca da: “Ağız ve cinsel organdır” buyurdu. (Tirmizî, Birr)

"Kıyâmet günü, mü'minin mizanında güzel ahlâktan daha ağır basan bir şey yoktur. Allah Teâlâ Hazretleri, çirkin düşük söz (ve davranış) sahiplerine buğzeder." (Tirmizî, Birr)

Tasavvuf:

Tasavvuf, ahlâk ilmidir; nefsi terbiye ilmidir; Allahu Teâlâ’yı dosdoğru bilip (ki buna mârifetullah denir), O’na rızasına uygun, hâlisâne kulluk etme ilmidir. Binâenaleyh ilimlerin en şereflisi ve İslâm’ın özü, hakikatidir. Zaten de bu sebepten sevilmiş, saygı görmüş, yayılmış ve günümüze kadar dipdiri gelmiştir.

Tasavvufun aslı, Kur’ân-ı Kerîm’e ve Resûlullah’ın (sas.) sünnetine sımsıkı sarılmaktır.

Tasavvuf, dinimizin özü ve gerçek anlamı; asıl gaye olan insân-ı kâmil olmanın yolu ve yöntemidir.

Tasavvuf, kalbi saf yapmak, kötü huylardan temizlemek ve iyi huylarla doldurmak, nefsanî arzuları ve bidatleri terk etmek demektir.

Tasavvuf ilmi, kalb ile yapılması ve sakınılması gereken şeyleri ve kalbin, ruhun temizlenmesi yollarını öğretir. Buna (Ahlak ilmi) de denir.

Tasavvuf tamamen edepten ibarettir.

Tasavvuf bencillik değil, diğer-binliktir, merhamettir, muhabbettir, hizmettir; laf ebeliği ve söz kalabalığı değil, samimiyet, ihlas ve hikmettir; kalp temizliği, irfan yüceliği ve amel-i sâlih üreticiliğidir; kıyl ü kâl değil, güzel haldir; taşa karşı gül, zehire karşı panzehirdir; gözlere nur, gönüllere sürurdur.

Tasavvuf olmadan imanın tadını duyarak yaşamak; İslâm’ın özünü, içyapısını, ruhunu, mahiyetini, inceliklerini, esrarını kavramak, bugünün ve belki her devrin insanı için oldukça müşküldür.

Nefis Terbiyesi:

Nefs; içimizdeki bütün kötü isteklerdir, süflî arzulara duyulan meyildir. İnsanı Allah’tan uzaklaştıran bütün şeytânî hisler, nefsten ibârettir. Nefs olmasaydı insan rütbesinde değil, melek olurduk. Oysa kâmil bir insanın rütbe ve değeri, meleklerden üstündür.

Nefis, “insanın kendi, maddî benliği, egosu”dur. Türkçede bunun tam karşılığı olabilecek bir kelime yok. Onu ancak tarif ve tasvir edebiliriz. Yüce Allah (celle celâlüh), bizim içimize bir idare müdürü tayin etmiş; bizim bedenimizi, maddî varlığımızı, hayat için gerekli menfaatlerimizi korumak ve kollamak amacıyla hareket eden bir mânevî otorite yerleştirmiş; nefis, işte o! Varlığı gerekli, istekleri doğal ama takip ve kontrolü, eğitilmesi ve kötü eğilimlerden temizlenmesi de şart!

“Daha özgür bir dünyada yaşamak istiyorsak, bunun tek yolu önce kendimizi özgürleştirmekten geçer. İnsanın kendisini özgürleştirmesi, nefsinin arzu ve isteklerini ilahlaştırmaktan vazgeçmesidir. Nefsimiz yani içimizdeki kötülüğü emreden benliğimiz, farkına varmadığımız takdirde bir ömür boyu bizi yönetir, kölesi yapar. Oysa yaşadığımız hayatı Yaratıcımızın hoşnutluğunu kazanacak şekilde anlamlı kılmak mümkün.

Hızla geçen dünya hayatını kalıcıymış gibi, ebedi hayatı ise yokmuş gibi algılıyoruz… Bitmek tükenmek bilmeyen arzu ve istekler, kariyer, makam, mevki, ev, araba derken hiç gelmeyecek sandığımız yolun sonu geliyor ve ellerimiz boş bir şekilde toprağın altına giriyoruz. İnsanlığın binlerce yıldır bitmeyen kısır döngüsü bu.” https://servergenclik.global/

Nefsin mertebeleri 8 olup, bunlardan ilk dördü;

1. Nefs-i Emmâre: Allah`ın emirlerine uymayan, yasaklarını çekinmeden yapan ve zevkine tabi olan nefistir.

2. Nefs-i Levvâme: Allah`ın emirlerine bazen uyan, bazen uymayan, işlediği günahlardan dolayı üzülen ve sevaplardan dolayı sevinen nefistir.

3. Nefs-i Mülheme: Mümkün mertebe Allah`ın emir ve yasaklarına uyan nefistir.

4. Nefs-i Mutmainne: İmân esaslarına inanan, İslâm`ın emir ve yasaklarına uyan, bu konularda hiç bir şüphe ve tereddüdü olmayan, neticede Allah ile manevî bir bağ kuran ve bunun lezzetine ulaşan nefistir.

Ayeti Kerimede;
“(Allah’ın rızasıyla) huzura eren nefis! (Rabbini) hoşnut etmiş ve sen de Rabbin tarafından hoşnut edilmiş olarak Rabbine dön.
Haydi, (iyi) kullarımın içine katıl ve cennetime gir! (denilir.) “
(Fecr Sûresi 27-28-29-30. Ayetler)


Temel Dini Bilgiler (Ders 14)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:
Bir Müslüman olarak dini konularda daha geniş bilgi sahibi olmak için önereceğiniz kaynak eserler nelerdir?

Cevap:

1- Kur'an'ı Kerim Meâli. Prof. Dr. Hasan Tahsin Feyizli.   www.feyzulfurkan.com

2-Riyazü´s Salihin 3 Cilt. Diyanet İşleri Başkanlığı.  https://hadis.diyanet.gov.tr/Content/HadidthBook

3-Resûlullah’ın Hayatı ve Daveti. Fıkhu's-s Sîre. Münir Muhammed Gadbân.

4-Büyük İslam İlmihali.  Ömer Nasuhi BİLMEN. Eski Diyanet İşleri Başkanı.

5- Ehli Sünnet Akaidi. Mehmed Zahit Kotku.

6- Mesnevi. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî.

Her gün yukarıdaki eserlerden 1 sayfa okuyarak 2 ya da 3 yılda tamamını bitirebilirsiniz. 


Temel Dini Bilgiler (Ders 15)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

Şuurlu Müslüman olmak, ne demektir?

Cevap:

Şuur, bir şeyin farkında olma hâlidir.

Şuur, kavrayışın (idrakin) başlangıcıdır; özdür, mihenk taşıdır, içe ait bilincin, kavrayışın ilk kıvılcımıdır.

“Şuurlu Müslüman, görev adamıdır. En büyük görevi ise Allah’a kulluktur. Çünkü kulluk, âlemlerin Rabbi olan Allah’ın insana yüklediği en büyük sorumluluktur. Bu görev ifa edilmeden diğer tüm görevler anlamsız kalacaktır.

İslâm hayat nizamıdır, hayatın her hadisesiyle ilgilenir, her safhasında devam eder; belli bir zamana, belli tip hareketlere ve ibadetlere münhasır değildir.

O halde camide namaz kılıp, çıkınca İslâm’ın emirlerini çiğnemek, hacca, umreye gidip, gelince dinî vazifeleri unutmak veya “Şimdi gençliğimin sefasını süreyim, keyfimce yaşayayım, ihtiyarlayınca nasıl olsa tevbe eder ibadete yönelirim.” zihniyetiyle hareket etmek yanlıştır, İslâm’ı bilmeyen, doğru anlamayan cahillerin işidir.

Hayatın her alanında ortaya koyduğumuz davranışlarımızın, tercihlerimizin, red ve kabullerimizin Allah’ın kitabına ve Rasûl ’ünün (s.a.s) sünnetine uygunluğu ne ölçüde ise, o kadar şuurluyuz demektir.

Bazı Müslümanların iyi anlayamadığı mühim incelik burada. Sistemin sadece bazı parçasını alarak veya kısa bir zaman çalışarak sonuca varmaya, maksuda ermeye çalışıyorlar. Sıkıntıların ve başarısızlıkların kaynağı budur.

Bir sahabe Efendimiz’e (s.a.s) “Ey Allah’ın Rasûlü! Allah’ın velileri kimlerdir?” diye sordu, Hz. Peygamber şöyle cevap verdiler: “Görüldüklerinde insana Allah’ı hatırlatan kimselerdir.” (Heysemi)

Allah’ı hatırlatmak, kamusal alandan siyasi ve ekonomik alana kadar hayatın her safhasında Allah’ın emir ve yasaklarına uygun davranışlar ortaya koyarak muhteşem bir örneklik sergilemekle olur.

Eğer yapılan iş Allah için ise sonucu ne olursa olsun önemli değildir. Çünkü asıl başarı ve zafer, yaptığını Allah için yapabilmektir.

Bilginin çoğaldığı ama şuurun azaldığı bu ahir zamanda İslâmî Şuur demek, “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a iman edersiniz.” (Al-i İmran: 3/110) ayetinde belirtilen en hayırlı ümmet olmaya yeniden evlerimizden, akrabalarımızdan, çevremizden başlamak demektir.

İslâmî Şuur demek, Efendimizin (s.a.s.) “Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder kötülükten men edersiniz, ya da çok sürmez üzerinize bir bela gelir ki, Allah’a dua eder, yalvarırsınız ama dualarınız da kabul olunmaz” (Tirmizî) nebevi uyarısı gereği, ailemize, memleketimize ve ümmetimize gelecek belalara muhatap olmamak için her şuurlu Müslümanın gücü nispetinde yapacağı manevi bir seferberlik projesi demektir.”

İçinde bulunduğumuz hiçbir ortam ve toplantıda kendi öz İslâmî görüşünüzü açıklamaktan, saldırganlara ilmin, mantığın, imanın yolunu göstermekten –Allah aşkına– bir an bile geri durmayınız.

Kaynak: Prof. Dr. M. Es’ad Çoşan / Abdülaziz Kıranşal.


Temel Dini Bilgiler (Ders 16)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

İslam üç şeyden ibarettir, açıklayınız? İrfan ne demektir?

Cevap:

Üç şey;
“İlim, Amel, İhlas” tır.
(İmâm-ı Rabbânî / Mektûbat.)

İrfan:
Bilmek, bilgiyi özümsemek, marifet kazanmak, bir konuda ârif olmakla ilgili bir kavramdır.

Gerçeğe ulaştırıcı güçlü seziş. Ruhi sezgi ile elde edilen bilgi, marifet.

Arif ve irfan sahibi insan, kendine öğretilenlerle yetinmeyen insandır.

İrfan/marifet ameli ve tecrübi bilgidir, amele ve ibadete dayanmayan soyut bilgiye irfan denmez.

İrfanın başlangıç noktası amel, taat, ibadet, ahlak, edep, riyazet ve mücahededir.

Bugünün Müslümanları ise çoğunlukla bu gerçekten bîhaberdir: Ya inanır ama tatbik etmez, ibadete yanaşmaz; ya İslâm’ın bir yönüne taassupla bağlanır, öbür yönlerini ihmal eder; ya Müslümanım der ama Avrupa’nın, Rusya’nın, Amerika’nın sapık veya kâfir felsefelerini beğenir benimser; ya din konusundaki sathî bilgisine bakmadan, derin konulara, bilmediği meselelere dalar, sapar ve saptırır; ya Allah’ın rahmetine güvenir, azabına ve gazabına aldırmaz; ya dinin şeklî tarafına özenir, özünü anlamını sezmez; ya kalıbını süsler, kalbini ihmal eder... hâsılı bir yanını eksik bırakır.


Temel Dini Bilgiler (Ders 17)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

Namazın önemi ve hikmetleri nedir?

Cevap:

Sahabeden meşhur Abdullah b. Mes’ûd diyor ki:
Bir gün, Peygamber Efendimiz’e sordum:
“Yüce Allah katında hangi iş en sevgili ve sevimlidir?”
Buyurdu ki:
“Vaktinde kılınan namaz en sevimlidir.”
“Bundan sonra hangi iş gelir?” diye sordum,
“Ana babaya saygılı ve iyi davranmak.” cevabını verdi.
“Bundan sonra hangisi?” dedim,
“Allah yolunda savaşmak.” diye buyurdu.

Demek oluyor ki namaz kılmak, dinimiz açısından en başta gelen bir ibadet, çok değerli ve büyük bir harekettir. Din kitaplarımızın tümü bu üstünlük ve önceliği özellikle belirtiyorlar. Gerçekten de diğer ibadetlerden olan zekât verme ve hacca gitme yalnızca zengin Müslümanlar üzerine borçtur. Farz oruca gelince o da senede sadece bir ay tutulur. Namaz ise sık ve daimidir. Ayrıca namaz basit değil, tam ve kompleks bir ibadettir. Çünkü içinde temizlik, örtünme, Kâbe’ye yönelme, şehadet getirme, Kur’an okuma, zikir, tesbih, salavât, dua ve münâcât gibi ihlas ve huşu gibi başlı başına ibadet sayılabilecek birçok fiil ve unsur yer almaktadır.

Bu yüzden bütün Müslümanlar –istisnasız– namaz kılmakla zorunlu tutulmuşlardır. Bir mü’min, hasta da olsa namazı bırakamaz, ayakta duramıyorsa oturarak, buna da güç yetiremiyorsa yatarken görevini yerine getirir. Su bulamasa teyemmüm ederek abdest alır, yine namazını kılar. Bu konuda daha başka kolaylıklar getirilmiş ve mazeretler de kabul edilmiştir. Ama namaz kılmamaya özür tanınmamıştır. Sevgili Peygamberimiz, düşmanla savaş esnasında bile namazını geçirmemiş, bir kısım savaşçılar düşmanı gözler iken o, diğerleriyle topluca namaz kılmıştır.

Dinimizde namaza niçin bu denli önem verilmiştir?

Çünkü İslâm dini, kul ile yaratıcısı olan Allah’ın arasında kesintisiz ve aracısız bir bağlantı kurmayı amaçlar. Kulu unutkanlıktan ve gafletten kurtarmaya, devamlı bir şuur ve uyanıklık içinde tutmaya çalışır. Çünkü ancak böyle olduğu zaman kul kendi içini dinleyebilir, kontrol edebilir, nefsini kötülüklerden alıkoyar, iyiliklere ve erdemlere yöneltir. İşte namaz, istenen bu bağlantıyı kuran, günde en az beş kez tazeleyen bir işlemdir. Namaza bu amaçla devam eden kimsenin Allah’a olan sevgisi, bağlılığı, bilgi ve irfanı günden güne sağlamlaşır. Mânevî güçleri gelişir, idealleri yücelir ve olgunluğu artar. İş böyle olunca günde beş vakit namaz çok görülmemeli, hatta zaman zaman değeri hadislerle belirtilmiş olan birtakım namazlar bunlara eklenmelidir. Söz gelimi, işrâk, duhâ, evvabîn ve teheccüd gibi sünnete uygun namazları kılmaya çalışmalıdır.

Sevgili Peygamberimiz bir hadîs-i şerîfinde namaz ibadetini şöyle övüyor:
“Namaz kula, Rabb’in hoşnutluğunu, meleklerin sevgisini kazandırır. O, Tanrı dostlarının geleneğidir, irfan nurudur, imanın temeli ve köküdür. Yapılan dileklerin ve iyi amellerin kabulünü sağlar, kişinin rızkını bereketlendirir, vücudunu rahatlatır. Dünyaya karşı silah, şeytan için tasa ve sıkıntıdır. Ölüm meleği katında sahibine şefaatçi olur. Sahibinin kabrinde ışık ve altında döşektir. Kıyamet kopuncaya kadar ona arkadaşlık eder. Kıyamet günü başı üzerinde gölge, vücuduna örtü ve elbise olur. Kulun önü sıra giden, yolunu aydınlatan bir ışık olur. Sahibi ile cehennem ateşi arasında perde teşkil eder. Rabb’in huzurunda iyi kulluğun delili ve alametidir. Kulun işledikleri tartılırken terazisini ağır bastırır, sırat köprüsünden geçişi kolaylaştırır ve cennet kapısının anahtarı olur.”

Diğer bir hadiste İslâm dini çadıra, namaz da bu çadırın direğine benzetilmiş ve şöyle denilmiştir:
“Namaz dinin direğidir.” Kim namazını kılarsa dinini ayakta tutmuş; kim de onu terk ve ihmal ederse dinini yıkmış, yere sermiş olur.

Kıyamet gününde kul her şeyden önce namazdan sorguya çekilecektir. Bunda başarı sağlayamayanlar kurtulamayacaklardır.

Başka bir hadiste de Peygamberimiz, “Göz bebeğim, gözümün nuru namaz!” diyerek bu eşsiz ibadete olan sevgisini dile getirmiştir.

Namazın birtakım şartları vardır. Bunların başında temizlik gelir. Bu şart el, yüz ve ayak temizliğinden ağız ve diş temizliğine, elbise temizliğinden, namaz kılınan çevrenin temizliğine kadar uzanan geniş bir şarttır. Böylece Müslümanlar günün her saatinde iç ve dış temizlik ve güzelliğini sağlamaya yöneltilmişlerdir. Gerçekten de medeniyetin bu kadar gelişmediği eski çağlarda bile atalarımız temizlik, sağlık ve güzelliğe dair görenek ve gelenekleriyle çeşme, hamam gibi tesisleri ve düzenleriyle tanınmışlardır. Buna o devirlerde yaşayan elçi ve seyyahların hatıraları tanıklık etmektedir.

Namazın önemli olan diğer bir şartı da şuur, saygı ve sükûnetle kılınmasıdır. Nitekim Peygamber Efendimiz, “Kişinin kıldığı namazdan sağlayacağı fayda, idrak ve şuuru nisbetindedir.” buyurur. Onun için zihin başka konularla uğraşırken gelişigüzel kılınıveren bir namaz, boş bir yorgunluktan ibaret kalabilir. Kulu yüce Yaradan’a yaklaştırmaz, aksine, saygısızlık ve laubalilik dolayısıyla onu Tanrı’nın lütuf ve rahmetinden uzak düşürür.

Din büyüklerimiz namazı, büyük bir dikkat ve ciddiyetle kılarlardı. Söz gelimi Hz. Ali, namaz vakti gelince titrer ve heyecandan bembeyaz olurdu. Sebebini soranlara;
“Dağların, göklerin ve yerin kabul etmekten çekindikleri emaneti, yani kulluk görevini yerine getirme zamanı geldi.” derdi.

Namaz kul ile Yaradan arasında bir yakınlaşma ve bir gizli söyleşme demektir. Peygamberimiz’e Miraç gecesinde farz kılınmış olan beş vakit namaz, bir bakıma mü’minin mirâcı demektir.

Ne mutlu bu kutlu miracı şuuruna ererek ve zevkini duya duya yapabilen bahtiyarlara!



Temel Dini Bilgiler (Ders 18)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

Ölümü Düşünmek?

Cevap:

Bazıları ölümün adını bile duymak istemez, “Bırakın şu soğuk sözleri, içimiz kararıyor, neşemiz kaçıyor” derler. Bu gafletin eseridir. Kulak tıkayıp, göz kapayıp, sırt çevirip kaçtıkları ecel, böylelerini ansızın ve çok ters durumda yakalayıverir. Asıl akıllıca hareket, ölümü hiç hatırdan çıkarmamak, dünyanın fâniliğini ve ömrün süratle geçip gittiğini görüp mümkün olduğu kadar çok hayırlı iş ve salih amel işlemek, Mevlâ’nın sevmediği her şeyden uzaklaşarak âhirete ve büyük hesap gününe hazırlanmaktadır.

İnkâr edilemeyecek, açık seçik bir gerçektir ki ölüm herkesin tadacağı acı bir şerbet, kabir her fâninin geçeceği korkulu bir kapıdır. Niye başka öğütçü arıyoruz; her an ve her yerde, çevremizde dönüp duran ölüm bize nasihatçi ve vâiz olarak kâfi gelmiyor mu?

Nefislerini terbiye etmek, olgunlaşmak ve iyi bir kul olarak yüce Tanrı’ya ulaşmak isteyen büyük din âlimleri, bu yüzden, ölümü hatırlamayı, tasavvuf yolunun önemli bir rüknü haline getirmişlerdir. “Râbıta-ı mevt”, yani kişinin kendi ölümü ile ilgili hal ve sahneleri hayalinde canlandırma işlemi, tesirli ve faydalı bir işlemdir. Çünkü bu “tezekkür-i mevt”, nefsin çeşitli hastalıklarına karşı en müessir ilaçtır. “Hubb-ı dünyâ”, yani dünyanın fâni lezzetlerine aldanıp dalmak, “tûl-i emel” yani gafletle, arzu ve emellerin uzayıp gitmesi, kibir, ucub ve sair gibi büyük dertler için en iyi panzehir, ölümü anmaktır.

Bugün çevremizde müşahede ettiğimiz ferdî veya içtimâî kötülüklerin temelinde ise, nefis ve onun tedavisi yapılmamış hastalıklarının yattığı iyice görülmektedir.

O halde tezekkür-i mevt’i küçümsemeyelim. Olgunluk ve gerçek dindarlık gücünü, büyük ölçüde bu kaynaktan almaktadır.

Hiç şüphe yok ki “Bunlar eski ve boş şeyler, insan bu dünyaya bir kere gelir; ye, iç, eğlen, kendini düşün; yaşamana, zevkine bak” tarzındaki sakat felsefeleri atıp, ecdâd-ı kirâmın yaptığı gibi, hayatın önünü-sonunu ve mânasını daha derin düşünse idik, fert ve millet olarak şimdikinden daha iyi durumda olur; ahlâklı, faydalı, olgun kişiler olarak vatan ve milletimizi çok daha mâmur kılardık.

Maddî ve mânevî yönden kazançlı, iyi ve olgun kişiler olmak istiyor muyuz? O halde ölümü unutmayalım.



Temel Dini Bilgiler (Ders 19)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

İslâm’da Sabır?

Cevap:

Sabır, yaşayışımız esnasında, kendimize hâkim olduğumuz, dişimizi sıkıp katlandığımız birçok konu ve olay karşısındaki rûhî direnme ve dayanmamıza verilen isimdir.

Sabretmenin İslâm dininde çok büyük yeri ve önemi vardır. Gerçek dindarlığa ulaşabilmek için “sabır melekesi”ne sahip bulunmak şarttır. Sabrın önemi hakkında sevgili Peygamberimiz (sas.) şunları söylüyor:

“İmanın bir yarısı şükür, diğer yarısı sabırdır.”
“Vücutta başın yeri ne kadar önemli ise imanda sabrın yeri de o kadar önemlidir.”
“İmanın en üstünü, sabretmek ve hoşgörü sahibi olmaktır.”
“Başa bir musibet geldiğinde feraha kavuşuncaya kadar sabretmek, değerli bir ibadettir.”

Sabretmek bize Kur’ân-ı Kerîm’in emridir. Allah celle celâlüh sabredenleri sevdiğini, Kur’an’da bize bildirmektedir. Bu çok önemli bir noktadır.

Diğer kayda değer bir nokta ise Allah’ın, sabredenlerin yanında ve onlarla beraber olduğunu belirtmesidir. O’nunla beraber olmak, ne kadar büyük bir şeref ve mazhariyet!

Sabır çeşitli konularda olabilir. Hz. Ali radıyallâhu anh’den rivayet edilen bir hadiste, sabrın üç türlü olduğu beyan buyurulmuş:

1. Musibetlere sabır.

2. İbadetlere sabır.

3. Günahlara sabır.

Hz. Enes radıyallâhu anh’den nakledilen bir hadîs-i şerîfte ise şöyle buyuruluyor:
“Allahu Teâlâ der ki: Kullarımdan bir kulu, vücudunda veya çoluk çocuğunda veyahut da mal-mülkünde bir sıkıntıya, derde uğratırsam o da bu derdi, güzel bir sabırla karşılayıp tahammül ederse kıyamet günü onun amellerini tartmaya, defterini açıp günah ve sevaplarını hesaplamaya hayâ ederiz. (Onu hesapla üzmeyi, ulûhiyetimin şanına uygun bulmam, mükâfâtını hesapsız veririm.)”

Sabrın bir çeşidi de savaşlardaki sebat ve direnmedir. Zafer ancak sabredenlere vaat olunmuştur. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruluyor:
“Ey iman edenler! Eziyetlere sabredin, savaşlarda direnin, sınırlarda cihad için nöbet bekleşin ve Allah’tan korkun ki felah bulasınız.”
“Allah’a ve O’nun Resûlü’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra perişan olursunuz, mânevî gücünüz elden gider. Sabrediniz, muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir, onların yanındadır.”

O halde Allah’ın bizimle, bizim yanımızda olmasını ve bizi sevmesini sağlayacak olan sabra itina edelim, sabrı öğrenmeye çalışalım. Sabırlı olursak her türlü güçlüğü yenecek, düşmanlara galebe çalacak, dünya ve âhirette izzet ve şerefe ereceğiz, Allah’ın sevgili kulu olacağız.



Temel Dini Bilgiler (Ders 20)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

İslâm mı daha çok kadın haklarını koruyor, Batı mı?
Kadın cinsini modern medeniyet mi koruyor, İslâm mı?

Cevap:

İslâm savaşta kadın öldürmüyor. Ama Batılılar tarih boyu savaşlarda ne yaptılar? Hiçbirisinin şöyle başını kaldırıp da bu “Batılılar ne yaptı?” sorusuna cevap verecek halleri, yüzleri yoktur.

Batı’dan bu beldelere gelmişlerdir; Fransa’dan Almanya’dan, Belçika’dan, Hollanda’dan, İspanya’dan, İtalya’dan, İngiltere’den haçlı orduları ile Macar ovalarında Yahudileri yaka yaka, öldüre öldüre gelmişlerdir. Bizans’a gelmişlerdir, kendi dindaşlarının ülkesidir, ama soyup geçmişlerdir. Ayasofya’nın hazinesini soyup tamtakır yapmışlardır. Hazinelerini, altın şamdanlarını, Meryem Ana heykellerini alıp götürmüşlerdir. Antakya’ya geldikleri zaman kadın, bebek, ihtiyar, çocuk demeden bütün Müslüman ahaliyi kılıçtan geçirmiş, öldürmüş, katliam yapmışlardır. İnsan eti yemişlerdir. Kudüs’e geldikleri zaman tarihte emsali bulunmaz bir hunharlık ve canavarlıkla herkesi öldürmüşlerdir.

Ama Müslümanlar tarih boyu herhangi bir yeri fethettiği zaman asla böyle yapmamıştır. İşkence, katliam yapmamıştır, ahaliye dokunmamıştır. Yedi asır Balkanlar’da, Kafkasya’da, şu topraklarda hâkim olmuşuzdur, ahaliye bir şey yapmamışızdır. Hıristiyan azınlıklar aynen kalmıştır. Yahudileri Endülüs’ten katliamdan kurtarmışızdır. Bu Allah’ın emri, biz böyle güzel ve insaflı muamele yapmışız. Onlar da kadın demeden, çocuk demeden, ihtiyar, masum demeden öldürmüşlerdir. Hâlâ da yirminci yüzyılda öldürüyorlar. Hepsi suçludur, tarihin karşısında, Allah divanında... Hiçbirinin bize insan hakları, demokrasi öğretmeye, ağzını açmaya hakkı yoktur.

Kendi milletlerine dahi mezhep farkı, kilise farkı diye olmadık işkenceleri yapmışlardır.

Peygamber Efendimiz’in savaşa giden mücahitlere nasihati şöyle: “Pîr-i fâniyi öldürmeyeceksin, çocuğu, bebeği öldürmeyeceksin! Kadını da öldürmeyeceksin!”
İslâm, “Harpte kadını öldürmeyeceksin!” diyor, onlar öldürmüşler.

İslâm, kadına mal mülk veriyor, onlar kadına mülkiyet hakkı vermemişlerdir.

İslâm, kadını özel, muhterem bir varlık olarak görüyor, onlar şeytanın aletidir diye hepsini kötülemiştir.

Kadına miras hakkı vermemişlerdir. Yakın tarihlere kadar Batı’da kadının mirastan hakkı yoktu. Adam ölür, mallar erkek çocuklara kalırdı, kadının hali ne olursa olsun... Batı’da seçme-seçilme hakkı çok yakın zamanlarda verilmiştir. Batı’da kadınlar bu kadar ezilmiştir, İslâm’da kadınlar bu kadar kollanmıştır. Savaşa çağrılmaz, savaşta öldürülmez. Çünkü kadındır, muhteremdir; evlat yetiştiriyor, zahmet çekiyor.

Kadınlara acımayı, onları korumayı, kollamayı dinimiz emrediyor. Peygamber Efendimiz veda haccında: “Size kadınlara iyi muamele etmeyi vasiyet ederim. Kadınları size emanet ederim.” diye kadınlarla ilgili tavsiyelerde bulunmuştur.

Avrupalılar kadın haklarına tarihte etmiyorlardı da, şimdi mi riayet ediyorlar? Hayır; çünkü kadını serbest bırakıp, onun fuhşiyata yönelmesine göz yummak da kadına zulümdür. Kadına, İslâm onu da yaptırtmaz. İslâm’da sen istediğin gibi, keyfince kötülük yapamazsın! İslâm’da kötülüğe serbestlik yoktur.

Kadına, hilkatine yaratılışına uygun en asil görevleri veren, her türlü terslik ve tehlikeden en güzel tarzda koruyan; meşakkatli, sert ve ağır işleri, tüm dış hizmetleri erkeklere yükleyip, kadını gerçek huzur ve mutluluğa erdiren, evinin sultanlığı payesine yükselten İslâm, ne güzel nizam!



Temel Dini Bilgiler (Ders 21)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

Takvâ ne demektir?

Cevap:

Takvâ, kalbi mâsivâdan (yâni Allâh’tan uzaklaştıran her şeyden) korumaktır.

Takvâ, mü’minin, Allâh’ın hıfz u emânına (yani korumasına) sığınarak, âhirette kendisine zarar ve elem verecek şeylerden titizlikle korunması ve günahlardan sakınarak sâlih amellere sarılmasıdır.

Takvânın başı, küfür ve şirkten, ateşe düşmekten kaçar gibi kaçmaktır. Bunun tezâhürü de farzları hakkıyla edâ etmek ve bütün günahlardan sakınmaktır.

Takvanın orta derecesi ise –ki çok kere takva denilince bu anlaşılır– insanın âhirette kendisine ceza, azap ve ikap getirecek işlerden sakınması, kalbini ve niyetini dürüst ve pak tutmasıdır.

Takvâ’nın zirve hâli ise;
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur:
“Her nerede olursan ol Allâh’tan ittikâ et ve kötülüğün arkasından hemen bir iyilik yap ki, bu onu yok etsin. İnsanlara da güzel ahlâk ile muâmele et!” (Tirmizî, Birr, 55/1987)

Hucurât Sûresi 13. Ayet: Hiç şüphesiz ki sizin Allah yanında en şerefliniz, en takvâlınız Allah’ın emirlerine en uygun yaşayanınız ve günahlardan sakınanınızdır. Şüphesiz, Allah hakkıyla bilendir, her şeyden haberi olandır.


Temel Dini Bilgiler (Ders 22)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:
Hikmet ne demektir?

Cevap:
“İlâhî sırların ve gerçeklerin bilgisi, varlıkların var oluş amaçlarının kavranması, sebeplerle bunların sonuçları arasındaki ilişkilerde ilâhî iradenin rolünün keşfedilmesi” anlamında kullanılır.

Ahlâkî söz, öğüt verici söz, kısa ve öğretici ahlâkî söz gibi anlamlara da gelmektedir.
“Kalbin ilâhî sırlara vâkıf olması, “hak olanı söylemek” şeklinde de tarif edilmiştir.
Hikmet; eşyânın hakîkatini ve esrârını idrâk edebilmektir.

Hikmet; hakîkatleri idrâk husûsunda akla aczini kavratmaktır. Akılla kavranamayan nice sırlar, ancak hikmetle çözülür. Kâinattaki ilâhî tecellîler de hikmet nazarıyla okunabilir.

Hikmet, “her şeyi yerli yerinde yapmaktır”

Hikmetli nasihatleriyle destanlaşan Hazret-i Lokman (as.) hekimlerin (doktorların) pîridir.
Lokman (as.)’ın “hikmet” ehli olduğu, Kur’ân-ı Kerîm’de kendi adıyla anılan sûrede şöyle beyân edilmektedir:
“Andolsun ki Biz Lokmân’a; «Allâh’a şükret!» diyerek hikmet verdik…” (Lokman, 12)

Bakara Sûresi 269. Ayette “O, (Allah) hikmeti dilediğine verir. Kime de hikmet nasip etmişse, muhakkak ona çok hayır verilmiştir” buyrulmaktadır.


Temel Dini Bilgiler (Ders 23)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

Basîret ve Ferâset ne demektir?

Cevap:

Basiret: Kalb ile görme, doğru görüş, uyanıklık. Sezgi, uzağı görme.

“Görme, idrak etme, bir şeyin iç yüzüne vâkıf olma, sezgi” gibi anlamlara gelen basîret kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de genel olarak “görme” anlamı yanında özellikle “hakikati keşfetme, doğru yolu tanıma, gerçeği yanlıştan ayırma yeteneği” mânalarında kullanılmış ve bu bakımdan mânevî körlük veya dalâletin zıddı olarak gösterilmiştir.

Ferâset: Anlayışlılık, çabuk seziş. (Aslı firâsettir.)

Zihin uyanıklığı. Bir şeyi çabukça anlayış yeteneği. Bir kimsenin ruhsal, zihinsel halini ve yeteneklerini yüzünden, duruşundan, tavrından vb. anlamak.

Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Hazret-i İbrâhim’e indirilen on Suhuf’tan şunları nakleder:
“Akıl sahibinin belli saatleri olmalı:
– Vaktinin bir bölümünü Rabbine duâ ve münâcâta,
– Bir kısmını Yüce Allâh’ın sanat ve kudretini tefekküre,
– Bir kısmını geçmişte işlediklerini muhâsebe etmeye ve gelecekte işleyeceklerini plânlamaya,
– Bir kısmını da helâlinden maîşetini kazanmaya ayırmalıdır.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 167; İbn-i Esîr, el-Kâmil, I, 124)

Feraset, bir nevi at gibi görmek demektir. Çünkü at 360 derece etrafını görüyor. Bu nedenle sahibini çiğnemiyor.

Feraset sahibi olmak için;
1- Satır aralarını okumak
2- Cümleyi tersten okumak
3- İrfan sahibi olmamız gerekiyor.

Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“Mü’minin firâsetinden sakınınız! Çünkü o, Allâh’ın nûruyla bakar.” buyurmuştur. (Tirmizî, Tefsîr, 15/3127)
Cümleyi düz okursak övgü var.
Cümleyi tersten okuduğumuzda ise, aslında Peygamber Efendimiz bize çok ağır bir sorumluluk yüklüyor. Yani böyle olun diye bizlere emir buyruluyor.


Temel Dini Bilgiler (Ders 24)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

İhlas ne demektir? Dua etmenin önemi nedir?

Cevap:

Sözlük anlamı; bir şeyi halis, saf ve katıksız yapma demektir.

Kavram anlamı ise kısaca, kulun din adına ne yapıyorsa bunu safi Allah için yapması, ona başkalarını hiçbir surette karıştırmamasıdır.

İhlas: Hâl ve hareketlerinde Allah rızâsına yönelme.

Doğru, samimi, kalbî ve karşılıksız sevgi, samimi bağlılık.

Riyâ karışmamış, samimi ibadet anlamlarına gelmektedir.

Bir nevi sonsuzluk mührü.

İhlas yaptığın işlerde insanların onu bilip bilmemesinin, beğenip beğenmemesinin sende hiçbir değişiklik yapmamasıdır.

Amellerin ruhu ihlastır, amele Allah için olmasından başka bir niyet karışırsa bozulur, sevabı ve faydası kalmaz. Kul ibadet ettiğini sanır ama sonuçta hiçbir karşılığını göremez. O halde ihlasın niyetle de alakası vardır. Niyet insanı bir şeyi yapmaya götüren iç dürtüdür. Yapılan bir iş için; onu neden yapıyorsun, neden öyle değil de böyle yapıyorsun? Sorularının cevabı hem niyeti hem ihlası belirler.

İhlasın çok yakından alakalı olduğu kavramlardan biri sadakattir. Sadakat, yani sadık ve dürüst olma. Kul bir şeyi sırf Allah için yapıyor olduğu iddiasında sadık ve dürüst ise ihlaslı demektir. İhlaslı olan kişi muhlis, ihlasla yapılan iş ise halis, yani katıksız, tertemiz, safidir.

Şimdi gelelim Bursalı İsmail Hakkı'nın Nahl Suresi 66. Ayeti kerimesine yaptığı muhteşem ihlas yorumuna:

Fışkı ve kan iki pis maddedir. Süt önce hayvanın midesindeki öğütülmüş karışımdan, yani fışkıdan süzülüp kana geçer. Kandan tekrar süzülüp halis süt olarak çıkar ve hoş içimli, yüksek değerde bir gıda olur. Bu durum ayette ihlas kelimesinin aslı olan halis kelimesiyle anlatılmıştır.

O halde, der Bursevî; sanki Allah demek istiyor ki, biz size sütü nasıl iki pis madde arasından halis hale getirerek veriyoruz ve siz onu ancak böyle olunca kabul ediyorsunuz, siz de amellerinizi ve ibadetlerinizi bize takdim ederken o iki pis madde hükmündeki nefisleriniz ve şeytanlarınız arasından öyle süzüp çıkaracak ve onlar adına amellerinize hiçbir şaibe katmayacaksınız ki, biz de sizin amellerinizi kabul edelim. İşte ihlas bu.

Dua Etmenin Önemi: Dua günümüzde sadece beş vakit namazın veya belli bir kısım ibadetlerin sonuna sıkıştırılarak küçültülmüştür. Oysaki Hadisi Şerifte: “Dua ibadetin özüdür” Hadis (Tirmizi) buyrulmaktadır.
Dua, insanın bütün benliğiyle Allah’a yönelerek maddî ve manevî isteklerini O’na arz etmesidir.
Ancak dualarımızın kabul olması için Hadisi Şerifte buyrulduğu gibi, kazançlarımızın helal olması en birinci şarttır.
“Büyük zorluklara dûçâr olduğunuz zaman «Allah bize yeter, O ne güzel vekildir» zikri cemîline devâm ediniz.” (Ebû Dâvud, Vitr, 25; Tirmizî, Kıyâme)
Cenâb-ı Hak duâda fazla ısrar edenleri sever.
“Fâcir bile olsa mazlûmun duâsı makbûl olur. Onun kötülüğü ve günahları ise kendi aleyhinedir.” (İbn Hanbel, II, 367)
Hz Ali (r.a.) rivayet ediyor. Resûlullah (sav) buyurdular ki: "Duâ mü'minin silâhı, dinin direği, göklerin ve yerin nurudur." (Camiussağir - 4258)
Furkân Sûresi 77. Ayet: (Resûlüm!) De ki: “Dua ve ibadetiniz olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?


Temel Dini Bilgiler (Ders 25)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

Rızık ne demektir?

Cevap:

Sözlükte “azık, yenilen, içilen ve faydalanılan şey” anlamına gelen rızık terim olarak “Yüce Allah’ın canlılara, yiyip içmek ve yararlanmak için verdiği her şey” diye tanımlanır.

“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkının karşılanması Allah’a aittir” (Hûd, 6) buyrularak, tüm canlıların rızkını verenin Allah olduğu bildirilmiş, bir başka ayette de, O’nun, dilediğine bol rızık verip, dilediğinin rızkını ise daralttığı ifade edilmiştir. (Şûra, 12)

Rızkı yaratan ve veren Allah Teâlâ’dır.

Rızkı kazanmak için gerekli girişimde bulunmak kuldan, rızkı yaratmak ise Allah’tandır.

Allah Teâlâ, daha o kişi doğmadan, kişinin rızkını Yaradandır.

Herkes kendi rızkını yer. Kimse bir başkasının rızkını yiyemez.

Hiç kimse, nasibinden fazla rızka kavuşamaz. Rızkına kavuşup yemedikçe de ölmez. İstemese de rızkı kendisine verilir. [Hâkim]


Temel Dini Bilgiler (Ders 26)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

Emr-i bil-maruf nehy-i ani'l-münker ne demektir, açıklayınız? Cihad ne demektir, açıklayınız?

Cevap:

Emr-i bil-maruf nehy-i ani'l-münker:

İyiliği tavsiye edip kötülüklerden sakındırmak, Mü’minlerin en mühim vazifelerinden biri olduğu gibi, toplumdaki günah ve ahlâksızlıklara karşı duygusuz ve bîgâne kalmak da mânen helâk sebebidir.
Maruf, dinimizin emrettiği hususlardır.
Münker ise, dinimizin yasakladığı, yani Allahü Teâlâ’nın razı olmadığı işlerdir.

Âl-i İmrân Sûresi 104. Ayet: İçinizden herkesi hayra çağıran, iyiliği (meşru şeyleri, tevhidi ve sâlih ameli) emreden ve kötü olandan men eden bir ümmet (bir topluluk) olsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir.

Hadisi Şerifte ise "Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder kötülüğe engel olursunuz, ya da Allah, yakında umumi bir bela verir. O zaman dua edersiniz, fakat duanız kabul olmaz." (Tirmizi, Fiten, 9.)

Cihad:

Allah yolundaki her türlü faaliyet ve hareketin adıdır. Hakkı üstün ve hâkim kılmak için gayret sarf etmektir. Başka bir ifadeyle cihad, İslam'ın aksiyon yönüdür, onun hamle gücüdür.

Cihâd: Allah yolunda canla ve malla mücadelenin adıdır.
"Cihad" kelimesinin karşılığı "savaş" değildir. Allah yolunda savaşmak da bir tür cihad olmakla beraber; cihad kelimesi, Allah'ın dinini her tarafa ulaştırmak için yapılan her türlü faaliyet ve hareketi içine alır.

Bir sahabî, Peygamberimizin huzuruna gelerek, “Hem sevap hem de şöhret kazanmak için savaşan bir adam hakkında ne dersiniz? Böyle birisinin kazancı nedir?” diye sordu. Allah’ın Resûlü, “Hiçbir şey kazanamaz.” cevabını verdi.


Temel Dini Bilgiler (Ders 27)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

İslam’ın barış ve sevgi dini olduğuna dair örnekler verir misiniz?

Cevap:

İslam kelimesi, Arapça ‘da "barış" kelimesiyle aynı anlama gelir.
İslam, Allah'ın sonsuz merhamet ve şefkatinin yeryüzünde tecelli ettiği huzur ve barış dolu bir hayatı insanlara sunmak için indirilmiş bir dindir.

Bakara Sûresi 208. Ayet: “Ey iman edenler! Hepiniz barışa/güvenliğe (tam anlamıyla İslâm’a) girin, şeytanın ve benzerlerinin izinden gitmeyin.”

Allah bozgunculuğu lanetlemiştir. İslam, düşünce hürriyetini savunur.
Bakara Sûresi 208. Ayet: “Dine girmede/iman etmede zorlama yoktur.”

Allah, müminlere şefkatli, merhametli ve affedici olmayı emreder.
A'râf Sûresi 199. Ayet: “(Resûlüm!) Affetme yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir (kendini bilmezlerin söz ve hareketlerine karşılık verme)”

Allah masum insanların öldürülmesini haram kılmıştır.
Mâide Sûresi 32. Ayet: “Kim bir canı, başka bir cana veya yeryüzünde fesat çıkarmasına karşılık olmaksızın (şer’an/ hukûken ölümü hak etmeksizin) öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onun hayatını (meşru bir imkânla) kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibi olur.”

İslâm’ın özü Allah sevgisidir, ondan Resûlullah sevgisi, Kur’an sevgisi, iman sevgisi, ibadet sevgisi, hayır hasenât sevgisi, Müslüman sevgisi, ihvan sevgisi, insan sevgisi, sanat sevgisi... çıkar; af çıkar, merhamet çıkar, sabır çıkar, şükür çıkar, gayret çıkar, himmet çıkar.


Temel Dini Bilgiler (Ders 28)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

Cennete girmenin anahtarı nedir?

Cevap:

Cennete girmek ancak Allahü Teâlâ’nın fadlı, ihsânı ve rahmeti iledir.

Kimse kendi iman ve ibadetine güvenerek cenneti hak ettiğini düşünmemeli.

Cennetin anahtarları çoktur. Birinci anahtarı iman ve namazdır.
Dua rahmetin anahtarı, abdest namazın anahtarı, namaz da Cennetin anahtarıdır. [Deylemî]

La ilahe illallah, Cennetin anahtarıdır. [İ. Ahmed]

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:
– İnsanları cennete en fazla götürecek şey nedir? diye soruldu.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
– “Allah’a saygı (takvâ) ve güzel ahlâktır” buyurdu.
– İnsanları cehenneme en fazla götürecek şey nedir? diye sorulunca da:
– “Ağız ve cinsel organdır” buyurdu. (Tirmizî, Birr 62. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 29)

Cennetin anahtarı gerçek İslam’a gelmektir.
Gerçek İslâm, Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîf Müslümanlığıdır.
Gerçek İslâm, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat Müslümanlığıdır.
Gerçek İslâm, zamane Müslümanlığı değil, “Sahabe Müslümanlığı”dır: devr-i cehâlet değil, “Asr-ı Sa’âdet Müslümanlığı”dır.
Gerçek İslâm, takva ve ihlas, ihsan ve irfan yoludur.
Gerçek İslâm, ilmiyle amil, hakikî âlimlerin, âşık-ı sâdık ariflerin yoludur.

Güzel ahlâk, Hasan-ı Basrî Hazretleri onu “çok iyilik yapmak, kötülükten sakınmak ve güler yüzlü olmak” diye tarif etmiştir.

“Bir mü’min, güzel ahlâkı sayesinde, gündüz oruç tutup gece namaz kılan kimselerin derecesine ulaşır.” (Ebû Dâvûd, Edeb 7; Tirmizî, Birr 62)

Ancak güzel ahlâk, kimsenin işine gücüne, etlisine, sütlüsüne karışmamak, her tip insanla iyi geçinmek değildir. İslâm, hubb-i fillah, buğz-ı fillah (Allah için sevmek ve Allah için kızmak), “emr-i mâruf nehy-i münker” (iyiliği emir ve teşvik etmek, kötülüğü engellemek), “mazluma yardım, zalimle mücadele” gibi ana prensiplere sahiptir.


Temel Dini Bilgiler (Ders 29)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

Allah'a olan güven ve teslimiyet konusunu açıklar mısınız?

Cevap:

Allah'a duyulan güven ve teslimiyet, diğer bir ifadeyle tevekkül, iman edenlerin hayatları boyunca yaşadıkları büyük bir konfordur.

Allah’a olan güven duygusunun zirvesi “tevekkül” makamıdır.

Mümin, Allah'ın kontrolü dışında hiçbir olayın gerçekleşmediğini bilir.

Bu yüzden hiçbir olay karşısında sıkıntı, üzüntü ya da yılgınlık hissetmez.

Hayatı boyunca karşılaşacağı her olay kaderindedir ve kaderini Yüce Allah belirlemiştir.

Bu yüzden de mümin için hiçbir zaman "kötü" bir olay olamaz.

Bazı şeyler kötü gibi gözükse de, gerçekte mümin için hayırlı sonuçlar doğuracaktır.

Talak Sûresi 3. Ayet: “Kim de Allah’a güvenip dayanırsa, O, ona yeter” buyrulmaktadır.

Müslüman Allah’a teslim olacaktır. Zaten Müslümanlık, teslim olmak demektir. Ne yapacak? “Ben kendimi Allah’ın emrine teslim ettim; ne derse onu yapacağım, ne buyurdu ise hoşuma gitse de gitmese de rahatım kaçsa da kaçmasa da memnun olsam da olmasam da...”

“Hoşa gidecek şeyler olduğu zaman varım, hoşa gitmeyecek şeyler olduğu zaman yokum.” Böyle Müslümanlık olmaz. Böyle teslimiyet olmaz.

Batılı meşhur mütefekkir Bernard Shaw diyor ki: "Hz. Muhammed (sas.) çeşitli yönleriyle insanın başını döndürecek üstünlükleri olan bir insandır. Bu sır insanı tam mânâsıyla anlamak mümkün değildir. Bilhassa O'nun anlaşılamayacak üstünlükte bir yanı vardır ki, o da “O’nun Allah'a olan güven ve itimadıdır."

Hz. Peygamber de şu sözleri ile Müslümanlara tevekkülü tavsiye etmektedir: "Eğer siz Allah 'a hakkıyla tevekkül ederseniz, o sizi kuşu rızıklandırdığı gibi rızıklandırır" (İbn Mâce, Zühd, 14)

Bir adam Peygamberimize (sas.) gelerek, “Ben devemi salı vererek mi tevekkül edeyim, yoksa bağlayarak mı?” demiştir. Efendimiz ise, “Deveni bağla sonra tevekkül et” (Tirmizi, Kıyamet, 60) buyurmuş, böylece tevekkülün ölçüsünü en güzel şekilde ortaya koymuştur.


Temel Dini Bilgiler (Ders 30)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir” hususunu açıklar mısınız?

Cevap:

Hac Sûresi 47. Ayet: Rabbinin yanında bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir.

Secde Sûresi 5. Ayet: Sonra işler O’na bir günde yükselir ki o günün miktarı, sizin saydığınız günlerden bin sene eder.

Bu dünya hayatı, ahiret günüyle bir ağacın altında gölgelenen bir insan misali, ahiret ölçüsüyle 1 ya da 2 saat kadardır. Aynen 3-5 saniyelik rüyada bir ömrün geçmesi gibi. Teknolojik tarifle bu dünyadaki hayatımız, ahiretin “zip ”li yani sıkıştırılmış dosyasının tabiri caizse bu dünyada açılmış hali gibidir.

Ankebût Sûresi 64. Ayet: Bu dünya hayatı, bir eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Âhiret yurdu (oradaki hayat) ise, elbette (asıl yaşanacak) ebedî hayat odur; keşke bunu bilselerdi.

Hadîd Sûresi 20. Ayet: Bilin ki (âhiret kazancına önem verilmeden geçirilen) dünya hayatı, ancak (geçici) bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir övünme, mal ve evlatta çoğalma yarışıdır.

En'âm Sûresi 32. Ayet: Dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan başka bir şey değildir.


Temel Dini Bilgiler (Ders 31)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

Sabah ve Yatsı Namazlarına cemaate gitmek niçin önemlidir?

Cevap:

Hadisi Şerif: Cemaatle kılınan namaz tek başına kılınan namazdan yirmi yedi derece üstündür. (Buhârî, Ezân 30; Müslim, Mesâcid 249)

Hadisi Şerif: Yatsı namazını cemaatle kılan kimse, gece yarısına kadar namaz kılmış gibidir. Sabah namazını cemaatle kılan kimse ise bütün gece namaz kılmış gibidir. (Müslim, Mesâcid 260)

Hadisi Şerif: Bizimle münafıkları ayıran alamet, yatsı ile sabah namazını cemaatle kılmaktır. Münafıklar, yatsı ve sabah namazına devam edemez. Onlara sabah ile yatsı namazlarından daha ağır gelen hiçbir namaz yoktur. Hâlbuki bu iki namazın cemaatinde olan sevabı bilselerdi, emekleye emekleye de olsa, onlara gelip hazır olurlardı. (Buhari)

Not: Yatsı ve sabah namazına gelemeyenlere münafık muamelesi yapmaya yönelik bir emir yoktur. Bu bir uyarıdır.


Temel Dini Bilgiler (Ders 32)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

“Hayır konuşmak ya da susmak” konusunu izah eder misiniz?

Cevap:

Hadisi Şerifte: "Kim Allah'a ve ahiret gününe iman ediyorsa, ya hayır söylesin yahut sussun" (Buhari, Kitâbu’l-Edeb, 10/373) tavsiyesi vardır.

Hayırdan başka bir şey söylememeye dikkat et! Söylenmesi helal olmayan her sözü dinlemen de haramdır.

Seni ilgilendirmeyen konulara dalmaktan, Allah adına çokça yemin etmekten sakın! Eğer Allah Teâlâ adına yemin edersen, sadece doğru söyleyerek ve ihtiyaç varsa yemin et. Yalanın bütün çeşitlerinden sakın. Çünkü yalan imana zıttır.

Gıybetten, söz götürüp getirmekten, çok şaka yapmaktan ve diğer çirkin sözlerden sakın. Yerilmiş sözleri terk ettiğin gibi çirkin sözleri de terk et. Bir söz söylemeden önce düşün; eğer hayırlıysa söyle, değilse sus!

Allah Rasûlü (sas.) hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
“Âdemoğlunun Allah’ı zikretme ve iyiliği emredip kötülükten sakındırma hariç, bütün sözleri lehine değil, aleyhinedir.”

Kahkahayla gülmekten sakın. Çünkü kahkahayla gülmek kalbi öldürür. Eğer gülmeni tebessüme çevirebiliyorsan, öyle yap.


Temel Dini Bilgiler (Ders 33)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

Bir kişinin hidayetine vesile olmak neden önemlidir?

Cevap:

Hidayet, doğru yolu gösterme, Allahü Teâlâ’nın razı olduğu yolda bulunma, Cenab-ı Hakkın insanın kalbinden her sıkıntı ve darlığı çıkarıp, yerine rahatlık, genişlik verip, kendi emir ve yasaklarına uymada tam bir kolaylık ihsan etmesi ve kulun rızasını kendi kaza ve kaderine tâbi eylemesi demektir.

Bir kişiyi hidayete kavuşturmak, Peygamberler dâhil hiç kimsenin elinde değildir.

Hidayet veren yalnız Allahü Teâlâ’dır. İnsanlar ise sadece hidayete sebep olurlar.

Hadisi Şerif: Senin vasıtanla Allahü Teâlâ’nın bir kişiye hidayet vermesi, senin için üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır. [Taberani]

Hadisi Şerif: Allah'a yemin ederim ki, Cenab-ı Hakkın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidayete kavuşturması, en kıymetli dünya malından, kırmızı develere sahip olmaktan daha iyidir. [Buhari, Müslim]


Temel Dini Bilgiler (Ders 34)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

Akraba ve komşuluğun önemini açıklar mısınız?

Cevap:

Nisa Suresi 36. Ayette: “Allah’a kulluk edin, hiçbir şeyi yücelterek ilâhlaştırıp veya tapınak haline getirip O’na ortak koşmayın. Sonra sırasınca ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolda/sokakta kalmışa ve ellerinizin altında bulunan hizmetkârlara iyilik edin” emir ve tavsiyesi vardır.

Hadisi Şerif Meali: Her kim rızkının bol olmasını ve ecelinin gecikmesini istiyorsa akrabasını görüp gözetsin" (Buhari, Edep, 12)

Hadisi Şerif Meali: Cebrail bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye edip durdu. Neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak sandım. (Buharî, Edeb, 28; Müslim, Birr 140-141)


Temel Dini Bilgiler (Ders 35)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Soru:

Güzel huylara örnek veriniz?
Haram ve günah olan (dince yasaklanmış) şeylere örnek veriniz?

Cevap:

Güzel Huylara Örnekler:

Rabbine Şükretmek, Anne ve Babaya İyi Davranmak, Akraba ve Komşu Hakkını Gözetmek, Merhamet ve Şefkat, Doğruluk, Sadakat, Cömertlik, Sabretmek, Sır tutmak, Fakirliğini ve Acizliğini Bilmek, Hilm (Yumuşaklık), Tevazu, İhlas, Vefa, Yardımsever Olmak, Çalışkan Olmak, Sözü Güzel Söylemek, Tefekkür, Sevgi, Saygı, Takva, Fedakârlık…

Haramlara (Günahlara) Örnekler:

İnsan Öldürmek, Gayr-ı Meşru Beraberlik Yaşamak, Faiz Alıp Vermek, Yalan Söylemek, İkiyüzlü Davranmak, Adaletten Ayrılmak, Zulmetmek, Haksız Yere Başkasının Malını Yemek, Gasp Etmek, Çalmak, Dedikodu ve Laf Taşıma (Gıybet ve İftira), Sû-i’zan, Bilmediği Şeylerin Ardına Düşmek, İnsanların Ayıp ve Kusurunu Araştırmak, İnsanları Halka Rezil Etmeğe Çalışmak, Haset Etmek, Gönül Kırıcı Olmak, Çekememezlik, Kibir, Gurur, Riya (Gösteriş Yapmak), Lanet Etmek, Alay Etmek, Dargınlık, Kin Beslemek, Cimrilik, Kötü Lakap Takmak, Borcunu Kasten Ödememek, İyiliği Başa Kakmak, Tembellik, Dilencilik, İsraf…

Haramların, günahların her çeşidinden şiddetle sakının, dikkatle uzak durun!


Temel Dini Bilgiler (Ders 36)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

İslam’ın Ekonomi Modeli Nedir?

İnsan, sahibi Allah olan ve tüm kanun ve kuralları ve her türlü tüzük ve yönetmelikleri Allah tarafından konulmuş olan bu kâinat fabrikasında bir işçi olarak çalışmaktadır.

İslam ekonomi sistemi, ahirete endeksli bir muhtevaya sahip olduğundan, kişiye bu konuda dinî sorumluluk yüklemiş olup, ne zalim kapitalizmi, ne de hayalci sosyalizmi kabul eder.

Kuşkusuz her batıl sistemin doğru olan yönleri de olabilir. İslam, kabul etmediği sistemlerin hak olan yönlerini elbette reddetmez.

Faiz sömürüsü, aldatma veya aldanmayı netice veren ve haksız kazanç sağlayan teamüller gibi olumsuzluk ifade eden unsurlar, İslam ekonomik sitemde açık olarak saf dışı edilmiştir.

Bakara Sûresi 275. Ayet: Kur'an'da “Allah, alış verişi helal, faizi ise haram kılmıştır”

Nisâ Sûresi 29. Ayet: Ey iman edenler, mallarınızı aranızda karşılıklı rızaya dayanan bir ticaret dışında haksız sebeplerle yemeyin.

İslam, prensip olarak özel mülkiyet hakkına ve bireysel özgürlüklere saygılıdır.

Çünkü Kur'an-ı Kerimde “İnsan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur.” (Necm 53/ 39), buyrulmaktadır. Onun için herkes ürettiğine sahip olacak ve sahibi olduğu malı da mesela bir tüccar, ihtikâr yapmadan, piyasa fiyatı ile satacaktır.

İslam,  israf ve cimriliği ahlak dışı davranışlar sırasına koyup, kötülemek suretiyle insanları onlardan uzak tutmaya çalışır.

İslam ekonomisinde yasaklanan şeylerden birisi de müşteri kızıştırmaktır.

İslam ekonomisinde verginin sebebi, üretimdir ve vergi üretimden alınır.

Eğer ekonomik hayat, dinin emir ve nehiylerine uyum sağlamazsa İslam’a göre böyle ekonomi sağlıklı olmaz. Mesela insanlar, iş buluyor, alıp satıyor ve kazanıyor diye İslam ekonomisinde içki Müslümanlar tarafından üretilemez.

İslam ekonomisinde üretim, tüketim, mübadele, tedavül ve vergi esasları arasında bir çelişki olmadığı gibi, ayrıca bu ekonomi ile din, ahlak ve hukuk arasında da bir uyumsuzluk yoktur.

Konu oldukça detaylı ve bu sütunlara sığmayacak kadar geniş ölçeklidir. Daha detaylı bilgi için bu konuda yazılmış kaynak eserlere müracaat etmekte fayda vardır.


Temel Dini Bilgiler (Ders 37)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

İslam Demokrasi mi?
Müslüman ve Siyaset İlişkisi?

İslam demokrasiden daha üstün ve daha güzel bir yönetim biçimidir.

Demokraside çoğunluk istiyor diye, Allah’ın yasak ve haram kıldığı her şey yapılabilir. Ama İslam içki, zina, faiz gibi açıkça haram olan şeylere müsaade etmez.

İslam’a göre bir adam yalancı, namussuz, kusurlu ise mahkemede Hâkim onu şahit bile kabul etmez. Ama demokraside şahitlik için bu durum engel değildir.

İbrahim aleyhisselam doğru yoldaydı. Çünkü hakla beraberdi. Ötekiler puta tapıyorlardı. Eğer İslâm’da demokrasi olsaydı, o kadar insanın sayısal üstünlüğü dolayısıyla İbrahim Aleyhisselâm’ın onlara tâbi olması gerekiyordu.

Hiç unutmayalım ki bütün yanlış ve sapık yolların da bir mantığı, muhakeme tarzı, felsefesi vardır; onlar da kendilerini doğru yolda sanır, haklı bulur. Hiç kimse “ayranım ekşi” demiyor, kusur ve kabahatini kabul etmiyor.

İyi bilinsin ki insana gerçeği Allah (celle celâlüh) gösterir, hakkı O buldurur, doğru yola O hidayet eyler.

Demek ki bütün mü’minler hakkı istemeli, gerçeği aramalı, onu sevmeli ve saymalı; her işlerinin doğru, her sözlerinin hak olmasına büyük dikkat ve itina göstermelidir.


Müslüman ve Siyaset: İslâm dininin, hiç şüphesiz her mevzuda olduğu gibi siyaset, devlet, hükümet, yönetim esasları, idareciler ve idare edenler hakkında da çeşitli hükümleri, tavsiyeleri, emir ve yasakları vardır; çünkü en kâmil ve en tam dindir; hiçbir sahayı ihmal etmez, sağlam ve kusursuzdur.

Müslüman siyasetle, politikayla ilgilenir mi? Elbette ve muhakkak ve mecburen ve mutlaka ilgilenmelidir. Çünkü İslâm, toplum dinidir, fertlerin ve onların teşkil ettiği toplumun düzenine, mutluluğuna, korunmasına, faydasına, gelişmesine, ilerlemesine, kurtuluşuna adamıştır kendisini... Nereden çıkmıştır, “siyasetle ilgilenmemek” saçmalığı? Bu zihniyet, görevden kaçmaktır ve işin en ilgi çekici tarafı, kişiyi Allah (celle celâlüh) indinde vebalden, sorgudan, sorumluluktan da kurtarmaz üstelik! Hele kötüler seçilir, başa geçerse, o zaman onlar çok büyük vicdan azabı çekeceklerdir herhalde.

Emperyalistler, sosyal bünyesi zayıf, halkları cahil ve şuursuz, ilim ve teknikte geri ülkeleri ya doğrudan doğruya istila ederek sömürürler ya da kendi yandaşları ve ajanlarını iktidara getirerek, onları kullanarak yönetirler; o milletin kendi öz vatansever evlatları –ezkaza– herhangi bir yolla iktidarı elde ederlerse hemen onları ihtilallerle, iç ve dış gailelerle bertaraf etmeye çalışırlar.

Mutlaka namuslu, dürüst, işe ehil, idealist, adaletli, becerikli, halka hizmet aşkına, Hakk’a kulluk şuuruna bağlı kişileri seçmelisiniz. Rüşvetçi, menfaatçi, eyyamcı, akşamcı, mafyacı, örgütçü, zalim ve cahil ve gafilleri seçerseniz onların hâkim oldukları devre boyunca yaptıkları bütün haksız ve veballi işlerin suç ortağı olmuş sayılırsınız; altından kalkamayacağınız tonlarca günah yükü yüklenirsiniz; dünyanız da âhiretiniz de mahvolur; memlekete de yazık edersiniz.

Aksine iyi ve hayırlı kimseleri seçerseniz, onların kazandığı bütün sevaplar size de gelir.

Müslüman, siyasette adalet ve doğruluktan ayrılmayacak.

Ne var İslâm’da?

Ananın babanın, kendi şahsının ve akrabanın aleyhinde bile olsa adaletten ayrılmama emri var.

O halde yanlışı destekleyenler vebal altında!

“Efendim o benim dostum, arkadaşım.”

Arkadaşın da olsa doğruyu söyleyeceksin, düşmanın olsa da doğruyu söyleyeceksin. Arkadaşın hata yaptığı zaman hatasını söyleyeceksin, düşmanın doğru yaptığı zaman “doğru” diyebileceksin.

İslâm böyle. Ama bu devrin insanları böyle değil.

Hakkı tutacaksın, haktan yana olacaksın.

Yanlış bir işi yapanı desteklemek de vebaldir. Zalime “efendim” demek vebaldir. Zalime alkış tutmak vebaldir. Zalime “zalimsin” demek sevaptır.

“Cihadın en üstünü, zalim insanın huzurunda hak sözü söylemektir.”

İslâm ahlâkı Müslümanlarda olsa hem cümle cihan İslâm’ı sever, Müslüman olur; hem de İslâm ülkelerinde böyle kepazelikler olmaz.


Temel Dini Bilgiler (Ders 38)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

İslam’da “Şura ve Cemaatin” Önemi.

Şura, meşveret, müşavere, danışıp işaret almak, yani karşılıklı rey ve görüş almak demektir.

İstişare etmek ve meşverette bulunmak Kur’an’ın emridir ve bu itibarla bir ibadettir.

Peygamber Efendimiz (sav) bu emirlere uyarak her konuda istişareyi esas tutmuştur.

Ebu Hüreyre, Resulullah'ın bu yönüyle ilgili olarak şu tesbitte bulunur: “Ben, Resulullah'tan daha fazla arkadaşlarıyla meşveret eden birini görmedim."

Bedir, Uhud, Hendek Savaşları öncesi, ashabına danışmış, onların fikirlerini almış, ona göre hareket etmiştir.

Koordinasyonu, iş birliğini, müşterek çalışmayı anlayamamış, öğrenememiş, birbirleriyle rekabete, çatışmaya girmiş gruplar başarı sağlayamazlar; başarı şansları yoktur!

Onun için Müslüman gruplar arası koordinasyonu mutlaka sağlayacağız, planlı programlı olacağız. Bizim yapmak istediğimiz bir hayrı, bir başkası yapıyorsa; onun yapmasına öncelik tanıyacağız ki biz başka işle meşgul olalım.

Her yerde “meşveret meclisleri” kurun, neyi, nasıl yapacağınızı “şûra” ile tespit edin ki en salim, en güzel yol budur!


Cemaat, “kalabalık” demek değil, “Cemaat hakla cem olmak, beraber olmaktır.”

Hakla beraber oldun mu, bir kişi bile olsa sen hakla berabersin, cemaatsin. Hakla beraber olmayan yüz bin kişi tefrikada.

Dünyanın her yerinde Müslümanlar dertli, esir, ezilmekte, çiğnenmekte...

İslâm âlemi son birkaç asır büyük darbeler yedi, parçalandı; Müslümanlar maddî, mânevî ve kültürel gadirler, zulümler, baskılar altında bocaladı, büyük acılar çekti.

Bu niçin böyle?

İdealleri o denli yüksek, ideolojileri o kadar canlı, sağlam ve dinamik olduğu halde... Nüfusları yüz milyonları, hatta bir milyarı bulduğu; iş gücü, bilgi ve teknoloji birikimi sağlandığı; üniversiteleri, fabrikaları, orduları var olduğu halde...

Dünyanın en güzel iklimlerinde, bakir zenginliklere sahip, jeopolitik kıymeti haiz kıymetli topraklarda yaşadıkları halde...

Teknolojinin can damarı madenlere, medeniyetin kanı petrole, finansmanlar için gerekli para gücüne, beslenme için lüzumlu zirai imkânlara ve sair gıpta edilecek varlıklara sahip oldukları halde...

Nasıl oluyor da Müslümanlar bu kadar mağdur, bu kadar perişan, bu kadar yoksul, bu kadar makhûr? Olur şey değil doğrusu! Bu duruma akıl erdirmek ne kadar güç ya Rabbi!

Bütün bu dertlerin tek ve kesin bir çaresi vardır: İttifak.


Temel Dini Bilgiler (Ders 39)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

İslam’da Tesettürün (Örtünmenin) Önemi.

İslam’da tesettür bir defa sadece örtünme olmayıp, erkeklerin ve bayanların hayat-ı içtimaiye içerisindeki tüm hal ve hareketlerini kapsamaktadır.

Kadın, örtüsüyle karşısındakine bir zerâfet ve nezâket hissi vermektedir.

Yaratılış itibâriyle kadın ve erkek nefisleri arasında fark vardır.

Bunun için tesettürün, kadına âit şekli ile erkeğe âit şekli değişiklik arz eder. Zîrâ kadın, erkeğe göre yaratılıştan câzibelidir.

Çünkü kadın ve erkek arasında neslin devâmı için birbirlerine karşı değişmez bir fıtrî temâyül mevcuttur.


Nitekim Ayeti Kerimede;
Nur Sûresi 30. Ayet: Mü’min erkeklere söyle, gözlerini (harama istekle bakmaktan) sakınsınlar ve mahrem yerlerini (ırzlarını) korusunlar! Bu onlar için daha temiz bir harekettir. Hiç şüphesiz Allah, onların yaptıklarından haberdardır.

Nur Sûresi 31. Ayet: Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama istekle bakmaktan) sakınsınlar, mahrem yerlerini korusunlar. Ziynetlerini/ziynet sayılan yerlerini meydana çıkarmasınlar/göstermesinler. Ancak kendiliğinden görünen el, yüz bu emrin dışındadır. Başörtülerini, yakalarının üstüne kadar boyunlarını örtecek şekilde koysunlar.

A’râf Suresi 26. ayetinin sonunda da “Takva” örtüsünden bahsedilerek örtünmenin asıl manası verilir.
Takva, Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle günahtan kaçınarak, sakınarak yaşamak manasına gelir. Buradan da anlaşılacağı üzere örtünme, takvalı yaşam için araçlardan biridir.
Yüce Allah’ın tesettür emrini tutan, nazik, pakize, afif, saçının telini bile namahreme göstermeyen edepli kulları:
Hiç aklım almıyor: Namuslu bir kadın, ciddi bir ev hanımı, iyi bir aile kızı niçin ve nasıl açılıp saçılabilir!

Maazallah, her türlü mahrem güzelliğini, yabancıların temaşasına, kirli bakışlarına, incelemesine arz ediyor! Böyle yapıp hem kendisini, hem de onu seyredenleri, dipsiz kenarsız günah deryalarına batırıyor.

Müslümanlar her işini, dinine, inancına uygun istikamette düşünür, kusurlu ve yanlış alışkanlık, töre ve âdetlere takılıp kalmaz, daima: “İlâhî ente maksûdî ve rıdâke matlûbî” yani “Yâ Rabbi, benim bütün taleb ettiğim, istediğim şey, senin rızana ermek; sen benden razı ol” ana prensibine uygun hareket eder. Tabii giyim, kuşam, örtü ve elbise konusunda da!


Temel Dini Bilgiler (Ders 40)
40 gün 41 Kere Maşaallah Dersleri.

Gayemiz.

Elhamdülillah Müslümanız; gayemizin kaynağı imanımızdır. Biliyoruz ki dünya bizim asıl yurdumuz değil, muvakkat bir imtihan yeri. Ömrümüzün rüzgâr gibi süratle geçip gittiğini gördükçe, âhiretimiz için hâlisâne ve yoğun salih ameller işlemek gerektiğini daha kuvvetle hissediyoruz. Fırsat kaçmadan insanlık için faydalı işler yapmalı; dinimize ve din kardeşlerimize bütün imkânlarımızı kullanarak hizmet etmeliyiz.

İslâm’a hizmet her Müslümanın görevidir; sadece hocaların, müftülerin, vaizlerin, hafızların değil... Her mü’min, kendi meslek dalında ve kendi eğitim, birikim, imkân ve müktesebatı miktarınca, elinden geldiği kadar İslâm’a ve Müslümanlara faydalı işler yapmaya çalışmalıdır, bu ağır yükün bir kısmını üzerine almalıdır ki İslâm payidar olsun, gelişsin, yayılsın, güçlensin.

O halde her mü’min, îlâ-yı kelimetullâha çalışmalı; dinî hakikatleri yaymalı, tebliğ etmeli, savunmalı; emr-i mâruf ve nehy-i münker yapmalı, İslâm’ın hasım ve düşmanlarına karşı maddeten ve mânen canla başla cihad etmeli; malını Allah yoluna hayırlara sarf eylemeli; Müslümanlara her yönden yardım etmeli, onların dertleriyle dertlenmeli, elemlerinden muzdarip olmalıdır.

Çağımızda dünya hızlı bir değişme ve ilerleme içindedir. Müslümanlar olarak bunları takip etmek ve gerekli tedbirleri alarak yeni gelişmelere ayak uydurmak zorundayız. Şerefle yaşamak ve yükselmek için bu şarttır. Hâlbuki pek çok kimse bu seviyede değildir. Değil halkımız, onları eğitmek ve yol göstermek durumunda olanlar dahi bu bakımdan yardım ve desteğe muhtaçtırlar.

Devir gelmiş geçmiş, bizim üzerimize nöbet geçmiştir. Bizim şimdi Allah’ın dinine en güzel hizmet etme görevimiz vardır omzumuzda. Zaman malla, canla, başla olanca gücüyle her yönden cihad zamanıdır. Ümmetin gafletinden, dünyada binlerce Müslüman büyük zararlara uğruyor.

Bütün dünyada ve özellikle Batı’da İslâm’a karşı büyük bir ilgi ve temayül görülmektedir. Bu durumda Müslümanlar olarak İslâm’ı iyi temsil etmek, tanımak, tanıtmak, yaymak ve tebliğle vazifeliyiz. Bize düşen görev, onların da Hakk’ı bulmasına ve gerçekleri görmesine yardımcı olmaktır.
Bizim, maalesef dünya çapında bir İslâm’ı tanıtma ve yayma çalışmamız ve teşkilatımız yok ama başkaları batıl ve sapık inançlarını yaymak için çok para harcıyor ve harıl harıl çalışıyorlar. Allah bunun hesabını sorar, ihmalkârların cezasını verir. Herkes bu konuda ne yapacağını düşünmeli ve elinden geleni ortaya koymalı.

Bugüne kadar hep dünyalık için çalıştın, gel bundan sonra da âhiret için çalış, hazırlan; cenneti kazanmak, Allah’ın rızasına ermek, cemalini görmek için gayret et!

Bunca hayati ve elim hadise karşısında yan gelip yatmak, nefsanî ve şeytanî zevklere dalmak, aheste aheste geviş getirmek insanlığa, İslâmlığa yakışmaz.

Bunalıma düşen asrımızı, çırpınan ruhsuz medeniyeti, şaşıran çılgın insanlığı, çalışırsak bizler kurtarabiliriz, reçete bizim elimizdedir.

İş işten geçmeden tüm müktesebatını, malını, bilgini, görgünü, enerjini İslâm’a tahsis eyle, şu mazlum ve mağdur insanlığa yardıma yönel!

O halde sizler de geçim telaşları, istikbal endişeleri ve dünya meşgaleleri yüzünden aslî dinî görevinizi unutmamalısınız.

Müslümanlar olarak hepimizin ilk işi, ortak görevi, dîn-i mübîn-i İslâm’a canla, başla hizmet etmektir.

Millî ve dinî, rûhî ve bedenî, maddî ve mânevî, ferdî ve içtimaî, dünyevî ve uhrevî kurtuluş ve yükselişimiz İslâm’dadır.

İslâm’a hizmet azminizi bileyin, şevke gelin, gayretinizi artırın, güç ve kuvvetinizi tazeleyin, yeniden konsantre olun! Bir gün ansızın ölebileceğinizi düşünün! Ömr-i azîzinizin bir saniyesinin bile kıymetini bilin, aman onu iyi değerlendirin, boşa geçirmeyin!

Bu dünya hayatında asıl amacımız Allahu Teâlâ hazretlerinin rızasına nail olabilmektir.





Kaynaklar:
“Büyük İslam İlmihali.” Eski Diyanet İşleri Başkanı Ömer Nasuhi Bilmen. 
“Feyzü’l Furkan Tefsirli Kur'an-ı Kerim Meali.” Prof. Dr. Hasan Tahsin Feyizli.  www.feyzulfurkan.com


Temel Dini Bilgiler (Bitiş)

Soru:

Hayatın anlamını daha iyi anlayabilmek için Kur'an-ı Kerim’den aklımızda tutmamız gereken Ayeti Celilelerden örnekler yazar mısınız?

Cevap:

Zâriyât Sûresi 56. Âyet: Ben cinleri ve insanları ancak bana (ibadet ve itaatle) kulluk etsinler diye yarattım.

Mülk Sûresi 2. Âyet: O, ölümü ve hayatı, amel/davranış bakımından hanginizin daha güzel olacağını imtihan etmek için yarattı. O mutlak galip, çok bağışlayandır.

Hadîd Sûresi 20. Âyet: Bilin ki (âhiret kazancına önem verilmeden geçirilen) dünya hayatı, ancak geçici bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir övünme, mal ve evlatta çoğalma yarışıdır.

Âl-i İmrân Sûresi 85. Âyet: Kim artık (son hak din) İslâm’dan başka (İlâhî veya beşerî) bir din arar (onları önemser)se asla ondan kabul edilmeyecek ve o, âhirette de hüsrana (büyük zarara) uğrayanlardan olacaktır.

Bakara Sûresi 120. Âyet: Sen, onların milletlerine (dinlerine) uyuncaya kadar yahudi ve Hristiyanlar senden asla hoşnut olmayacaktır.

Nisâ Sûresi 48. Âyet: Şüphesiz ki Allah, (sıfatlarında, İlâhlık ve Rabliğinde) kendisine ortak koşulmasını (tevbe etmeden) asla bağışlamaz, bundan başkasını da dilediği kimselerden bağışlar.

Bakara Sûresi 2. Âyet: Bu, öyle bir kitaptır ki onda ve onun İlâhî kelâm olduğunda hiç şüphe yoktur. O, muttakîlere (Allah’ın emirlerine uygun yaşamak/aykırı davranmaktan sakınmak isteyenlere) doğru yolu gösteren, öğretendir.

Bakara Sûresi 3. Âyet: O (takvâ sahibi) kimseler ki, gayba (Allah’a, meleklere, âhirete, vahye, Allah’ın takdirine) inanırlar, namazı dosdoğru/gereğine uygun kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de (gereken yerlere Allah için) verirler.

Bakara Sûresi 45. Âyet: Ey Müslümanlar! Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz bu şekilde yardım istemek Allah’a gönülden saygı duyanlardan başkasına zor ve ağır gelir.

Bakara Sûresi 153. Âyet: Ey iman edenler! Sabır ve namaz/dua ile Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz Allah sabredenlerle beraberdir.

Bakara Sûresi 154. Âyet: Allah yolunda öldürülen kimseler hakkında “ölüler” demeyin. Hayır, aksine onlar diridir, fakat siz (bunu) anlayamazsınız.

Hucurât Sûresi 12. Âyet: Ey iman edenler! Zandan çok sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır.

Saff Sûresi 2.-3. Âyet: Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah yanında ne kadar çirkindir!

Nahl Sûresi 90. Âyet: Muhakkak ki Allah adaleti, iyiliği ve yakınlığı olana (özellikle akrabaya muhtaç oldukları şeyleri) vermeyi emreder; ahlâksızlığı/hayâsızlığı, fenâlığı, zulmü/azgınlığı yasaklar. İyice anlayıp tutasınız diye size böylece öğüt verir.

İsrâ Sûresi 23. Âyet: Rabbin, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi ve anaya babaya ihsanı (iyiliği ve güzel davranmayı) emretti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa erişirlerse, onlara “öf” (bile) deme! Onları azarlama ve onlara çok nazik (ve tatlı) söz söyle.

İsrâ Sûresi 35. Âyet: Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam yapın, doğru (ve hassas) terazi ile tartın. Bu daha hayırlıdır, sonu da daha güzeldir.

Bakara Sûresi 275. Âyet: Ribâ (faiz) yiyenler, kabirlerinden ancak kendisini şeytan çarpmış (cin tutmuş, delirmiş bir) kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu (ceza) onların: “Alım satım da (zaten) faiz gibidir.” demelerindendir. Hâlbuki Allah, (hilesiz ve aldatmasız yapılan) alışverişi helal, faizi haram kılmıştır.

Mâide Sûresi 91. Âyet: Şeytan, içki ve kumarla sadece aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan tamamen) vazgeçtiniz değil mi?

Necm Sûresi 39. Âyet: Hakikaten (Allah’ın lütfu ve yapılan bağışlar dışında) insana, kendi çalışmasından başkası yoktur.

Nisâ Sûresi 57. Âyet: İman edip de sâlih ameller işleyenleri, içinde ebedî kalmak üzere, alt tarafından ırmaklar akan cennetlere koyacağız.

İnşirâh Sûresi 7. Âyet: O halde (bir iş ve ibadeti bitirip) boş kaldığın zaman, hemen (başka bir işe/ibadete) koyul.

Âl-i İmrân Sûresi 103. Âyet: Hepiniz toptan Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın.

Enfâl Sûresi 2. Âyet: (Gerçek anlamda) inananlar, ancak o kimselerdir ki Allah’ın adı anıldığı zaman yürekleri titrer, O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman, (bu) onların iman nurlarını artırır (kuvvetlendirir). Ve her işlerinde ancak Rablerine güvenirler.

Lokman Sûresi 27. Âyet: Eğer yerdeki ağaçlar (birer) kalem olsa, deniz de (mürekkep olsa), ardından yedi deniz ona (katılıp) yardım etse yine (bunlar tükenir de) Allah’ın kelimeleri tükenmez.

Ankebût Sûresi 57. Âyet: Her nefis ölümü tadacaktır. Sonra bize döndürüleceksiniz.

Bakara Sûresi 214. Âyet: Ey mü’minler! Yoksa siz, sizden önce geçip giden Mü’minlerin, başlarına gelen sıkıntılar, sizin de başınıza gelmeden hemen cennete gireceğinizi mi sandınız?

Kalem Sûresi 4. Âyet: Ve şüphesiz sen (Resûlullah), pek evrensel/genel geçerli mükemmel bir ahlâk üzerindesin.

Ahzâb Sûresi 41. Âyet: Ey iman edenler! Allah’ı çok anın (zikredin).
Nisâ Sûresi 65. Âyet: Rabbine andolsun ki onlar aralarında ihtilaf ettikleri meselelerde seni (Allah ve Resûlünü Ahzap 36. Âyet) hakem yapmadıkça, sonra da verdiğin hükümden içlerinde bir sıkıntı ve şüphe duymadan, sana tam teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.

Hucurât Sûresi 13. Âyet: Ey insanlar! Şüphesiz biz, sizi bir erkekle bir kadından yarattık (ırkınız ve şahsınızla övünmeniz için değil; sırf iyilik uğrunda) tanışasınız (yarışıp ve yardımlaşasınız) diye sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Hiç şüphesiz ki sizin Allah yanında en şerefliniz, en takvâlınız Allah’ın emirlerine en uygun yaşayanınız ve günahlardan sakınanınızdır.

Tahrîm Sûresi 6. Âyet: Ey iman edenler! (Ailede beraberce İslâm’a uygun yaşayın da böylece) kendinizi ve çoluk çocuğunuzu, yakıtı insanlar ve yanıcı taşlar olan ateşten koruyun.

Nahl Sûresi 97. Âyet: Erkek ve kadından kim mü’min olarak sâlih sevaplı amel işlerse, elbette onu dünyada güzel bir hayatla yaşatırız. Ve âhirette onlara mükâfatlarını, yapmakta olduklarının en güzeliyle veririz.

Nisâ Sûresi 110. Âyet: Kim bir kötülük yapar yahut günah işleyerek kendisine yazık eder, sonra da Allah’tan bağışlanma dilerse, Allah’ı çok bağışlayıcı, çok merhametli bulur.

Me'âric Sûresi 40-41-42: Yine hayır! (Durum, onların zannettikleri gibi değildir.) Doğuların ve batıların Rabbi olan Ben yemin ederim ki, şüphesiz o inkâr edenleri, kendilerinden daha hayırlısıyla değiştirmeye elbette kâdiriz. Biz önüne geçilebileceklerden de değiliz.
O halde onları, (şimdilik kendi hallerine) bırak. Tehdit edildikleri (azap) günlerine kavuşuncaya kadar (batıl yaşayışları içine) dalsınlar, oynayadursunlar.

Âl-i İmrân Sûresi 104. Ayet: İçinizden herkesi hayra çağıran, iyiliği (meşru şeyleri, tevhidi ve sâlih ameli) emreden ve kötü olandan men eden bir ümmet (bir topluluk) olsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir.

Talak Sûresi 3. Ayet: “Kim de Allah’a güvenip dayanırsa, O, ona yeter.”

Ra'd Sûresi 28. Âyet: Şunu iyi bilin ki gönüller (ancak) Allah’ı anmakla huzura kavuşur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÇOCUKLARIMIZA KAZANDIRABİLECEĞİMİZ GÜZEL HUYLAR. 32. Bölüm

Empati. Konuyla İlgili Hikâye. Bir ülkenin kralı en sevdiği atını kaybetmiş ve bu yüzden çok üzülmektedir. Atı bir türlü bulamadığı için ortaya bir ödül koyar. Herkes ödülü kazanmak için koşar gelir ama kimse atı bulamaz. Çobanın biri kralın huzuruna çıkar ve atı bulacağını söyler. Kral buna inanmaz. Ülkenin en akıllı kişileri atı bulamadı da bu budala mı bulacak? Çoban atı aramak için kraldan izin ister. Kral çobana peki öyleyse ara bakalım der. Çoban birkaç saat içinde atı bulur ve saraya getirir. Kral bu duruma çok şaşırır. Çobana atı nasıl bulduğunu sorar. Çoban “Çok kolay oldu hükümdarım. Kendimi atın yerine koydum, bir at olsam nereye gideceğimi düşündüm ve onu hemen buldum” Çobanın cevabı kralın çok hoşuna gider ve ödülün çobana verilmesini emreder. Konuyla İlgili Videoyu İzlemek İçin Lütfen Aşağıdaki Linki Tıklayınız. https://www.youtube.com/watch?v=Wmr6GqrFF-Y

ÇOCUKLARIMIZA KAZANDIRABİLECEĞİMİZ GÜZEL HUYLAR. 33. Bölüm

Yalancının Mumu Yatsıya Kadar Yanar. Konuyla İlgili Hikâye. İstanbul’daki Fatih Medresesi’nin her odasında dört beş talebe beraber kalırmış. Bu talebeler memleketlerinden getirdikleri fasulye, bulgur, mercimek, nohut vesaireyi beraber pişirirler, beraber yerler ve her hafta içlerinden birisi nöbet tutarak bu işleri yaparlarmış. Geceleri ders çalışmak için yaktıkları mumların parasını da aralarında toplayıp, o haftaki nöbetçi talebeye verirlermiş. Bu talebelerden birisi çok açıkgözmüş. Her gece şamdanların dibinde kalan kırıntı mumları toplar, eritir ve onlardan uydurma bir mum yaparak parayı cebine indirirmiş. Fakat onun yaptığı mum, yeni mumlar gibi uzun müddet odayı aydınlatamaz, erkenden sönermiş. İşin farkına varan arkadaşları, bir gece yine yatsı namazından sonra karanlıkta kalınca, hesap sormaya başlarlar: – Biz sana para verdik, ne diye mum almadın? – Aldım işte, ne yapayım mumlar küçülmüş, bu kadar yanıyor. İçlerinden birisi: – Tabii o kada...

ÇOCUKLARIMIZA KAZANDIRABİLECEĞİMİZ GÜZEL HUYLAR. 18. Bölüm

Çalışkanlık. Konuyla İlgili Hikâye. Bir gün Peygamberimiz ve arkadaşları bir yere gidiyordu. Yol kenarında oturmuş, bomboş duran birini gördüler. Peygamberimiz adamın yanından geçerken bomboş duran adama baktı ama selâm vermeden yoluna devam etti. Peygamberimizin arkadaşları bu olaya hayret ettiler. Çünkü Peygamberimiz herkese selâm verirdi. Ama bu adama selâm vermemişti. Gittikleri yerdeki işlerini bitirdikten sonra aynı yoldan dönüyorlardı. Bu sefer adam, aynı yerde eline bir çöp almış, toprağı karıştırıyordu. Peygamberimiz adamın hizasına gelince bu defa adama dönüp tebessümle baktı ve: - “Esselâmü aleyküm...” diye selâm verdi. Peygamberimizin arkadaşları, bu olaya şaşırdılar. İçlerinden biri: - “Ey Allah’ın elçisi, buradan biraz önce geçtik. Oturan adama baktınız ama selâm vermediniz. Şimdi ise tebessümle bakıp selâm verdiniz. Bunun sebebi nedir?” diye sordu. Sevgili Peygamberimiz: - “Biraz önce buradan geçerken adam oturmuş bomboş bekliyordu. Onun için se...